AK Parti’nin “yüzde 49.5 oy” alıp, “tek başına iktidar” olmasıyla birlikte, “Başkanlık Sistemi” tartışmaları yeniden hız kazandı!..
“Yeniden” diyorum, çünkü “Başkanlık” mevzusu; “vefatının 77. yıldönümü” dolayısıyla bugün andığımız Atatürk’ten bu yana tartışılıyor!..
Bu tartışma, merhum Alparslan Türkeş, merhum Necmettin Erbakan, merhum Turgut Özal dönemlerinde de yapıldı.
Her üç lider de, “Başkanlık Sistemi’ne taraftar”dı ve bunu sık sık dile getirirlerdi!..
Hatta ve hatta;
“Merhum Türkeş’in halefi” olan Devlet Bahçeli bile, bir röportajında “Başkanlık lehinde” sözler sarf etmişti... Bugün farklı konuşuyor, ayrı mesele!..
ABD-TÜRKİYE KIYASLAMASI
Ama, tartışmaların en ateşlisi “2013 yılının başlarında” yapılmıştı...
İşte o günlerde, dönemin Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, hem konuya “açıklık” getirici konuşmalar yapmış, hem de “eleştiri”lere cevap vermişti...
Aslında, “açıklama”ya da gerek yoktu... Çünkü tablo gayet net ve açıktı:
“Türkiye’de 93 yılda 64. hükümet” kurulurken, “Başkanlık Sistemine 227 yıl önce geçen Amerika”da; Obama, “44. başkan”dır, iyi mi?..
Eğer Türkiye’de “istikrarlı bir yapı” olsaydı, yani “seçimler 4 veya 5 yılda bir yapılsa”ydı; Ahmet Davutoğlu başkanlığındaki “64. Hükümet”in işbaşına gelebilmesi için, “aradan 308 yılın geçmesi” gerekecekti!..
“Darbe”ler, “entrika”lar ve “trans-fer”ler olmasaydı; “64. Hükümet”in en az “2 bin 169 yılı”nda, ya da “2 bin 228 yılı”nda göreve gelmesi gerekecekti!..
Ama, 2015 yılındayız ve bugün-yarın “64. Hükümet” kurulacak!..
Görüyorsunuz ya;
“Türkiye’de 93 yılda 64 hükümet,
Amerika’da 225 yılda 44 başkan!..”
Peki, sormak lâzım değil mi;
“Siyasi istikrar” nerede?..
Bunun çaresi “parlamenter sistem” midir, yoksa “başkanlık sistemi” mi?..
Haa, “hükümet”lerin; milletvekillerinin “istifa” tehditleriyle yıkılıp-kurulduğunu da unutmayalım... Ecevit’in “Güneş Motel entrikası” ile hükümet kurduğunu, Hüsamettin Cindoruk’un da “Refahyol’u devirdiğini” hepimiz biliyoruz!..
Anlayacağınız;
“Güçlü iktidar”ın yolu, “başkanlık sistemi”nden geçiyor!..
Türkiye, “tarihinin en önemli kavşaklarından birine” hızla yaklaşıyor... Bir yandan “sivil anayasa”yı tartışıyoruz, bir yandan da “Başkanlık Sistemi”ni!..
Hatta, “muhalefet”e göre; “Başkanlık Sistemi” ile ilgili talepler, “Sivil Anayasa”yı engelliyor!..
Peki; “iktidar” cephesi ve “siyasi istikrar” isteyenler “Başkanlık” derken, muhalefet partileri ve bazı STK’lar, niye “diktatörlüğe gidiyoruz” gibi bir “evham” ve “paranoya”nıniçindeler...
İşin aslı ne?..
Ya da, kim haklı?..
“Başkanlık sistemi olsun” diyenler mi, “Olmasın” diyenler mi?..
Meselenin özüne geçmeden önce, bir hususun altını çizmek istiyorum...
Malûm, atalarımız;
“Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” demişler... Aynı şekilde; “problem” olmayan yerden de “tartışma” çıkmaz...
Bugün, “Başkanlık Sistemi”ni tartışıyorsak, bu demektir ki, “Parlamenter Sistem”de bir problem var.
