Önceki gün de dedim ya; gençlik yıllarımızda “Komünistler Moskova’ya” sloganları atan ben, şimdi Moskova’dayım... Tabiî, yıllar içinde, köprülerin altından çok sular aktı... Bizler, olaylara “daha geniş perspektiften bakmayı” öğrendik... Tabiî, bu arada Sovyetler Birliği dağıldı, “federatif bir devlet” oldu... Moskova’nın göbeğindeki Kızıl Meydan’da hâlâ “Kızıl Yıldız” var ama, Rusya artık “Komünizm”le idare edilmiyor... Moskova’da “ezan” da okunuyor, “çan” da çalıyor.. Dahası, gecenin “eksi 15-16 derece” dondurucu ve kavurucu soğuğunda kilise görevlileri, boyunlarına astıkları “kumbara” ile “yardım” topluyorlar... Hani, bir “reklâm” vardı; “Ne biçim lastik buu!..”
Ben de, gazeteci arkadaşlarımla Kızıl Meydan’ı gezerken; “Ne biçim Komünizm buu!..” demekten kendimi alamadım... Öyle ya; “kilise çanları”nın yanısıra, her taraf ışıklandırılmış “Noel çamları” ile dolu...
Az ötede “McDonald’s” tabelâsı!..
Evet; “Ne biçim komünizm bu?!?”
İNSAN ODAKLI BİR SİYASET!
Şunu gördüm ki; Rusya, ne kadar “içe kapalı” kalmaya çalışırsa çalışsın, “kapitalizm” veya “liberalizm”in etkisinden kendisini koruyamamış... Tam aksine, “dışa açılmaya” ve elbette “halkın refah düzeyini arttırmaya” çalışıyor...
Çünkü, Moskova’da “1500 Dolar” olan yıllık milli gelir, Rusya genelinde “500 Dolar”a kadar düşüyor.
İşte Dimitri Medvedev-Vladimir Putin ikilisi, “geliri arttırmak” için, “sınırdaş ülkeler” başta olmak üzere, dünya ile ilişkilerini geliştirmek, “daha fazla ticaret” yapmak istiyor...
Elbette, Türkiye de bunu arzu ediyor. Başbakan Tayyip Erdoğan, “dur-durak bilmeyen ziyaretleri” ile “irili-ufaklı bütün ülkeler”le ticaret yapmak, “halkın refah düzeyini arttırmak” istiyor.
Hem de “yargısal engeller”e rağmen!..
Meselâ, Rusya ile ticaret hacmini “5 yılda 100 Milyar Dolar’a çıkarmak” önemli bir hedef!..
“Putin ile yaptığı 10. görüşme”nin temelinde de bu hedefe ulaşmak vardı... Ama, bu hedeflere ulaşmaya çalışırken; Moskova Devlet Üniversitesi’nde öğrencilere “konferans” verirken de söylediği gibi; “edilgen bir dış politika” değil, “etkili bir dış politika” izlemeyi esas alıyordu.
Yine, o konferansta öğrencilere dediği gibi; şu anda Rusya ile 38 Milyar Dolar olan ticaret hacmini daha da yükseltmeyi hedefliyordu...
Şunu söyleyeyim: Bazıları ne düşünürse düşünsün, Tayyip Erdoğan, Türkiye’de bir “parti lideri” olmanın çok çok ötesine geçmiş, bir “dünya lideri” haline gelmiş!..
Rusya Devlet Üniversitesi’nde verdiği konferans esnasında; “AB’ye tam üyelik”ten tutun da, “Kıbrıs’ta çözüm”e, “Irak’ın toprak bütünlüğü”nden tutun da “İran’ın nükleer programı”na, “Suriye ile vizelerin kaldırılması”ndan tutun da “silahlanmaya yatırılan para”lara, “nükleer enerji”den tutun da “Kafkasya İstikrar ve Barış Platformu” önerisine, Ermenistan, Azerbaycan, Pakistan ve Afganistan ile ilgili “Türkiye’nin tavrı”ndan tutun da “terörist saldırılar”a varıncaya kadar hemen her konuda, “görüş ve çözüm teklifleri”ni sıraladı.
Erdoğan’a göre, “masadan kaçarak” çözüm bulunmaz... Çözüm; kovalayarak, “barışı kovalayarak” bulunur!.. Çünkü, “açlık ve yoksulluk” ancak böyle giderilir!..
