Sağ’dan Sol’a Nur Serter... Kimdir ve necidir?

Tam “bulmaca” gibi bir kadın... “Sol’dan Sağ’a” da baksan, “yukarıdan aşağıya” da baksan, “çözmek” mümkün değil!.. “Sağcı” mıdır, “solcu” mu?.. “Milliyetçi” midir, “ulusalcı” mı?.. “Tarikatçı” mıdır, “CHP’li” mi?.. Bir türlü anlamak mümkün değil... En sonunda Nazlı Ilıcak da, “Pes” dedi ya, “Size lâf anlatmak mümkün değil” dedi ya, artık anlayın gerisini... Herkes onun hep “aynı yerde” durduğunu, “önyargılı” olduğunu zannetse de, ben böyle düşünmüyorum... Bana göre Nur Serter, “Sağ’dan Sol’a uzanan bir çizgi”de sürekli ilerliyor... Nerede duracağı, “hangi görüşte” karar kılacağı ve yarın hangi ideolojiyi savunacağı belli değil!.. Bir bakmışsınız “Marksist” veya “Maoist” oluvermiş!.. “Olmaz” demeyin!.. Nur Serter sözkonusu ise; olmaz, olmaz!..

1987’DE MİLLİYETÇİ VE MUKADDESATÇI!
Bakın, elimde “1987 yılına ait bir kitap” var... Hadi, “kitap” değil de, “kitapçık” diyelim... Bu kitapçık, Aydınlar Ocağı tarafından bastırılmış!..
Kitapçık, “tebliğ”lerden oluşuyor!..
Aydınlar Ocağı; 24, 25, 26 Nisan 1987 tarihlerinde “ilmî bir kurultay” düzenlemiş...
İşbu “kurultay”da, birçok akademisyen ve uzman, çeşitli konulardaki “görüş”lerini açıklamış!..
Lütfen dikkat;
Kurultayın ismi “Milliyetçiler 4. İlmî Büyük Kurultayı”dır ve kurultaya katılıp “tebliğ” sunan kişilerin çoğu, gerçekten de “milliyetçi ve mukaddesatçı” kişilerdir!..
Birkaç isim verelim:
Eski Bakan Ali Coşkun, Dr. Agah Oktay Güner, Prof.Dr. Cevat Babuna, Doç.Dr. Enis Öksüz, Prof.Dr. Kamil Turan, Prof.Dr. Turan Yazgan, Cevdet Akçalı, Zafer Atay, Dr. Alaattin Büyükkaya, Doç.Dr. Abdülhaluk Çay, Muzaffer Özdağ ve merhum Prof.Dr. Sebahattin Zaim...
Bu isimlerden kimi “iktisat” konusunda, kimi “çalışma hayatı ve sağlık” konusunda, kimi de “dış politika” konusunda görüşlerini açıklamış!.. Sonra da bu “tebliğ”ler, kitapçık haline getirilmiş!..
Bunlar arasında biri var ki, o da “çalışma hayatı ve sağlık” konusunda bir “tebliğ” sunmuş!..
Evet, Aydınlar Ocağı’nın İstanbul’da düzenlediği “Milliyetçiler 4. İlmî Büyük Kurultayı’nda sunmuş tebliğini!..
İşte o biri, Doç.Dr. Nur Serter’dir!..
Sunduğu tebliğde, “Yurtdışındaki Türk gençliğinin eğitim ve intibak sorunları”nı anlatmakta ve “sonuç” olarak demektedir ki;
“Yabancı ülkelerdeki Türk işçi çocukları çeşitli ülkelerdeki sayısal bilgilerden de görüldüğü üzere, ciddi bir eğitim sorunu ile karşı karşıyadır.
Eğitim sorununun en can alıcı noktası yetersiz dil bilgisinden kaynaklanmaktadır.
Aile yapısının eğitimsiz ve kültürsüz oluşu gençliğin ne içinde yaşadığı topluma, ne de anavatan kültürüne sahip olmadan yetişmesine ve her iki topluma da yabancı ve intibaksız kalmasına sebep olmaktadır.
Azınlık psikolojisinin verdiği eziklik ve kompleksle kendi milli ve dini değerlerine sahip çıkamayan, hatta bu değerlerin bilgisine dahi sahip olamayan gençlerimiz kendilerini içinde yaşadıkları topluma kabul ettirme çabasına girmektedirler.
Ne var ki, yetersiz dil bilgileri ve uygulanan farklı eğitim sistemine ayak uyduramamaları sebebiyle, eğitim imkanlarından yararlanmaları son derece sınırlı olmaktadır. Eğitim düzeyi düşük gençler kendilerini yasal olmayan faaliyetler ve Türk ahlâk ve ananesi ile bağdaşmayan gençlik grupları içinde bulmaktadırlar.
