Cumhurbaşkanı Erdoğan; Suudi Arabistan’ın Türkiye’den silahlı insansız hava aracı SİHA satın almak istediğini açıkladı. Aynı konuşmada iki ülke arasındaki sorunların sessizlikle çözülmesini, ısıtılmamasını istedi. Erdoğan, Mısır, Mısır halkı için de benzer açıklamalar yaptı hatta Mısır’la görüşmelere başlandığını haber verdi.
Suudi uçakları Girit’e gelirken…
Cumhurbaşkanı bu açıklamayı yaparken S. Arabistan savaş uçakları, Yunanistan’a destek için Girit’e geliyor, uçakların fotoğrafları ve bu “destek”, Yunanistan tarafından Türkiye’ye karşı şova dönüştürülüyordu.
ABD, İsrail, Fransa ve Yunanistan Ege ve Doğu Akdeniz’de tatbikatlar yapıyor, bu kampanyaya S. Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) de katılıyordu. Türkiye bu “taşkınlığa” karşı İsrail, Yunanistan ve AB’ye nota bile verdi.
SİHA satın almak ile Ege’de Türkiye karşıtı cepheye katılmak nasıl açıklanabilir? Bir yanda Ege ve D. Akdeniz’de Türkiye’ye karşı kurulan cepheye katılıyorsun, diğer yanda Türkiye’den silah ve askeri teknoloji desteği istiyorsun.
S. Arabistan Batı’nın silahı ile bizi vuruyor.
Sorun da, çözüm de tam da bu noktada açığa çıkıyor. Türkiye ile S. Arabistan arasında görünürde hiçbir sorun, çatışma yok. İlişkilerin zora girmesi “üçüncü taraflar”ın Türkiye ile hesaplaşma planlarına göre formatlanmış.
ABD, Avrupa ve İsrail’in, Türkiye’yi durdurmaya, en azından yavaşlatmaya ayarlı bir büyük bölge stratejisi var. Bunun sonuçlarını Suriye ve Irak’ın kuzeyinde gördük. Kafkaslar’da gördük. En sancılı şekilde D. Akdeniz ve Ege’de görüyoruz.
Onlar Türkiye’yi “kontrol edilebilir” alana çekmeye çalışıyorlar. Bu alana çekemezlerse, ki çekemiyorlar, “çevrelenebilir, kuşatılabilir, çökertilebilir” alana çekmeye çalışıyorlar. Bunu Suriye ve Irak’ta terör örgütleri üzerinden, D. Akdeniz ve Ege’de devletler üzerinden yürütüyorlar.
Türkiye’yi kuşatma, coğrafyayı kuşatma. Türkiye çökerse bütün bölge çöker, biliyorlar.
Dolayısıyla Türkiye, İran sınırından Akdeniz’e, Ege’den Doğu Avrupa ve Karadeniz’e uzanan bir kuşak üzerinde “Türkiye ile çatışma hattı” çiziliyor. Bu alanda yoğun, kalıcı, tehdit edici bir askeri yapılanma söz konusu.
Batı’nın Türkiye’yi kuşatması, aslında Müslüman coğrafyayı kuşatmasıdır. Türkiye dışında bütün bölgeyi kuşatmasıdır. Türkiye çökerse coğrafyanın çökeceğini biliyorlar. Bunu Birinci Dünya Savaşı’nda gördüler. Yüz yıl sonra bir kez daha bölgesel bir yıkım hesabı yapıyorlar.
Bu durumun medeniyet, kimlik, İslâm’a ve Müslümanlara karşı bir savaş gibi algılanmaması için de “bölge içi ortaklar”ı cepheye katıyorlar. Çok iyi dizayn edilmiş bir plan ve şimdi uygulanıyor!
17-25 Aralık ve 15 Temmuz saldırılarını BAE finanse etti.
BAE, İsrail ile birlikte bu projenin öncü ülkelerinden. BAE-Türkiye arasındaki kriz, iki ülke arasında bir kriz değil. BAE’nin Türkiye düşmanlığı; Kuzey ve Doğu Afrika’dan Ortadoğu’ya ve Güney Asya’ya kadar uzanan büyük çevreleme harekâtı ve Batı öfkesinin, korkusunun sonucu.
Onlar, Türkiye’yi durdurma ihalesinin bölgesel organizasyonunu İsrail ile birlikte yürütüyorlar. BAE, 17-25 Aralık müdahalesinin, 15 Temmuz darbe girişiminin de Batı adına finansörlerinden biri. FETÖ’nün Dubai dosyası açılırsa, bölgenin siyasi tarihinde derin ilişkiler ağı da ortaya çıkacaktır.
S. Arabistan’ı Türkiye’ye karşı harekete geçiren BAE oldu. Özellikle Muhammed bin Zayed’in Suudi Veliaht Muhammed bin Selman’ı kafaya almasıyla, Riyad’ın ekonomik ve siyasi gücünü bu alana seferber etmeyi başardı.
Suudi Arabistan BAE’nin nüfuz alanından çıkmalı.
Veliaht bin Selman’ın BAE, İsrail ve ABD tarafından havaya sokulması, yeni lider profili olarak pazarlanması, heyecanından yararlanılması S. Arabistan’ın bir büyük bölgesel çöküş planının tam merkezine sürükledi.
