Bizim askerlerin garip huyları var.
Komşuya kızar gibi kızıp gazetecilere biz sizinle görüşmüyoruz, bize gelmeyin diyorlar.
Gelmeyin dedikleri yer Türkiye Cumhuriyeti Devleti Genelkurmay Başkanlığı.
Adına bakılırsa kamu alanı ama bizim generallere bakılırsa özel arazi.
Bir basın toplantısına küstükleri gazetecileri çağırmama hakkına sahip olduklarını düşünüyorlar.
Bizim ordunun aristokrat bir geleneği yok, anladığım kadarıyla akademilerinde de öyle edebiyat klasikleri falan okumuyorlar.
O yüzden de böyle mahallevari davranışlar çıkıyor ortaya.
Şunu açıkça söyleyeyim, Taraf Gazetesi davet edilse bile böyle bir basın toplantısına genel yayın müdürü düzeyinde katılmaz.
Böyle toplantılara savunma muhabirleri gider, fazla fazla Ankara temsilcileri belki.
Genel yayın müdürlerinin orada işi ne?
Ama şunu da söyleyeyim, Orgeneral Başbuğ Tarafa gelmek isterse biz kapımızı ona kapamayız, vakti varsa İbonun harika yemeklerinden ikram ederiz, vakti yoksa Perihanın ya da Nurinin lezzetli çaylarından içer, İstanbulun harikulade siluetini seyreder.
Kendisinin akreditasyonunu iptal etmedik yani.
Üstelik bizimkisi gerçekten özel arazi olduğu halde.
Orgeneral Başbuğun basın toplantısını televizyondan izledik.
Katılanlardan bazılarını azarladı.
Sorulan sorulardan bazılarına cevap vermedi, bazı da sorulmayan sorulara cevap verdi.
Biraz garip bir basın toplantısıydı.
Böyle kalabalık toplantılarda bazen sertleşerek, bazen şakalaşarak konuları gözden kaçırmayı başarıyorlar.
Örneğin karşı taraf gibi tuhaf bir laf söylediğinde Genelkurmay Başkanı, karşı taraf kim sorusunu bir şakayla geçiştirebiliyor.
Halbuki önemli bir laf bu.
Genelkurmay, bu ülkenin insanlarından bazılarını karşı taraf olarak görüyor.
Dünyanın bütün genelkurmayları için bir tek karşı taraf vardır, o da düşmandır, onun dışında karşı taraf olmaz.
Zaten bizim ülkeyi şirazesinden çıkaran nedenlerden biri Genelkurmayın aklındaki bu karşı taraf fikri.
Dikkatini dışardan ziyade içeriye çeviriyor bu yüzden.
Böyle bir hata ise ordunun askerî yeteneklerini azaltır, politik yeteneklerini keskinleştirir.
Ordu politize oldukça askerliği eksilir.
Tehlikeli bir iştir.
1971de darbe yapan ordunun 1974teki Kıbrıs savaşında gösterdiği performansı ciddi biçimde inceleyen biri, bu tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görür.
Darbede başarılıydılar ama savaşta başarılı olamadılar, kendi gemisini yedi saat boyunca bombalayan belki de yeryüzündeki tek ordu olarak geçtiler savaş tarihine.
Bu nedenle, içerdeki karşı tarafla değil dışardaki karşı tarafla ilgilenmeleri meslekleri açısından gereklidir.
Benim gördüğüm kadarıyla Orgeneral Başbuğ bu kurala gene uymadı.
Ergenekon çetesiyle ilgili davada, gizli tanıklardan ve itirafçılardan yakındı.
Üstelik de hukuk devletiyiz, yargıya karışamayız diyerek yaptı bunu.
Ergenekon iddianamesini çürütmeye çalıştı.
Darbeyle ilgili sorulardan kıvrak manevralarla sıyrıldı.
Toprak altından çıkan cephaneliklerle ilgili topraktan silah fışkırıyor diyen Mehmet Ali Biranda ise fışkırma kelimesinin yanlış olduğunu söyledi, fışkırıyor diyebilmek için topraktan daha ne kadar cephane çıkarılması gerektiğini doğrusu ben anlayamadım.
Her gül fidanının dibine bir Kalaşnikof ekilmesini mi bekleyeceğiz fışkırıyor demek için?
Bulunan silahların orduya ait olmadığını söyleyip, ele geçirilen mühimmatın polise de ait olabileceğini ima etti.
Mühimmatın üzerinde kafile numarası varmış, nerelere gönderildikleri bu numaralardan anlaşılırmış, peki, Poyrazköyde bulunan mühimmatın kafile numarası onların nereye gönderilmiş olduğunu gösteriyor?
Daha önce bulunan mühimmatlar hangi birliklerin envanterinde kayıtlı?
Bunları açıklamadı.
Orduya ait hiçbir silah yoktur dedi ama evinde bir cephanelik ele geçirildikten sonra askerî mahkeme tarafından karargâhtan silah çıkarmaktan suçlu bulunan subayın durumuna da değinmedi.
Silahlar ve mühimmat orduya ait değilse o subay niye mahkûm oldu?
Söyledikleri arasında benim görebildiğim en somut söz, Bedrettin Dalana verdiği cevaptı.
Dalan, kendi arazisinde cephanelik bulununca, oraya siviller giremez, oraya giren sivil ölü çıkar, biz de giremiyoruz demişti.
Orgeneral Başbuğ, oraya siviller girebilir, isterlerse oraya bina bile yapabilirler dedi.
Dalanın yalan söylediğini açıkça ortaya koydu.
Sadece Dalanı değil, Dalanı savunmak için parçalanan medyayı da iyice zorladı.
Ben genelkurmay başkanlarının bu kadar askerî toplantılar yapmasının pek demokrasiyle ve hukukla uyuşmadığını düşünüyorum doğrusu.
Bizim ordu biraz normalleşse artık, sakinleşse, politikayla, hukukla uğraşmayı bırakıp askerlikle uğraşsa, herkes için daha iyi sonuç verecek.
İyi bir ordumuz...
İyi de bir demokrasimiz olacak.
Doğrusu bu ya, ikisine de ihtiyacımız var.