Aile ile içinde yaşadıkları toplumun sosyal değerleri arasındaki çatışma onları ciddi boyutlara varan bunalımlara sürüklemekte, esrar ve uyuşturucu alışkanlığı artmaktadır.
(...)
Özellikle Batı Avrupa’daki gençliğin eğitimi konusuna gereken hassasiyet gösterilmemiş, ihtiyaç kalitatif ve kantitatif yönden karşılanamamıştır. Dışişleri ve Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın geçmişteki uygulamaları yetersizdir. İsveç’te Türk çocuklarının ana dil eğitiminde kullanılmak üzere Yugoslavya’dan okuma kitapları getirtildiği, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı kaynaklarında açıkça ifade edilmektedir.
Yabancı ülkelerde yaşayan Türk gençliğinin Türkçe’yi de yeterince bilmemesi, anavatana dönüş ile de sorunların çözümlenemeyeceğini göstermektedir.
İçinde bulundukları dil ve kültür ikilemi karşısında sadakat ve bağlılık duygularını dahi hangi ülkeye doğru geliştireceklerini çoğu defa belirleyemeyen gençlerimizin Türk toplumuna kazandırılmaları, herşeyden önce onların Türk eğitim sisteminin temel değer ve ilkeleri ile yetiştirilmeleri sayesinde mümkün olacaktır.
İstihdam şartları ve gelir farkları Türkiye aleyhine işlediği sürece, mesleki eğitim görmüş ikinci kuşağı Türkiye’ye kazandırmak ancak milli ve manevi değerlere ağırlık vermekle mümkün olabilecektir.”
Doç.Dr. Nur Serter’in bu tebliği, kitapçığın 145, 146, 147, 148 ve 149. sayfalarında yayınlanır!..
“Son cümle”ye lütfen dikkat:
“Yurtdışındaki gençleri Türkiye’ye kazandırmak ancak MİLLİ ve MANEVİ değerlere ağırlık vermekle mümkün olabilecektir!”
Gördüğünüz gibi; “1987 yılı”nın Nur Serter’i, son derece “milliyetçi ve mukaddesatçı” bir öğretim üyesidir!..

1997’DE BASKICI VE YASAKÇI!
1987’de, gençlere “milli ve manevi değerler”le bezenmeyi tavsiye eden, “devlet”i de bu yönde bir politika uygulamaya çağıran Doç.Dr. Nur Serter’i, 10 yıl sonra ise, yani 1997’de “tam zıttı bir çizgi”de görüyoruz... 1987’nin “milli ve manevi değerler” tavsiyecisi gitmiş, yerine “manevi değerlerle kavga eden” bir kadın gelmiş!..
Nur Serter, eski Nur Serter değildir artık... Her şeyden önce, “Doçent” değil, bir “Profesör”dür!..
Üstelik, “Rektör Yardımcısı”dır..
“Milliyetçilik” veya “mukaddesatçılık” ile de bağını koparmış, “despotluk” yapmaya, “baskı” uygulamaya başlamıştır!..
Kime karşı?..
Elbette, “başörtülü öğrencilere” karşı!..
10 yıl önce, “gençliğin kurtuluşu”nu “milli ve manevi değerlere sarılmakta” gören Nur Serter, şimdi “maneviyata savaş” açmış, “İslâm’ın emri” olan “başörtüsü”nü başlardan çıkarttırmak için “ikna odaları” kurdurmuştur!..
“Başları örtülü” kız öğrencileri “ikna odaları”na sokmuş, “kamera”ların karşısına geçirmiş ve adeta, “Kırk satır mı istersin, kırk katır mı?” türünden sorularla; kızları başlarını açmaya “ikna”(!) etmiştir!..
Sizin anlayacağınız;
10 yıl öncesinin “milliyetçi ve mukaddesatçı” Nur Serter’inin yerinde, artık “despotça” uygulamalarda bulunan “baskıcı ve dayatmacı” bir Nur Serter bulunmaktadır!..
Baskıcı, dayatmacı ve yasakçı!..
O yıllar; “üniversite”lerin birer “ilim yuvası” olmaktan çıkıp, “kışla” olmaya doğru hızla yol aldığı yıllardır!..