Kaldı ki;
Bu problem, “bugün”ün değil, aslında “dün”ün de problemidir ve 1876’dan, özellikle de “1920’li yıllar”dan itibaren hep tartışılmıştır... Eğer çözüm bulup da “Başkanlığa geçemezsek”, herhalde “yarın”larda da tartışacağız.
ÇOĞUNLUK NE DİYORSA O!
Bugün “sistem tartışması” yapıyorsak, bu demektir ki; Türkiye’nin içinde bulunduğu sistem, “yeterli değil”dir!..
O halde, yerine ne koyacağız?..
Malûm, “Türkiye’de yasama ve yürütme ayrı” diyoruz... Ama bu konu; Anayasa’da yazdığı gibi ayrı değildir. Uygulamada yasama ve yürütme, “Yürütme”de birleşmiştir. Esasında, Türkiye’de bağımsız bir yasama da yoktur.
Bunun birbirinden ayrıldığı bir yapıyı hayata geçirmemiz lazım. Tam anlamıyla yasama ve yürütmeyi birbirinden ayıran, bağımsız hale getiren bir yapı sadece Başkanlık Sistemi’nde vardır!..
Çünkü Başkanlık Sistemi; birbirinden tam ayrı, birbirine karşı tam bağımsız bir yapı ortaya koyuyor.
Şunu da hatırlatalım:
Hem Atatürk, hem İnönü, hem de Menderes’in; hem yürütme ve hem de yasama elindedir. İşte bu, “tam bir başkanlık sistemi”dir...
Onlar; bugünkü “Amerikan sisteminden daha güçlü başkandır”lar!..
O dönemde Mustafa Kemal Atatürk, ne dediyse hükümet onu yaptı... Adnan Menderes döneminde de, Celal Bayar, temsili bir noktada duruyor, sadece Menderes’in dedikleri oluyordu... Açıkçası; Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü dönemleri, “fiili başkanlık dönemleri”dir!..
Dahası; o dönem, bugünkü Amerikan Başkanlık Sistemi’nden daha güçlü bir sistemdi... Obama’nın zavallı bir durumu var... Hani, Burhan Kuzu Hoca, sık sık ‘Zavallı Obama’ der ya; yerden-göğe haklıdır... Çünkü Obama’nın parlamentoda hiçbir etkisi yok. Ama hem Atatürk’ün hem İnönü’nün hem Menderes’in; hem yürütme, hem yasama elindedir. Yani, uyguladıkları “tam bir başkanlık sistemi”dir. Onlar, bugünkü Amerikan sisteminden daha güçlü başkandırlar!..
VEKİLLERİN İSTİFA TEHDİDİ!
Bu arada;
“Milletvekillerinin istifa tehdidi” altında bulunan bir “iktidar”ın da “güçlü olamayacağını” gözden ırak tutmamak gerekir...
Bunun en çarpıcı örnekleri olarak; Bülent Ecevit’in “Güneş Motel entrikası” ile vekil “transfer” edip “Hükümet” kurması ve 28 Şubat Süreci’nde Hüsamettin Cindoruk liderliğinde birleşen bazı DYP’lilerin “istifa” ederek “Refahyol’u iktidardan düşürmesi”ni gösterebiliriz.
Diyelim ki, siz; ‘iktidar” olarak bir “politika” ortaya koyuyorsunuz...
Ama, bundan medya rahatsız, sermaye rahatsız, bazı güç odakları rahatsız...
“Bu hükümet gitsin” denildiğinde, operasyon düğmesine basıldığında, bakıyorsunuz “gazete manşetleri”yle veya “başka tehdit unsurları”yla patır patır istifalar oluyor!
Bugün, AK Parti’nin milletvekili sayısı söz konusu güçlerin operasyon yapmasına yetecek nitelikte değil ama; pek çok girişim başarısız olduğu için başka tür yollara tevessül edildiğini herkes biliyor...
Onun için güçlü iktidar ancak “başkanlık sistemi”nde çıkıyor. İktidarı sandıkta halk belirliyor, iktidara gelen başkan 4 veya 5 yıl çalışmasını yapıyor. Değiştirmesi gerekiyorsa, sandıkta da halk değiştiriyor...
İşin özü şu: “Başkanlık sisteminde hesabı soracak olan halk, hesabı verecek olan da Başkan olacaktır!”
