Hiçbir netice birkaç nedenle izah edilemez.
İstanbul seçimlerinin büyük farkla kaybedilmesinin önemli nedenlerinden birinin enflasyon, diğerinin Suriyeliler meselesi olduğu doğrudur ama eksiktir.
“Seçilse bile o koltuğa oturamaz” tarzı açıklamalarla “halka rağmen” bir pozisyon alınmasının seçim sonuçlarını etkilediği doğrudur ama eksiktir.
Öcalan kardeşlerin röportaj ve mektuplarının açık bir şekilde dolaşıma sokulmasının vicdanları rahatsız ettiği ve bunun sonuçlara belli bir etkisi olduğu doğrudur ama eksiktir.
Yıldırım-İmamoğlu çekişmesine izin vermeyecek şekilde hükümetin sürece dâhil olmasının, bazı bakanların aşırı çıkışlarının halk tarafından nahoş bulunduğu ve bunun muhalefete yaradığı doğrudur ama eksiktir.
Seçimlerin yenilenme kararının, “Hiçbir şey olmasa bile bir şeyler oldu” sürecinin, zillet-millet-beka söyleminin rakibin saflarını sıklaştırdığı, kalabalıklaştırdığıdoğrudur ama eksiktir.
İktidarın kendi elleriyle, özene bezene İmamoğlu’na mağdur kostümü giydirmesinin seçim sonuçlarını ciddi anlamda etkilediği doğrudur ama eksiktir.
Halkı arkasına alarak vesayetle savaşmış ve onu yenmiş bir partinin kendisinin vesayete dönüşüyormuş izlenimi vermesinin halkta antipati oluşturduğu ve bunun sonuçlara yansıdığı doğrudur ama eksiktir.
Doğruluğu açık yığınla koşul sayılabilir bu şekilde.
Koşullar sayılarak siyaset kurumu da suçlanabilir pekala.
Ancak faturanın sadece siyasete kesilmesi, “tek sorunlu yanımız siyaset” diye düşünülmesi bizi yanıltmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Bu mekanizmada siyasi iktidarı destekleyen halkın rolü, yanlışlar karşısındaki ahlaki tavrı, meselenin eksik kalan kısmıdır ve bana göre sözünü ettiğimiz boşlukları dolduran da budur.
****
Her tarihi olayın sayısız değişkenin, sayısız doğru ve yanlış kararın ve yine sayısız kaderin bir birini tetiklemesi ile meydana geldiğini “Savaş ve Barış”ın destansı fonu arkasında Tolstoy bize bir ders gibi öğretmişti.
Seçimin siyasi olan ve olmayan sonuçlarına bu ders eşliğinde bakmalıyız bence.
Tek bir faktöre değil, tabiri caizse savaş meydanındaki her ere, her objeye, her eğime ve onların bütün içindeki tesirlerine odaklanmalıyız…
Belki bu bizi sorumluluğu sadece partinin yönetim kademesine yıkmaktan alıkoyarak tatsız gerçeğe biraz daha yaklaştırabilir. Ve böylelikle eksiklerimizi tamamlayarak geleceğe daha sağlıklı bir şekilde yürüyebiliriz.
Yönetimin yaptığı büyük, çok büyük hatta zincirleme hatalar var elbette.
Fakat gelinen nokta sadece AK Partinin oy kaybını değil, temsil ettiğini söylediği değerlerin kendi “mahallesinde-partisinde” bile sosyolojik zeminini kaybetmeye başladığını işaret ediyor maalesef.
Zeminin kaybı, oy kaybından daha önemli bir sorun olarak görülmeli bence...
Bunu gören, dillendiren insanlar var tabii ama sayıca ne kadar azlar hala.
Ak Partiyi iktidara taşıyan sosyolojik zemin, ekonomik ve çok baskın kültürel koşullar nedeniyle giderek eriyor ya da dönüşüyor. Üzücü ama kökeninde bolca gençlik hareketi tecrübesi bulunan ve vaktiyle bu alanda iddialı olan AK Parti giderek yetişkin ve yaşlı seçmen grubu arasına sıkışarak 30 yaş altındaki varlığını gözle görülür şekilde yitiriyor. Buna karşın en güçlü rakibi ana muhalefet ise gençlik üzerinde gün geçtikçe güçleniyor. Protez derneklerle de ancak gençliğin küçük bir kısımının dikkati çekilebiliyor…
Zeminin kaybedilmesine neyin yol açtığına dair birkaç gözlemimden bahsedip bırakayım.
Şunu biliyorum ki partinin üst kademelerinde başlayan artık kimseye de meçhul olmayan yozlaşma, değerlerden kopuş, benzer bir şekilde tabanda da görülüyor artık.
Mesela zeminin kaybedilmesini sağlayan şey, adalet sisteminin verdiği kararlarla mağdurlar yaratması değil sadece, dindar çevrelerin bu mağduriyetlere kayıtsız kalmaları olabilir.
Savurganlığın, kayırmacılığın, torpilin, adaletsizliğin, kirli medya düzeninin partiyi destekleyen çevreler tarafından taraftarlık hissiyatıyla sahiplenilmesinin “zeminin” dindarlar aleyhine kaybedilmesini sağladığı söylenebilir.
Sadece trollerin, fanatiklerin, yeminli holiganların varlığı değil; onların bu kadar çok müşteri bulabilmesi, trollerin tezlerinin kullanılması, fanatiklerin argümanlarıyla kampanya yapılması, holiganların kışkırtıcı üslubuyla konuşulması zemini kaybettiriyor, inanın…
Kültür alanında kalıcı, kapsayıcı işler yapmamak; çocuk ve gençleri kendi ellerimizle uluslararası kültür endüstrisinin torna tezgahına yatırmak zemini kaybettiriyor bilesiniz...
Ben bu kaybedilmiş zemini seçim günü, oy sayımını izlemek için sandık başına gittiğimde, bir AK Partili gözlemciye karşılık aralarında gençlerin de olduğu sekiz CHP’li gözlemci olduğunu fark ettiğimde ayan beyan gördüm. AK Parti’nin hiç de zayıf olmadığı o sandığın başındaki bu sahipsizlik, kimsesizlik, boş vermişlikçok şey anlatıyor anlayana.
Sözünü ettiğimiz problemlerin bir kısmına parti sebep oldu evet ama kalan kısmında vurdumduymazlığımızın payı büyük…
Yalnızca parti değil metal yorgunu olan veya oy kaybeden, içinde büyüdüğümüz “mahalle” aynı zamanda. Bu yüzden dostlar, oy kaybedelim ama “zemini” asla…
Bundan sonraki ilk işimiz giden oyları nasıl kazanacağımızdan önce, daralan zemini nasıl geniş ve güçlü kılacağımız olsun…