Dünya ölçeğinde bir yok oluş süreci yaşanıyor: İnsanlık komada, her bakımdan yoğun bakımda.
SINIRLAR KALKTI AMA UFUK DARALDI!
Bütün dünyada sınırlar ortadan kalktı ama insanın dünyası, ufku daraldı!
Sınırların ekonomik olarak, kültürel olarak, entelektüel olarak ortadan kalkması, insanın ufkunu genişletmedi, daralttı.
Şaşırtıcı değil mi, bu?
İlk bakışta, “evet”; ama birazcık yakından, daha derinden bakınca, “hayır”!
Sınırların ortadan kalkması, niteliksel olarak değil niceliksel olarak gerçekleştiği için, insanın eylem ve hareket alanı genişledi, bütün yerküreye yayıldı ama dünyası daraldı.
Sınırları ortadan kaldıran sıçrama, dikey değil sadece yatay düzlemde gerçekleştiği için böyle paradoksal gibi görünen bir durum çıktıyı ortaya. Paradoksal değil “paradoksal gibi görünen” bir durum bu.
Sınırların kalkması, niceliksel bir atılımın gerçekleşmesi, insanın tek bir düzleme, yatay düzleme hapsolmasına yol açtı. Dikey düzlem yok oldu; ya da devre dışı bırakıldı.
Oysa insan bunca tarihî tecrübeye dayanarak bilmeliydi ki, yatay düzlemde yaşanacak genişleme, dikey düzlemde insanın dünyasının daralmasına, manevî bir sıkışma, boğulma yaşamasına yol açacaktı, kaçınılmaz olarak.
İNSAN/LIK, YATAY DÜZLEME HAPSEDİLDİ VE KÖLELEŞTİRİLDİ!
Hayata anlam katan şey, dikey düzlemle yatay düzlem arasındaki diyalektik ilişkidir. Dikey düzlem, insanın metafizik dünyadan fizik dünyaya kapı açmasına imkân tanır. Başka bir ifadeyle, insan melekûtî âlemle / dikey düzlemle irtibatını sağlam kurabildiği sürece ve koruyabildiği ölçüde, mülk âleminde meleksi melekeleri gelişir.
Eğer insan melekûtî âlemden süt ememezse, mülk âleminde / yatay düzlemde her şeye mâlik olma, her şeyi ve herkesi mülkü gibi görme, her şeye ve herkese meliklik taslama güdüleri tarafından güdülür. Bu da, insanı insanlığından uzaklaştırır, azman bir yaratığa dönüştürür.
Dikey düzlem, insanüstü, ilâhî olan’a açılan melekûtî âlemin kapısıdır.
Yatay düzlemse, bu dünya’dır, insanın mülk âlemine kapanması, hapsolması.
Dikey düzlem, insana sâbiteleri, ezelî ve ebedî ilkeleri, değişmez, güvenilir yol haritasının şifrelerini sunar. Rahmân’ın rahmeti böyle tezahür ve tecellî eder bu dünyada.
Yatay düzlem, değişkenlerin, sûretlerin, gölgelerin dünyasıdır: Adı üstünde, böyle bir dünya geçicidir, gelip gidici...
İnsan, dikey düzlem’le irtibatını koruyabildiği ölçüde, yatay düzlemde ufku ve dünyası genişler. Ufuk genişliği, fizîkî bir hâdise değildir. Hayal dünyasında gerçekleşen, insanın ruhunun canlanmasıyla, harekete geçmesiyle bu dünyanın fizik sınırlarını ve sınırlamalarını aşmasını sağlayan manevî bir pencerenin açılmasıdır insanın önünde...
İnsan, haddini bildiği zaman, kendini bilir.
İnsanın, haddini bilmesi; sınırlı bir varlık olduğunu idrak etmesi, sınırlarını fehmetmesi demektir; bu da, insanın kendini bilmesi, elbette ki.
Kendini bilemeyen bir insan, hiç bir şey söyleyemez insanlığa.
Kendini bilmenin yolu, haddini yani sınırlarını ve sınırlılığını bilmekten geçer.
Haddini / sınırlarını bilmeyen bir insan, hiçbir sınır tanımayacaktır ama bu ufuk açmayacak aksine bütün mümkün ufukları karartmakla sonuçlanacaktır.
Haddini bilmeyen insan, azmanlaşmaktan kurtulamayacaktır çünkü. Azmanlaşmaktan, ilahlaşmaya kalkışmaktan, insanlığa yük olmaktan...
TARİH, TEVAZU’NUN KANATLARINDA YÜKSELİR...
Haddini bilen insan, tevazu sahibidir. Haddini bilmesi, sınırlarını bilmesi hem insanın önünde uçsuz bucaksız keşfedilmemiş kıtalar olduğunu tahayyül etmesinin kapılarını açar insana; hem de o keşfedilmemiş kıtaları keşfe çıkma yolculuğuna ancak kendisinin çıkması durumunda, dünyanın cehenneme çevrilmesinin önüne set çekilmesinin mümkün olabileceğini idrak etmesini sağlar...
Tevazu sahibi kişi, mevzi’sini de, mevzu’sunu da iyi bilen, kendini aşmış kişidir. Tevazu sahibi kişi, mevzi’sinin Yaratıcı’ya kul olma konumu, yeri ve zemini; mevzu’sunun da Yaratıcı’ya kul olma kaygısıyla nefes alıp verme meselesi olduğunu idrak etmiş kişidir.
Sıkı durun şimdi... “Tevazu”, “mevzi”, “mevzu” kelimeleri aynı kökten türer; “v-d-a” kökünden. taptaze, yepyeni bir şey ortaya koyan anlamlarına gelen büyük V ile yazıldığında Yaratıcı’ya nisbet edilen, küçük v ile yazıldığında ise Yaratıcı’ya nisbetle insana atfedilen “Vazı’”yani “vaz’ eden” kelimeleri de aynı kökten gelir ve aynı mânâ âlemine gönderir bizi.
Bu, şu demektir: Tarih tevazunun kanatlarında yükselir. Sadece mevzi’sini (Yaratıcı karşısındaki yaratılmış / kulluk konumunu) bilen; haddini, sınırlarını ve sınırlılığını idrak eden ve mevzu’sunun bilincinde olan sıradışı ama sınırdışı olmayan insanlar bize sınırsız bir ufuk sunabilir. Bu dünyayı dâr / yurt edindikleri için insana bu dünyayı dar etmekten kaçınamayan haddini bilmez beşerler değil! Ancak tevazu sahibi, mevzi’sini, mevzu’nu iyi bilen insanlar, Melekûtî âlemden süt emdikleri için mülk âleminde insanın meleksi meleklerini geliştirerek bu dünyada bu dünyayı aşacak, masivadan maveraya yolculuk yapacak / yaptıracak öte merkezli, yaşanabilir, herkesin kendince nefes alabildiği, herkesin kendince insanlığa katkıda bulunabildiği; adaletin, hakkaniyetin, sulhün ve selâmetin hükümran olduğu bir dünya kurabilir ve sunabilirler bütün insanlığa ve varlığa...
İşte önümüzü açacak bu öncü kuşakların tohumları ekiliyor, gelişi bekleniyor inşallah...
Bütün dinlerin kökünü kazıyan, medeniyetleri yok eden, tabiatı delik deşik eden, insanlığı, yok olmanın eşiğine sürükleyen bu yok oluş felâketinden sâhil-i selâmete çıkaracak, bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan, çağrısı çağını kuracak “şafak yağmurları” olacak çilekeş öncü kuşakların gelişi... Allah’ın lûtfu ve keremiyle...