Burada %7 oy var. Ve bu işi bilen bilir. Mesela, Cem Uzan, çeyrek ekmek arası döner + bir kutu ayran, bir şarkıcı ve yarım sayfalık, bir reklam metni yazarı ve bir kamuoyu araştırması şirketi ile bu işi başarmıştı. Cem Uzan barajı aşamadı ve AK Parti’yi tek başına iktidara taşıdı bu oyun.
Tabii bir detay daha, bütün ödemeleri kontörle yapacaksınız. “Telsim” faktörünü unutmamak gerek.
Kamuoyu ne iş yapacak derseniz, halka soracaksınız, en çok ne istiyor ve en çok endişelendiği konu ne? Onlara umduklarını vaad edecek ve korktukları konusunda cesaretle o konunun üzerine gideceğinizi söyleyeceksiniz. Tabii başka detaylar da var. Kıyafetiniz sadece mevsime değil böylece ortama da uygun olacak. Sanatçı ve şarkısı son ayın en çok satan kaset ya da CD’sinden seçilecek.
Mesela 1950’lere gelirken ya da o süreçte, seçimden önce ayakkabının tekini, sonra seçim sonucuna göre ötekisini dağıtan adaylar da vardı. CHP Sinop adayı da bunlardan biri idi ve basının diline düşmüştü. 1950’lerde Demokrat Parti, yol isteyen köy ve kasabaların önüne iş makinesini getirir, seçim sonuçlarına göre devam edip etmeyeceği sandıktan çıkan oya göre belirlenirdi. Böylece kim yol, kimi köprü, kimi su, kimi elektrik sahibi olurdu. Çorum’un doktor adayı, vatandaşları parti binasında bedava tedavi ediyor, parasız ilaç dağıtıyordu.
Bu soğan patates işini en iyi Melih Gökçek bilir ama nasıl olduysa AK Parti bu işi eline yüzüne bulaştırdı. Ankara Büyükşehir bu işi muhtarlar üzerinden adres teslim yapardı.
Kızılay meydanında konser işini de organize ederdi. Yine o ayın en popüler sanatçısı ve eserlerinden oluşurdu bu konserler. Kızılay Meydanından ayran fiyatına süt ve portakal suyu da satılırdı. Belediye ölçeğinde oluyor da bu işler, ülke ölçeğinde zor oluyor. Hele bürokratlar eliyle yapmaya çalışınca böyle oluyor işte. Bir çuval incir berbat ediliyor. Bu soğan patates işinin tartışması daha epey süreceğe benziyor. Üreticiden alınıp dar gelirliye bedava verilince, yardım alamayan yoksul ve pazardan normal fiyata soğan patates bulamayan alt gelir grubundaki insanların sesi daha çok çıkacak. Hele bir de dağıtımda adaletsizlik ya da bazı yerlere çok gitti ve bazı bölgeler yardım alamadı ise, bu konu istismara açık olacak demektir. Independent Turkish’de 14 Nisan’da bir haber vardı. İklim değişikliği patates kıtlığına yol açabilirmiş.
(https://indyturk.com/node/344981) Bu da talihsiz bir durum galiba. Öte yandan; patates sadece pazar ürünü değil kızartması, patates unu ve daha birçok sektörde temel bir ürün. Soğan ve patates özellikle Fast Food’a önemli bir ürün. Bu geni ile oynanmış patates ve soğan ziraatı hem insan hem de toprak sağlığı açısından ciddi bir sorun.
Her Ramazan birileri İftar şovu, birileri yardım şovu yapıyordu. Mesele gizli ya da açık yapmak değil, işi şova dönüştürmek. O ekmek yardımında birbirini ezen insan görüntüleri hafızalardan silinmedi. Ramazan çadırları bir başka alemdi. CHP’liler bile bu işe heveslendi, ama sanatçıları yanlış seçtiler. Şimdi Ramazan için bir minibüsle gıda paketi işine soyundular. Bir kutu getiriliyor içinde makarna, bulgur, yağ, paket süt vesaire! Göstere göstere! Bu işler artık kabak tadı vermeye başladı. Olmuyor!