NİYE KARŞI ÇIKIYORLAR?
Peki; bunca “getiri”sine ve bunca “avantaj”ına rağmen, özellikle “Sol, Sosyalist ve Marksist” partiler niye karşı çıkıyor “Başkanlık Sistemi”ne?..
Karşı çıkıyorlar, çünkü;
“Başkan olabilmek için en az yüzde 51 oy almak lâzım... Oysa, bizim yüzde 51’e ulaşmamız mümkün değil... O halde, Başkanlık Sistemi’ne karşı çıkalım... Öyle ya; nasıl olsa bizim düşüncemiz, bizim fikrimiz iktidar da olmaz, başkan da!” diye düşünüyorlar.
“Parlamenter Sistem”de ısrar etmelerinin sebebi ise şu:
“Parlamenter Sistem’de, hiç olmazsa bir iktidar umudu var...
27 Mayıs’ta ve 28 Şubat’ta olduğu gibi, asker belki siyasete müdahale eder de, bize de iktidar yolu açılır...
Ama Başkanlık Sistemi gelirse; askeri darbe ihtimali ortadan kalkacağı için, biz de iktidara gelemeyiz!”
Oysa, böyle bir ihtimal var...
“Halkın inançlarına saygı” gösterseler, “insanları kucaklamaya” başlasalar, ehh biraz da “çözüm” politikaları üretseler, pekalâ yüzde 51’i bulabilirler!
Ama, kendileri de biliyorlar ki;
Bu şartları yerine getiremezler!..
Yani;
İnançlara saygı gösteremezler,
İnsanları kucaklayamazlar,
Çözüm üretemezler!..
O halde;
“Muhalefet”te kalmaya devam...
Hem sonra;
“İktidar” olup da “ülke yönetmek” gibi bir dert ve çabaları yok ki!..
Ve ayrıca;
Partilerine “başkanlık” edemiyorlar ki,
Türkiye’ye “Başkanlık” etsinler!..
Bir not daha:
Kemal Kılıçdaroğlu’sundan Devlet Bahçeli ve Selahattin Demirtaş’ına kadar, muhalefetin 3 “Genel Başkan”ı, 1 Kasım sonrasında hayli zor durumda!..
Ha gittiler, ha gidecekler!..
Söyleyin Allah aşkına;
“Genel Başkanlık”ları tehlikede olan adamlar, hiç “Türkiye’nin Başkanlığı”nı düşünebilirler mi?..
O halde, bağır bağırabildiğin kadar:
“Başkanlık Sistemi’ne hayır!
Seni Başkan seçtirmeyeceğiz!”
Kimi seçtirmeyeceksiniz?..
“Tayyip Erdoğan’ı!”
Ulan salak, ulan ebleh;
“Erdoğan zaten başkan!”
Hem de, “halkın yüzde 52 oyu” ile!..
****************************************************************************
“Yarı Başkanlık” ne ki, olacaksa “tam” olsun!
“Başkanlık tartışmaları” uzun zamandan beri yapılıyor... Geçmişte, dönemin Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ve Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, sık sık açıklamalar yapıp, “Başkanlık Sistemi’nin gerekliliği”ni örnekleriyle açıklamıştı.
Hatta, Burhan Kuzu; “Her Yönü İle Başkanlık Sistemi” adlı bir kitap yazmış ve sistemi “veciz” bir ifade ile şöyle dile getirmişti:
“Ya Başkanlık,
Ya pişmanlık.”
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da, henüz “Başbakan” iken, “Türkiye için Başkanlık Sistemi’nin gerekli olduğunu” sık sık vurgulamıştı...
Doğrusunu söylemek gerekirse;
“Cumhurbaşkanı’nın halkın oylarıyla seçilmesi” ile, “fiili başkanlık sistemi”ne zaten geçmiştik...
Ha yarı Başkanlık,
Ha Tam Başkanlık!..
Bu saatten sonra yapılacak tek şey;
“Anayasa’ya birkaç satırlık madde” ekleyip, sistemin “adını koymak”tır!..
Evet, sadece “adını koymak!”
Yoksa, şu anda uygulanan sistem, zaten “Yarı Başkanlık Sistemi”dir!..