Burhan Kuzu Twitterden bir mesaj atmış “1947’de Türkiye’ye gelen Amerikan Standart Oil Şirketinden Max Weston Thornburg ve iki arkadaşı Türkiye’ye bir ekonomi raporu hazırlıyor. Rapor neticesinde Türkiye 1947’de IMF’ye üye oluyor. İlk borçlanma 1961’de yapılmış. Hani bunu da bilelim dedim; maksat kültürümüz artsın.” Ben buna birkaç şey daha ekleyeyim, maksat “kültürümüz” artsın, her ne kadar ben “eğitim/education”den haz etmediğim gibi “Kültür/cultur” denen, “Spor” denen şeyden de etimolojisi, gaye ve yöntem olarak özellikle birkaç türünden hiç hazetmesem de. Maarif olmayınca “irfan” da olmuyor, “Cultur” ile idare ediyoruz, “yerli” ve “milli” olanını bulamayınca. Biliyorsunuz “İdman”ımız da “spor” oldu. Münevverlerimiz “aydın” oldu, “Havas”ımız da yok artık bizi, onun için “Avam” olduk. “Arif” artık sadece bir erkek adı. “İrfan” da öyle. Bunlar batıdan ithal ettiklerimizle birbirinin müteradifi değil. Ama şimdiki “L’ecoleliler bu iki şey arasındaki farkın bile farkında değiller.
Ne oldu ise bu USS Missouri zırhlısının Ertegün’ün cenazesini getirmesi ile başladı birçok şey. Mesela çok partili hayata geçiş süreci de öyle. Yoksa İsmet Paşanın aklı değildi o akıl. Türkiye sürecin sonunda BM’ye, NATO’ya, AET’ye üye olacak, İsrail’i tanıyacaktık. Bir bakıma TSE damgalı bir dinin inşası için “Din eğitimi”ne izin verilecekti. DP’ye itibar kazandırmak için, nasıl ANASOL-M’ye itibar kazandırmak için Apo’yu verdilerse, o gün de Ezan Arapça aslına çevrilecekti, hem de aynı “mihrak”lar tarafından.
Geçen gün bir Rus televizyonuna mülakat verdik, Rum Ortodoks kilisesi ile ilgili olarak. Adamlar gelmişler, burada bu konuyu konuşacak adam bulamıyorlar. Maalesef doğru düzgün bir “Bizantoloji”miz yok. “Ortodoksluk” üzerine çalışan kaç kişi var. Varolan ilgi arkeolojik, o da Anadolu’daki Hristiyanlık “kültür” mirasının ihyası ile ilgili.
Hristiyanlık Hatay’da doğdu, Mucid’i de Tarsuslu Saul, peki bu kimi ne kadar ilgilendiriyor. Hz. İsa yaşarken O’na iman eden kıral Urfa kıralı idi. Yani ilk İsevi devlet de Anadolu’da. Ki o saf hali ile bizim de peygamberimizdir.
Matta ve Yuhanna’nın mezarı Hatay’da Habibünneccar Camii’nde. Kur’an bu iki Havari hakkında “Şehre gelen iki Aziz” olarak söz eder. 3.sü Şemun’du. “Samandağ”ın adı “Simon dağı” olmasın. “Gavur dağı”nı “Nur dağı” yapan akıl, “Simondağı”nı da “Samandağı” yaptı! Tabela değiştiriyorsun olup-bitiyor değil mi? Adana’yı da değiştirseydiniz, Kayseri’yi de.
Ortodoksluğun da Katolikliğin de doğuşu bu topraklar. 4 İncil İznik’deki Konsül’de kabul edildi. Diğer İncil nüshaları Mudanya’da Aya Yorgi, Aya Sotri, Aya Ayani’nin kurdukları Triana Manastırı’ndaydı.
Saul Hz. İsa’dan 50 sene sonra icad ettiği dini yaymak için Hatay’da ilk seferini Konya’ya, 2.sini Ankara’ya, 3.sünü İzmir ve çevresindeki 7 kiliseye yaptı ve ilk taraftarlarını buradaki Pagan ruhanilerinde buldu. Sonra Selanik, dönüp geldi Tarsus, ardından Muğla, Rodos, Girit, Malta, Roma. Oradan Westfalya ve Strasborg. Ve tekrar Roma.
İncil’in vahiy bölümündeki kıyamet sahnelerinin coğrafyası İzmir ve çevresindeki 7 kilisedir. Bunlar Efes, İzmir, Bergama, Tiyatira, Sart, Filadelfya, Laodikya...
Yahu, biz hâlâ Anadolu’da yaşayan Müslüman Hristiyan, Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Süryani herkesin “Rum” olduğunu bile bilmeyiz. Selçuklular boşuna Müslüman ahaliye “Ahiyani Rum, Baciyani Rum, Gaziyani Rum” demiyorlardı. Onun için bizim takvimimiz, sanatımız “Rumi”dir.