Tayyip Bey, gerek Medvedev’le görüşmesinde, gerek Putin ile görüşmesinde, “önce insan”a vurgu yaptı... Sanıyorum “Rus yönetimi” de böyle bir arzu içinde olmalı ki; önceki günkü görüşmelerde “çok önemli anlaşmalar” imzalandı, çok önemli mesafeler alındı...
RUSYA İLE DEV ANLAŞMALAR
¥ Türkiye ile Rusya arasında, “Türkiye’de Nükleer Santral Tesisi Konusunda İşbirliği Ortak Beyannamesi” ile “Bitki Karantina Alanında İşbirliği Anlaşması” imzalandı.
¥ Erdoğan, Rusya ile vizelerin kaldırılması konusunda, “Medvedev’in Türkiye ziyaretinde bunu karara bağlarız” dedi... Putin de “Umarım bu süreç fazla vakit almaz” diye konuştu.
¥ İki lider, karşılıklı ticaretin TL ve Ruble ile yapılması konusunda da mutabakata vardı.
Bunlar, önemli gelişmeler.
Düşünebiliyor musunuz;
Türkiye’ye “vize zulmü” yaşatan “AB ülkeleri”ne karşılık; Rusya, önümüzdeki Mayıs ve Haziran ayında “vize”yi kaldıracak, karşılıklı ticaret de “Türk Lirası ve Ruble” ile yapılacak... Ve ticaret hacminde hedef; 38 Milyar Dolar’ı, önümüzdeki 5 yılda 100 Milyar Dolar’a çıkarmak!..
Avrupa, bundan “rahatsız” olmaz mı?..
İsrail, bundan “rahatsız” olmaz mı?..
Ama Türkiye, bu girişim ve imzaladığı anlaşmalarla, “AB’siz de yürüyebileceğini” gösteriyor!.. İsrail’in “aptalca çabaları”na da takılıp kalmıyor!..
Çünkü Türkiye, “devler ligi”nde oynuyor;
“Cüce”lere ve “cücelik”lere ayıracak vakti yok!..
Bunu, “dost-düşman” herkes anlayacak!..
ERDOĞAN İLE UÇAKTA SOHBET
Ne yalan söyleyeyim; “İsrail’in son aptallığı”ndan sonra, Başbakan’ın; “sinirli ve asık suratlı” olacağını zannediyordum... Ne var ki, dönüş yolculuğunda sohbet ettiğimiz Tayyip Bey, son derece “neşeli” ve bir o kadar da “moral” doluydu... Çünkü onun gündeminde “Rusya ile anlaşmalar ve varılan mutabakatlar” vardı, “İsrail’in şımarıklığı” umurunda bile değildi.
Sohbetimiz devam ederken, saat 20.15 civarında, “Telefon var” dediler... Odasına geçti, kısa süre sonra döndüğünde, “İsrail özür dilemiş” dedi, o kadar...
Bir daha da, konuyu açmadı...
Çünkü o, “küçük ve basit hesap”ların “büyük hedef”lere gölge düşürmesini istemiyordu.
“Türkiye’nin gündemi”nde bulunan hemen her konuda “soru”lar yönelttik Tayyip Bey’e...
O da, “samimi” cevaplar verdi...
Meselâ, “son 7 yılın muhasebesi”ni yapıp, dedi ki;
“Türkiye’de demokrasi çıtası AK Parti sayesinde yükseldi... Konuşulmayan çok şey, bizim iktidarımızda konuşulur hâle geldi...
7 yıl, 8 yıl, 10 yıl öncesine gidelim, köşe yazarlarına kimler müdahale ediyordu?.. Olağanüstü Hal’i bir kenara koyamayız... Nereden, nereye geldik. Güneydoğu’da vatandaşlarımızın birçok müktesebatını nasıl kazandığını biliyoruz. Roman vatandaşlarımız kimsenin gündeminde değildi. Biz girince MHP hazırlığa girişti. Günaydın. Düne kadar Roman yok muydu? 2005’te Diyarbakır’da konuştum. Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi, azınlıkları da, Alevileri de, Sünni vatandaşları da, Romanları da kapsıyor.
28 Ocak’ta Alevi Çalıştayı son toplantısını yapacak... Bir rapor hazırlayacaklar. Hayata geçirmek için çalışmalar yapacağız. Genelgeyle yapılacaklar, yasayla yapılacaklar, Anayasa değişikliği ile yapılacaklar şeklinde öncelik sırasına göre çözümler üreteceğiz.”