YIL 2007... MEĞER “TARİKATÇI”YMIŞ!
1987’de “milliyetçi ve mukaddesatçı”, 1997’de “yasakçı ve dayatmacı” olan Nur Serter, bir 10 yıl geçince, yani 2007’de; bu defa karşımıza “tarikatçı” olarak çıkıyor, iyi mi?..
Hem de, Hıristiyan tarikatçısı!..
Efendim;
Nur Serter’in Hıristiyan bir tarikata üye olduğu iddiasını, o dönem Sabah gazetesinde yazan Murat Bardakçı 16 Nisan 2007’deki köşe yazısında dile getirmişti!..
‘Hazreti İsa’dan sonra sıra Tandoğan’da mı?’ başlığı ile gündeme gelen yazıda Bardakçı şöyle diyordu:
“İstanbul’da, 1970’li ve 80’li senelerde Sevgi Birliği isimli bir grup vardı. Grup parapsikoloji ile yani hipnotizma, manyetizma, ruh çağırma ve bedensiz varlıklarla temas etme gibisinden işlerle uğraşırdı. Başlarında Refet Kayserilioğlu adında bundan birkaç sene önce vefat eden röntgen mütehassısı bir doktor bulunuyordu. Mürit sayısı yüksekti ve müritler o yılların İstanbul’unun kalbur üstü isimleriydi. Dr. Refet Kayserilioğlu ‘Beyti Dost’ isimli bir ‘ruh’ ile temas ettiklerini söyler, adı bir cins kebabı çağrıştıran Beyti Dost’tan medyum vasıtasıyla aldığı tebliğleri grup üyeleriyle paylaşır ve bunlarla ilgili kitaplar yayınlardı.”
O tarihlerde grubun bazı toplantılarına da katıldığını söyleyen Murat Bardakçı, grubun lideri ile röportaj yaptığını ve Refet Kayserilioğlu’nun, Hazreti İsa’nın ruhunu taşıdığı, ‘Beyti Dost’un da aslında Hazreti İsa olduğu ve talimatlarını Refet Bey vasıtasıyla yazdırdığı iddialarını reddetmediğini yazıyordu!..
Kayserilioğlu’nun ‘Sevgi Dünyası’ adında aylık bir dergi çıkardığını ve bu derginin yazarlarından birinin Nur Serter olduğunu ifade eden Murat Bardakçı, Serter’in ruhçu Sevgi Dünyası dergisinde bilgelik, kehanet ve Nostradamus bahislerinde yazılarının çıktığını anlatıyordu!..

