Seçimlerde kim kazansın?






Geçmişte millete ait bir makama talip olanlar hem sevinir hem de üzülürlermiş. Sevinmelerinin sebebi belli, talip oldukları makamın sağlayacağı imkanlar, itibarlar, şan, şöhretler..

Buna rağmen neden üzülürlermiş? O makam ve mevkiin vebal ve sorumluluğunu da hesaba katarlarmış da ondan. Hatta bu vebal ve sorumlulukları hatırlatan büyüklere ait örnekleri de okur, dinler, sorumluluklarının daha da bilincine varırlar, endişe içinde talip olurlarmış o makamlara.

Bugün sizlere, talip olunan makamların sorumluluklarının ağırlığını anlatan bazı örnekleri arz etmek istiyorum. Bakalım yönetime talip olanlar sorumluluklarının ağırlığını ne ölçüde biliyor, ne ağır bir yükün altına giriyorlar bir görelim.

Siyerdeki tespitlerden öğrendiğimize göre bir gece Medineli bir adam kalkıp Halife Hazret-i Ömer'in huzuruna girer. Halife, "Buyur devletle ilgili bir meselen mi var?" der. Adam "Devletle ilgili bir meselem yok, sadece seninle biraz sohbet etmek istedim." der. "Öyle ise bekle." diyen Halife, hemen yanan mumu söndürür yanındakini yakar. Ondan sonra, şimdi seninle sohbet edebiliriz, deyince adam:

-Yanan mumu neden söndürdün de ötekini yaktıktan sonra benimle konuşabileceğini söyledin? diye sorunca, aldığı cevap sorumluluk duygusunun ağırlığını anlatan cevap olur:

-Yanan mum devletin mumuydu, der. Devletin mumunu devletin işini görürken yakıyorum, yanındaki de şahsıma ait mumdur. Onu da şahsıma ait konuşmalarda kullanıyorum. Devletin mumunda tüm milletin hakkı vardır. Onu şahsi işlerimde kullanırsam tüm milletin hakkını yüklenmiş, mahşerde topyekûn milletle helalleşmek zorunda kalmış olurum. Milletle helalleşmek zorunda kalmak ise göze alınabilecek bir sorumluluk değildir!

Bulunduğu makamda halkın hakkını almaktan böylesine korkan Halife, bir gün sahabenin zenginlerinden olan Abdurrahman bin Avf'tan ödünç para ister. Şaşıran Abdurrahman sorar:

-Mü'minlerin emiri, ödünç parayı benden mi istiyor? Halbuki hazine elinin altındadır. Oradan istediği kadarını alabilir sonra istediği zaman da ödeyebilir.

Halife'nin cevabı, işgal ettiği makamın sorumluluklarını iliklerine kadar duymanın şaheser bir örneğini teşkil eder.

-Ey Abdurrahman! der, ödünç parayı senden istiyorum da elimin altındaki hazineden almıyorum. Çünkü der, hazinede bütün milletin hissesi vardır. Oradan aldığımı ödemede bir kusurum olursa bütün bir milletle helalleşmek zorunda kalırım mahşerde. Bu da beni korkutur. Ama senden aldığımı ödemeden ölürsem mahşerde bir millete mukabil bir Abdurrahman'la helalleşmek zorunda kalırım. Bu ise ötekine nispetle göze alınabilecek bir helalleşmedir. Onun için ödünç parayı hazineden almıyorum da senden istiyorum!

Bugün millete ait makam ve mevkilere talip olanların ne kadarı bu sorumluluk duygusunu duymaktalar, ne ölçüde talip oldukları makamın getirisinin yanında götürüsünün de olduğunu hesap ediyor, vebalinden korkuyorlar onu bilemiyoruz. Bildiğimiz bazı makam ve mevki taliplerinin ise böyle bir endişeyi hiç taşımadıklarını görüyor, uhrevi sorumluluk anlayışının sıfırlandığını da müşahede ediyor, hayıflanarak meşhur sözü tekrarlamaktan kendimizi alamıyoruz. Yüreklerden çekilince korkusu Yezdan'ın, ne irfanın kalıyor tesiri ne de vicdanın!

Böyle devrelerde bizim duamız hep aynı olmaktadır. Diyoruz ki:

-Rabbimiz! Millete ait makamların dünyevi-uhrevi sorumluluklarını vicdanlarının taa derinliklerinde duyarak hizmete talip olan adaletli insanları muvaffak eylesin!.. Bu sorumluluk duygusundan mahrum olanlara da önce sorumluluk duygusuna sahip olma aşk ve şevki nasip eylesin, sonra umumi teveccühe layık hale gelsinler. Bizim dilek ve temennimiz hep böyle oluşmaktadır.