Bu krizler Cemal Kaşıkçı cinayetinden çok önce başladı. İki ülke Türkiye’ye karşı konumlandırıldı. Libya’dan Suriye’ye, Karabağ’dan Somali’ye her alanda Türkiye’nin karşısına sürüldü. Çünkü artık ikili ilişkiler değil, bölgesel hesaplar devredeydi ve Batı’nın geniş coğrafyaya dönük bütün girişimleri Türkiye’ye çarpıyor, uygulanamaz hale geliyordu.
S. Arabistan uçaklarının Girit’te konuşlanması, krizin açık çatışma görüntüsünün ilk örneğidir. Bu, aslında “bölge içi çatışma” planlamasıdır. Bu çatışma tezi de Bin Zayed ve Bin Selman gibi iki veliaht üzerinden yürütülmektedir. Riyad’ı bu noktalara sürükleyen BAE’nin nüfuz alanına girmesidir. Daha doğrusu Suudi Veliaht’ın BAE’li Bin Zayed’in yönetimine girmesidir.
Riyad aynı anda iki ülkeye karşı cepheye sürükleniyor.
Biden’ın Yemen’de Suudilere verilen desteğin kesileceğini açıklaması, iki Veliaht’ın hızlı ve heyecanlı serüveninin sorgulanmasına yol açtı. Açıklamadan hemen sonra Husilerin S. Arabistan’ı hedef alan balistik füze ve İHA saldırıları anormal ölçüde tırmandı. Riyad’ın silah ve askeri destek arayışları yoğunlaştı.
Çünkü Yemen savaşı, bu ülkenin istikrarını ciddi biçimde tehdit eder hale geldi. İran nüfuz yayılması, ABD’den gelen mesajlarla daha da cesaretlendi. Bu senaryoyu kuranlar, İran-S. Arabistan çatışmasını da provoke ediyorlar.
Riyad’ı hem İran hem de Türkiye ile çatışmaya sürüklüyorlar. Ege’ye uçak göndermek, S. Arabistan’a kurulan tam bir tuzaktı, eğer Suudiler bunu sorgulamazsa çok daha kötü senaryoların içine atılacaklar.
Niye bütün savaşlar Arap topraklarında?
Papa’nın Irak ziyareti, Sistani ile görüşmesi Türkiye’ye karşı Doğu’da yeni bir çevreleme arayışıdır. Türkiye, D. Akdeniz ve Ege’ye yoğunlaşmışken bunu da hissetti. İşte biz bu kuşatma hareketlerini çok dikkatli bir şekilde, adım adım takip ediyoruz. Ancak çevrelenen ülke sadece Türkiye değil. İran zaten çevreleniyor.
Asıl konuşulmayan, izlenmeyen S. Arabistan’a yönelik kuşatmadır. Son otuz yılda bütün savaşların Arap topraklarında yaşanmasına, tehdidin S. Arabistan sınırına dayanmasına özellikle dikkat çekiyorum.
S. Arabistan’ın hem İran hem de Türkiye’ye karşı konumlanmasını izliyoruz şimdi. Riyad’ın siyasi aklı, Yemen’de bu kadar çıkmaza sürüklenmişken, iki ülkeye karşı cepheye sürülmenin ağırlığını kaldırabilir mi? Sanmıyorum. Sadece bunu düşünmek bile Türkiye politikalarını BAE, İsrail ipoteğinden kurtarmaları için yetecektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Bütün bölgeyi imha edecek tehdidi önlemeye çalışıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “bölge içi çatışma”ya dayalı Batı senaryolarını biliyor. Bu yönde atılan adımları dikkatle izliyor. Türkiye’nin Irak, Suriye ve Kafkasya’daki cepheleri dağıtması, Doğu Akdeniz, Ege’deki cepheyi dağıtma arayışı, BAE ve S. Arabistan’a biçilen rolün etkisizleştirilmesi işte bu akılla formatlanıyor.
Erdoğan ayrıca; Türkiye’nin çevrelenmesine yönelik hesapların bütün bölgeyi yıkıma götüreceğini biliyor. İşte bu yıkımın önüne geçmeye çalışıyor. Uzun bir süredir hemen bütün konuşmalarında, bu tehlikeye dikkat çeken çok önemli cümleler var.
Türk diplomasi ve güvenlik dilinin bu duyarlılığa dair güçlü cümlelerle çıkış yapması da bundan. S. Arabistan ve Mısır’a dair teşvik edici açıklamalar bundan. Türkiye ikili ilişkileri kurtarmanın da ötesi için uyarıcı girişimler yapıyor.
Ankara ile Riyad arasında sorun yok. Peki, sorun ne?
Ama Türkiye, BAE ve S. Arabistan’ın “Türkiye düşmanlığı” üzerine inşa edilen cephelerdeki yerini derinden sorguluyor. Hal böyle iken, Suudiler ‘açık düşmanlık’ tezine göre hareketlere girişirken, Türkiye’nin “bölge içi cepheleşmeleri kırıcı” girişimleri elbette Riyad’ın atacağı adımlara bağlı.
Türkiye ile S. Arabistan arasında, iki ülkeyi ilgilendiren ve aşılamayacak bir sorun yok. Sorun; bu ülkenin Batı tarafından Türkiye’ye karşı konumlanması, cepheye sürülmesidir. Bu da iki ülkeye çok ciddi zararlar veriyor. Hal böyle iken Türkiye, hiçbir zaman bu ülkeyi hedef alan çatışma dili kullanmadı.
Ama el insaf artık!