CUMHURİYET MİTİNGLERİNDE ULUSALCI!
Acaba, “bundan sonraki durak” neresiydi?..
Öyle ya; Nur Serter için dur-durak yoktu?.. Nur Hanım, “görüşten görüşe” geçiyor, “kılıktan kılığa” giriyordu!..
Acaba bu defa hangi renk ve kılıkta çıkacaktı karşımıza!..
1987’de “milliyetçi ve mukaddesatçı”ydı!..
1997’de “baskıcı ve dayatmacı”ydı!..
2007’de “tarikatçı”lığı çıktı ortaya!..
“Acaba 2017’de neci olacak?” diye soruyorduk ki, Nur Hanım’daki “değişim ve dönüşüm”ü görmek için 10 yıl daha beklememize gerek kalmadı!..
Bırakın 10 yılı, 10 ay bile beklemeden yeni bir “çehre”ye büründü Nur Hanım...
Bu defa, “Ulusalcı”ydı!..
Ehh, biraz da “Atatürkçü!”
Çünkü efendim;
Ankara’da “Cumhuriyet Mitingi” düzenleyen Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Başkan Yardımcısı’ydı kendisi!..
Hani, Ergenekon Terör Örgütü sanığı Şener Eruygur var ya, hani bu Eruygur’un başkanı olduğu ADD var ya; Nur Serter de işte bu ADD’nin Başkan Yardımcısı’ydı!..
A.N. Sezer’in verdiği paralarla “Cumhuriyet mitingleri” düzenlediler, o mitinglerde “kürsü”lere çıkıp, “Eşi türbanlı Cumhurbaşkanı istemiyoruz!.. Çankaya yolları şeriata kapalı!.. Çankaya’ya imam istemiyoruz” diye höykürdüler!..
Sonra ne oldu?..
Anlaşıldı ki; “Cumhuriyet’e Sahip Çıkma” mitinglerinin asıl amacı, “Cumhuriyet Halk Partisi’ne sahip çıkmak”tır!..
Eee, CHP de bu emelleri karşılıksız bırakacak değildi ya... Başta Nur Serter olmak üzere, bazı “mitingçi”leri aday gösterdi ve onları “milletvekili” yaptı!..

SON GÖRDÜĞÜMDE CHP’LİYDİ!
Sizin anlayacağınız;
Show TV ekranında Perşembe gecesi gördüğümde Nur Serter, bir “CHP’li”ydi!..
“Eşi türbanlı Cumhurbaşkanı istemiyoruz” sloganlı mitinglerin düzenleyicisi Nur Serter, ne ilginçtir ki; şimdi “türban”ı ve hatta “çarşaf”ı savunuyordu!..
Ama “özel”de!.. “Kamusal”da değil!.
Uzun lâfın kısası... Şu, Nur Serter adlı hanım, gerçekten de “bulmaca” gibi bir hanım!..
“Sağcı” mıdır “solcu” mudur?..
“Tarikatçı” mıdır, “barikatçı” mıdır?..
Ben, hâlâ çözemedim!..
Nerede durur, onu da bilemiyorum!..
Durmak yok, Sol’a devam!


Biz, bu filmi görmüştük!
Kartel gazeteleri ve onların “yavru”ları, 29 Mart’taki seçimlerden “CHP’nin zaferle çıkması” için her türlü “medya puştluğu”nu uyguluyor... Meselâ, SONAR’ın yaptığı son ankette; Kadir Topbaş’ın yüzde 48.6, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ise yüzde 36.7 oy alacağının görüldüğünü belirterek, diyorlar ki; “AK Partililer sandığa gitmese bile Topbaş kazanıyor!”
Böylece AK Partili seçmene “Rahat olun” mesajı veriyorlar!.. “Rahat olun!.. Oy kullanmaya gitmenize bile gerek yok!.. Nasıl olsa Topbaş kazanacak!”
Bu “hile” taktiği hiç de yabancımız değil... “CHP’yi kazandırmak” için, daha önce de diğer seçmenleri “pikniğe” göndermişlerdi!..
AK Partili seçmen, bu “hile”lere kanar mı?.. Bu “medya puştluğu”nu yutar mı bilmem... Ama, şunu bilirim; AK Partili seçmen 29 Mart’ta rehavete kapılır ve sandığa gitmezse; CHP, gerçekten gelir!.. Tabiî, CHP ile birlikte “çöp, susuzluk ve kirli hava” da gelir!..
Şimdiden uyarayım dedim!..