ROMAN AÇILIMI
Manisa Selendi’de meydana gelen olaylar sorulunca, şunları söyledi Tayyip Bey;
“Romanları göçerlikten kurtarmayı amaçlıyoruz... Romanlar 40 küsur ilde yaşıyorlar. Yerleşik düzene geçmeleri için özel idareler, belediyeler ve TOKİ çalışıyor... Onların yaşam alışkanlıklarına göre yerleşkeler yapılacak. TOKİ proje hazırlıyor. Süratle yapılaşma olacak. Yer noktasında arazi verebiliriz. Bazı belediyeler başladı bile... Bir Roman, çocuğunu okula gönderdiğinde bazı yerlerde diğer veliler, çocuklarını o sınıftan alıyordu. Okul lafını duyunca çok neşelendiler. Bu bir zulümdür. Ortadan kaldıracağız... Okulları olacak, alışveriş yerleri olacak, sosyal mekânları olacak. Topluma kazandırılacaklar.”
BAYKAL’A: ZİL TAKIP, OYNA!
Başbakan, özellikle CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve “soldaş medya” tarafından dillendirilmeye başlanan “Tek Parti diktası!.. Sivil faşizm” eleştirilerine ise sert tepki gösterdi ve dedi ki;
“Ey Baykal ve yandaşları!.. Böyle bir durum varsa, AK Parti’nin oyları yüzde 26’lara düştüyse zil takıp oynayacağınıza, niye sivil diktadan bahsediyorsunuz?.. Oyumuz 26 veya daha aşağıya düştüyse CHP ile MHP’nin toplamı 40’lara varır...
Durum böyle ise niye ağlıyorsunuz?..
Seçimlere kalmış 1.5 sene. Daha yükselirsin. Halk seni seçer. Millet getirirse iktidara gelirsin. Ama iftiralarla bir yere varmak mümkün değil...”
REFERANDUMLARA ALIŞMALIYIZ
Malûm, bir de “Referandum” konusu var... Referandum kararı alındıktan 120 gün sonra “sandık” konuluyor... Oysa, iktidar bu süreyi “45 güne indirmeyi” plânlıyor... Biliyorsunuz, bu teklif ortaya atıldığında, muhalefetten “homurtular” yükseldi...
Başbakan’ın, onlara da bir cevabı vardı:
“Türkiye, referandumlara alışmalıdır... Bizde referandum zor oluyor... Geçmişte referanduma pek başvurulmuyordu ama bazı konuları halka götürmekte yarar var.”
Niye referandum?..
Çünkü Türkiye’de bir “yargı sorunu” var!.. İktidar, birçok konuda “yargı engeli” ile karşılaşıyor.
Meselâ, Rusya’nın “Türkiye’de nükleer santral inşa etmesi”ne ilişkin ihale, Danıştay tarafından reddedildi... Peki, ne olacak?.. Danıştay öyle karar verdi diye, nükleer santralden vaz mı geçilecek?..
“Hayır” diyor, Başbakan;
“Teknik altyapı çalışması yapılıyor. Bittikten sonra tekrar bir araya geleceğiz. Hükümetler arası anlaşmayı daha sonra Başbakanlar olarak Meclis’e göndereceğiz. Uluslararası anlaşmalar çerçevesinde ele alınacak.
Danıştay devrede olmayacak.
Geçmişte örnekleri var.
6 aylık süreci kapsayabilir. Siemens burada Rusya’nın tercih ettiği bir ortak. Yaklaşık 2400-2500 megavatlık iki ünite söz konusu. 7 yılı bulan bir süreç... Sinop için hazırlık var.
Aynı metodu burada da takip edeceğiz.
Hükümetler arası anlaşmayla çözeceğiz.”
Ve dün öğrendim ki;
“Nükleer Santral İhalesi” konusunda, Enerji Bakanlığı “start” vermiş... Bu iş, Kasım ayı ortalarına kadar herhalde bir neticeye varır.
GÜNDEMDEN KISA KISA
Başbakan, “Türkiye ve dünya gündemi”ne ilişkin olarak da önemli açıklamalarda bulundu... İzninizle, bunları da “kısa notlar” halinde aktarmak istiyorum:
¥ ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ- Mevcut şartlar, çok detaylı değişikliğe imkân vermiyor... Anayasa değişikliği geniş değil, dar kapsamlı olur... Çünkü geniş bir değişiklikte, muhalefet, yine Meclis’i kilitleyebilir.
