En tehlikelisi savaş falan değildir bana sorarsanız, en tehlikelisi artık “şaka yapılamaz” hale gelmektir.
Savaş bir gün biter ama bu baştan aşağıya cılk yara kesmiş, “dostça dokunduğunda” bile acıdan iki büklüm hale gelerek çığlıklar atan kimlikler ve kişilikler kolayından iyileşmez.
Kendine, kimliğine, kişiliğine, toplumuna duyduğun bu korkunç güvensizlik, kendinden, kimliğinden, inancından emin olamamak, bu alay edilme korkusu, ruhunun her zerresine kadar hastalanmış bir toplumun işaretidir.
Eskiden burası ilkel ve sevimli bir topluluktu.
Sevimliliğini kaybetti.
Sadece ilkelliği kaldı.
Bizim çocuklar “twitter”da yazılanları anlattıklarında “bir delinin hatıra defterinden” parçalar okuyorlarmış gibi geliyor bana.
O nasıl bir nefret, o nasıl bir düşmanlık.
O nasıl bir zavallılık.
Düşmanlığı bile böylesine pespayeleştirebilmek için insanın kendisine hiç saygısı kalmaması gerekiyor herhalde.
Yok olması, varlığını ve ruhunu kaybetmiş bedenini yalnızca “nefretle ve düşmanlıkla” doldurması gerekiyor.
Bu toplumun insanları o hale geldi ki bir “düşmanları” olmasa sanki “sen kimsin” sorusuna cevap veremeyecekler, bir Türk sadece “kimlere düşman olduğunu” sıralayarak anlatabiliyor kimliğini, bir Kürt de öyle, bir Sünni de, bir Alevi de öyle.
Şöyle ağız dolusu “ben” diyebilmek, kendisiyle övünebilmek için çılgınca bir arzu duyan bu insanlar, bir türlü “ben” diyemedikleri, “ben” dediklerinde bu sözcüğe zihinlerinde anlamlı bir karşılık bulamadıkları için “biz” sözcüğünün içine süzülüp, oraya bir midye gibi yapışmaya uğraşıyorlar.