Kıbrıs’taki Hristiyanlar kendilerini Yunan zannediyorlar. Onlar ne Yunan, ne Grek daha doğrusu Yunan denilen İonia halkları ki, orada Kartaca, Roma, Mısır, Mezopotamya, Helen, herkes var. Greklerse Likyalı denizcilere verilen sıfat. Yalan üzerine kurulu bir dünyada yaşıyoruz. Peki gerçek ne? O arşivlerimizde gizli, ama Osmanlıca ve Arapça bilmiyoruz. CHP zihniyeti onları Bulgaristan’a gönderip kağıt hamuru yapmak istedi ama Allah fırsat vermedi.
Peki biz ne yapıyoruz. Doğu Roma konusunda çalışanımız var mı? Para getirmiyor değil mi? Biliyor musunuz, İngiltere’de bir yılda Bizantoloji üzerine eğitim alabileceğiniz 40 yıla yakın en kısası 6 ay süren sertifika programları, lisans, yüksek lisans, doktora programları hayata geçiriliyor.
O zaman İngiltere’den bu konuda uzman çağırıp üniversitelerimizde Bizantoloji, Ortodoksluk ve Roma üzerine çalışma mı yaptırsak!
Bizim, vakıf-dernek, cemaat, media, üniversitelerimizin böyle bir meselesi var mı?
Üniversitelerimizde Prehistorya okutuluyor. “Tarih öncesi çağlar”ın tarihi. Tarih yazıyla başlardı değil mi? Daha öncesi “Mağara” devri, “İlkel insan”. O zaman Darvin’e niye kızıyorsunuz ki! Halbuki bizim inancımıza göre ilk insan Hz. Adem’di. O, okur-yazardı. Evde oturuyordu. Çocukları ziraat ve hayvancılık yapıyordu. Ama Urfa’daki Halil-ül Rahman “Kültür Parkı(!)”nın hemen yanındaki o büyük müzede bu mu anlatılıyor. Hz. Adem’in şehrinde Hz. Adem’i yok sayan bir zihniyeti kendi ellerimizle büyütüyoruz. Preshistorya okuyacaklar tabii, çünkü müze müdürü olacaklar, arkeolojik kazılarda iş bulacaklar. Geçim derdi, ne yaparsın!
Neyse, ne olacak bizim şu “Rum Ortodoks kilisesi”nin hali? Ekümenik mi değil mi derken, Ukrayna kilisesi ile Rus kilisesi yollarını ayırmak üzere. Rum Ortodoks kilisesi ile Rus Ortodokslar karşı karşıya kaldı. Kalır, çünkü bu kiliseler etnik temele dayalı, İmparatorluk kilisesi. Bizans imparatoru 1453’de devrilince; Fatih, Bizans imparatoru oldu. Osmanlı sultanları 1920’ye kadar aynı zamanda Ortodoks kilisesinin başı oldu. Cumhuriyet Osmanlı’ya reddi miras ederken, Bizans da arada kaynadı. Başsız kalan Ortodoks kiliseleri Batılı ülkeler arasında parçalandı gitti. Şimdi de kendi aralarında çatışmaya başladılar. Bu kiliselerden Süryani Patrikliğini Hz. Ömer kurdurdu. Fener’in başı Fatih’di, Ermeni Patrikliğini de Fatih kurdurdu. Ama kimin umurunda!
İstanbul Fener Rum Patrikliği Rusya’ya karşı direnecekmiş. Biz burada nerede duracağız? Bize ne diyebilir miyiz? Ha bu arada “Fener Rum Patrikhanesinin ülkemizde tüzel kişiliğe sahip olmadığı”nı da öğrenmiş bulunuyorum. Bir soru üzerine dışişlerinin cevabı bu yönde. O zaman sorun da yok, yapmamız gereken bir şey de yok. Harika!
Bu arada bir de Türk Ortodoks kilisesi vardı, Papa Eftim’in, o da tek kilise olarak İstanbul’da varlığını sürdürüyor. Onun ortaya çıkışı ve süreçteki rolünün hem teolojik ve hem de siyasi olarak değerlendirilmesi gerek.
Türkiye resmen konuyla ilgilenmiyormuş gibi yapsa da, bunların kiliseler var, bunların okulları var, hastahaneleri var, mezarları var, cemaatleri var. Biz ilgisiz davranarak bunu Katoliklerin, Protestanları ya da diğer ülkelerin insaf ve inisiyatifine bırakamayız. Önce o din ne diyor ve sonra o cemaatin talepleri neler ve bunu nasıl adalet ilkesine bağlı kalarak, barış ve özgürlük sacayağında nasıl hall ü fasl ederiz, ona bakmamız gerek. Bu, tarihin bize yüklediği bir sorumluluktur. Selâm ve dua ile.