¥ BDP- Temenni ederiz ki, BDP aynı yanlışlara düşmez... Çünkü demokratik taleplerini dillendirebilecekleri bir Meclis kürsüsü var... Farklı yerlerde, farklı söylemler, arzu edilmeyen neticeler getirdi... Buna rağmen, biz; tüzel kişiliklerin kapatılmasına karşıyız... Kişi suç işlerse cezasını çeksin... Şoför hata yaptı diye, kalkıp da otobüsü cezalandırmanın anlamı yok!
Bu arada; Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in küfürlü konuşması da; şık değil, çirkindi... Siyasetçinin ne dediğini bilmesi lâzım!
¥ İRAN- Bölgemizde nükleer silah istemediğimizi tekrar ifade ettik. Ancak nükleer konusunda hassasiyetimizi, barışçı amaçla karıştırmamak gerekir. Nükleer enerjinin barışçı amaçla kullanılmasına herkes saygı duymalı. Obama da aynı şeyi söylüyor. Nükleer enerji silaha dönüşürse o ayrı. İran, zenginleştirilmiş uranyumla yakıtın takas edilmesini önerdi.
ABD 10 ayda verebilirim diyor. İran 5 ayda ısrarlı. Avrupa’da netlik yok. Böyle bir takasa yaklaşırlarsa çözüme kavuşabilir gibi bir durum var.
Rusya da sorunun diplomasi ile çözülmesinden yana. Öyle zannediyorum Çin de diplomasiden yana...
Baradey’in Türkiye tezi gündeme geldiğinde İran olumlu yaklaşsaydı, karşı taraf köşeye sıkışacaktı.
BÜYÜK HEDEFLER PEŞİNDE
Bunların dışında daha başka sorularımız, Başbakan’ın verdiği daha başka cevaplar da var ama onları da ileriki günlerde yazarız inşallah.
Son olarak bir gözlemimi aktarayım:
Başbakan, bir “parti lideri” gibi değil, artık bir “dünya lideri” gibi davranıyor... “Büyük” düşünüyor, “büyük adımlar” atıyor!.. Öyle olmasa, İsrail, hiç dize gelir miydi?.. Öyle olmasa, AB ülkeleri, hiç ilişkileri yeniden gözden geçirir ve “sivil dikta” bağırtıları hiç bu kadar dillendirilir miydi?..
Demek oluyor ki; “hazımsız”lar çok!.. Hiç düşünmüyorlar ki; “yüzde 26(!) ile sivil dikta” olmaz!..
Geziden aktaracaklarım, bugünlük bu kadar...
==============
Bir Putin portresi
Rusya Başbakanı Vladimir Putin’i 5 yıl önce Soçi’de görmüştüm... O zaman da dikkatimi çekmişti... Hiç “renk” vermiyordu... “Neşeli” de olsa, “öfkeli” de olsa, yüz hatları hiç değişmiyor, hiç gülmüyordu...
Önceki gün, “Erdoğan’la ortak basın toplantısı”nda da, yüz ifadesi hiç değişmedi. Hiç “mimik” yok, hep ciddi, hep ciddi...
Yalnız, bu defa “espri” yaptı... Biz, “8 gazeteci adına soru sorma” yetkisini Sabah’tan Erdal Şafak’a verdik... O da, “uzun bir soru” sordu... Biraz sonra, Rus bir bayan gazeteci sordu sorusunu... Ama, soru Erdal Şafak’ınkinden “çok daha uzun”du...
Putin, bayan gazeteciye dönüp; “Türk gazeteci, 8 gazete adına soru sordu. Dolayısıyla uzun olması normal... Ama siz, tek başınıza ondan da uzun bir soru sordunuz!”
Putin’in yaptığı bu espri, Başbakanlık Konutu’ndaki herkesi güldürdü... Ama Putin, kendi esprisine bile gülmedi... Suratında yine “mimik” yoktu, yüz ifadesi yine “ciddi”ydi...
Acaba, “dondurucu soğuklar”dan dolayı mı “donuk bir yüz ifadesi” vardı, yoksa “KGB’de aldığı eğitim” mi böyle olmasını gerektiriyordu?..
Onun aksine, Tayyip Bey “vücut dili”ni çok iyi kullandı.