Koalisyon pazarlıklarında kumar borcunu ödemeye kadar pazarlık konusu edildiği dönemleri yaşadı bu ülke! DP kendine oy vermeyen bir ili ilçe yapmıştır. Ya da il sözü verilen ilçeler oldu. Hatta futbol takımına lig sözü bile verildi. SP döneminde hanımlar karanfil dağıtırdı. Zaman içinde çay, kahve, alışveriş kartı, yardım paketi, her şey dağıtılmaya başladı. Ama esnaflıktan, işadamlığa geçenler bu işlerle tatmin olmuyor tabii. Onlar ihale de istiyorlar. Çocuklarına devlet kadrolarında yönetici kadrosu istiyorlar. Artık onlar da yüksek okul okudu ya! Bir şey bilmese de tapu gibi diploması var elinde. Eee tabii bal tutan parmağını da yalar. Köyde akide şekerle kandırılan çocuklar büyük şehre gelince onlar daha başka şeyler de istiyorlar. Sofraya geç katılanlar daha bir iştahla sarılıyorlar kaşığa. Hapur hupur yerken de üstlerine başlarına döküyorlar tabii. Ama onlar da “az zamanda birçok iş” öğreniyorlar. Kendilerinden büyük abilere bakıp, onların tecrübelerinden yararlanıyorlar. Zamanla boynuz kulağı geçtiği de oluyor.
Her partinin heybesinde dağıtacağı bir şeyler vardı. Dindarlar dini vaatlerde bulundu, Milliyetçiler Milli duyguları galeyana getirmeye çalıştı, CHP’lilerin Atatürkçülüğü, Laikliği, Çağdaşlığı vardı. Solcular Demokrasi, özgürlük, devrim, antikapitalizm, yaşasın sosyalizm filan. CHP Cemevleri, Kültür Ocakları, Halkevleri üzerinden giderken, bizimkiler, İmam-Hatip, Cami dernekleri, Vakıflar üzerinden gittiler.
Halk da anlamıştı işin sırrını, eğer güçlü bir kabile mensubu iseniz, bir adayı CHP’den, bir adayı DP’den, AP’den göstereceksiniz. Kim iktidara gelirse gelsin, Ankara’ya düşerse işiniz o size sahip çıkacaktı. Kaç oyunuz varsa ona göre konuşurdunuz. Bu işler pazarlık konusu edilirdi.
Siyaset bu anlamda mavi boncuk konusu. Bu işin de bir piyasası, pazarı var. Siyasiler de bu işi öğrendi, onlar da adayları bu hesaba göre belirliyor. Aşure yapar gibi her türlü nebatattan katacaksın. Bol şekerle tatlandıracaksın. Politikacılar şimdilerde zurnik tabir edilen, eski dalkavuklardan biraz ders almaları gerek. İcabında her kaba uyabilmeliler.
Namaz kılmayı da bileceksin, dansetmeyi de.
Politikacılar bugüne kadar vaad etmedik bir şey bırakmadılar. Birçok politikacıya göre seçmen “plan değil pilav istiyor. Planlı kalkınma dönemine geçerken solcular bu konuda epey kampanya yapmışlardı. Politikacı seçmen diyaloğu bu anlamda ahlaki olmaktan çok oportünizme varan pragmatik bir dildir. Taban fiyat açıklaması, piyasa ve realitelerden çok, ilkesellikten, gerçeklikten çok uzak bir üsluba sahip olabiliyordu. Mesela bir politikacı kabzımal edasıyla “Kim ne veriyorsa 5 lira fazlası”. Nasıl yapacağını söylemiyor ama “Ekonomi 500 günde iyileşecek” diyebiliyordu. Bir başkası herkese iki anahtar verecekti, ev ve araba! “Her mahalleye milyoner” vaadi yapan da vardı, her köylüye traktör veren de. Bir milyon işsize iş ve üniversiteye sınavsız giriş! Tabii bunlar seçime kadar. Zaten kazanamayan, ”oy vermediniz ki yapalım” diyecek, kazanan ise bir bahanesini bulacaktır. Dilin kemiği mi var. “Söz verdikse senet mi verdik” diyecektir. O eski sözü senet olan insanlar yok artık. Siyasilerden kimi yapmaz yemez, kimi yemez yedirir, kimi yer yapmaz, kimi yapar yer, “bal tutan parmağını yalar” hesabı. Bir yemeye başlayınca iş “selam verdim rüşvet değildur deyu almadılar” noktasına kadar gider. Bize yemeyen yapan lazım ama onu bulmak zor.
Hani derler ya, bir hırsız bir bağdan bir bostan çalarmış. Rüşvet alan biri bir bostan karşılığı bir bağı satarmış. O hesab minareyi çalmaya niyet eden biri, kılıfını da hazırlarmış.
Neyse bugünlük de bu kadar. Ne demişler, “alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste! Kul hakkına girenler için elbet bir gün mutlaka divan kurulur ve hesabı sorulur. Selâm ve dua ile.