Değerli okuyucular, psikoterapi danışmanlık almaya gelen danışana kendisi için en iyi olanı bulmasına rehberlik edip, onu hayatını yeniden düzenleme, kendisine ve çevresine karşı hoşgörülü olma, problemlerine dış gözle bakabilmesini sağlama, problemlerine ait bir içgörü ve farkındalık kazandırmasına yardım etme sürecidir.
Kişiler danışmanlık hizmeti almaya genellikle bir semptomla gelirler. Bu semptom; panikatak, depresyon, kaygı bozuklukları, uyku problemleri, sosyal fobi, öfke patlamaları, ilişki sorunları vb. olabilir. Psikoterapilerde terapistler, sadece yüzeyde görünen semptomu düzeltmezler, o semptomun altında yatan dipteki nedenleri de düzeltmeye çalışırlar. Bunu bir metaforla açıklamak isterim; diyelim bir bataklık var ve üzerinde sinekler uçuşuyor. Bataklık olduğu sürece sinekler de varlığını sürdürecektir. Sinekler semptomdur. Sineklerden tamamen kurtulmanın yolu bataklığı kurutmaktır.
Danışanlar ilk defa seansa gelirken “Terapistimle her şeyi konuşabilecek miyim? Konuya nerden başlayacağım? Konuştuklarımız aramızda kalacak mı? Terapistime güvenebilecek miyim? Terapistim beni yargılar mı, anlattıklarımı saçma bulur mu? Sorunlarım ne kadar zamanda düzelecek?” gibi kaygıları düşünürler. Gerçekten de kişi ile terapisti arasında ne kadar güvene dayalı bir ilişki varsa terapi o kadar başarılı olacaktır, danışana iyi gelecektir. Terapist ile danışan arasındaki kurulan bu yeni ilişki, yargılamayan, anlayan, güven veren bir ilişkidir. Çünkü danışan şimdiye kadar kurduğu ilişkilerde yargılanmış, küçümsenmiş, gereksiz tavsiye verilmiş, koşulsuz kabul edilmemiştir. Oysa terapist diğer kişilerden çok daha farklı davranmaktadır.
Psikoterapiye başvuran danışanlarda pek çoğunda görülen bir yanılgı var; her şeyi kontrol etme yanılgısı… Oysa hayatta kontrol edemediğimiz şeyler de var. Ölüm, hastalıklar bizim kontrolümüz dışında. İnsan sadece kendi evini istediği şekilde düzenleyebiliyor, evinin içini kontrol edebiliyor. Böylece sanki bütün dünyayı kontrol edebileceği yanılgısına düşüyor. Bir de işin duygu tarafı var. Duygular hem genetik olarak, hem de ebeveynlerimizden gözlemleyerek kopyalayarak nesilden nesile geçiyor. Anne veya bakım veren kişiden çocuğa iyi duygular da kötü duygular da geçiyor. Anne çok kaygılı birisiyse, o çocuk da yetişkin olduğunda kaygılı olabiliyor.
Sağlıklı olan, kişinin tüm duyguları yeri geldiğinde yaşayabilmesidir. Kişi çevresine çok rahat ve gamsız bir izlenim veriyorsa, muhtemelen kaygısını bastırıyor demektir. Örneğin, terapide danışan çok konuşuyorsa, susma ve sessiz kalabilme yetisi gelişmemiş demektir. Terapist seanslarda bunu danışana fark ettirip, susma yetisini geliştirir. Aslında en sağlıklı olanı, kişinin bazen çok konuşması, bazen orta düzeyde konuşması, bazen de hiç konuşmak istememesidir.. Danışan bunun tek bir kutbunda kalıyorsa yani çoğu zaman çok konuşuyorsa, çocukluğuyla ilgili olumsuz travmaları var demektir. Çok konuşan danışan, seanslarda sessiz kaldığında bu anılar bilinç dışından bilince çıkar ve kişi diğer kutupla temas ettikçe beynine geçmişle ilgili anılar, imgeler gelir.
Terapilerde olumsuz travmalar hemen ilk seanslarda ortaya çıkmaz. Danışan terapide yeni şeyleri deneyimledikçe beyninde yeni sinapslar ve protein sentezleri oluşur. Danışan terapistle güvenli bir bağ kurduğu için ilk üç-dört seansta kendini daha iyi hisseder. Terapinin ilerleyen seanslarında olumsuz çocukluk yaşantıları ve acılar ortaya çıkar. Kişiler genellikle acı verici konuları konuşmaktan, kendini üzüntülü kaygılı hissetmekten kaçınır. Terapilerde danışanın kötü duyguyu (acı, üzüntü, korku, öfke …) deneyimleyip, o duyguda kalması önemlidir. Yani terapinin başlarında çok iyi hissedeceğim, daha mutlu olacağım diye bir şey yoktur. Acı verici, bastırılan olumsuz anılar bilince geldikçe ve bunlar terapistle beraber çalışıldıkça kişiler kendini daha iyi hissetmeye, psikolojik sağlamlığını arttırmaya ve acı verici duygulardan kaçmayıp, onlara dayanabilmeye ve kendini sakinleştirme (öz regülasyon) becerisine sahip olur.
Terapi için mutlaka kişi kendinde bir sorun tanımlayıp bu şekilde yardım almaya gelmelidir. Yani; “insanlarla ilişkilerimi geliştirmek istiyorum” ya da “eşimin bana daha iyi davranmasını istiyorum” gibi şeyler terapinin konusu değildir. Kişi kendisi ile ilgili sorumluluk alabilmelidir; “İnsanlarla ilişkimde öfkemi kontrol edemiyorum”, “Kendimi ifade ederken zorlanıyorum” “Kaygılandığımda iş hayatımda performansımı gösteremiyorum” gibi…
Kişi psikolojik destek almak için geldiği terapistiyle bazen tam bir terapötik ittifak kuramaz. Böyle bir şeyle karşılaştığında “Sorunlarım çözülmeyecek” diye düşünmemeli, başka bir terapiste başvurmalıdır.
Acıdan kaçmayıp olumsuz duyguları da kabul edebilmeniz duasıyla Allah (c.c)’a emanet olunuz.