Sonunda beni de Ergenekoncu yaptılar

Aksiyon Dergisi, geçen ay, Susurluk sürecinde Tansu Çiller'e yakınlığı ile bilinen gazeteci Memduh Bayraktaroğlu'na Ergenekon'u sordu. Şimdi aktif gazeteciliğin dışında olan ve Ergenekon sürecini yakından takip etmeyen emekli bir gazeteciyle Ergenekon söyleşisinin kerametini okuyunca anladım. 

Diyor ki Bayraktaroğlu: "Şamil Tayyar'ın yazdıkları Ergenekon'u sulandırıyor. En kötüsü bu. Şamil Tayyar herhalde iyi bir insan, iyi bir gazeteci bence. Ama aynı yollardan geçtim ben. Beni kullandılar zamanında. Ben para kazanamadım. Bilmiyordum işi. Şamil'e kitap yazdırdılar, para kazandırdılar." 

Tez iki parçalı; 1-Ergenekon'u sulandırmak, 2-Kullanılmak. Parçaları birleştirdiğimizde ortaya şu iddia çıkıyor; birileri Ergenekon'u sulandırmak için Şamil Tayyar'ı kullanıyor! Daha açık ifadeyle, Şamil Tayyar Ergenekoncu! 

Kim gibi? 

Tuncay Özkan gibi, Ergun Poyraz gibi... 

Bir bu eksikti. Söylenmedik laf, ortaya atılmadık iddia kalmamıştı, rabbim bugünleri de gösterdi. 

İddianın mecrası neresi? 

Aksiyon Dergisi... 

Olabilir, "iletişim kazası" deyip geçtim. 

Fakat, önceki gün Zaman Gazetesi'nde yayınlanan Hukukçu-Yazar Orhan KemalCengiz imzalı ve "Ergenekon'daki asıl tehlike" başlıklı makale, zihnimi bulandırdı. 

Yazı, tümüyle şahsım üzerine kurgulanmış, 4 Şubat tarihli "Ergenekon'daki tehlike"başlıklı makalem lime lime edilmiş, "vur abalıya" dercesine tam 14 kez ismimtekrarlanmış. Ergenekon'daki "asıl tehlike"nin Şamil Tayyar olduğu mesajı verilmiş.

Dostun açtığı yara hemen kabuk bağlamasa, acısı büyük olsa da ne yapalım, alışacağız, dünya dönmeye devam ediyor. Sonuçta sırtımızdaki hançer yarası ha 100olmuş ha 101, ne fark eder? 

Hakkında istenen tazminat miktarı eski parayla 1 trilyonu aşan, 100 yıla kadar hapiscezası istemiyle yargılanan biri olarak, anlaşılıyor ki, sokaktaki bekçi kulübesinden ürküp bahçe duvarından atlayarak eve girenlere de laf yetiştirmek zorundayız. 

Allah rızası için okuyun 

Ergenekon'u anlamak isteyen herkese, öncelikli tavsiyem şudur; lütfen, Allah rızası için şu Ergenekon iddianamesini bir okuyun. Eğer vaktiniz varsa, ekleriyle de birmiktar ilgilenin. Vaktiniz yoksa o da önemli değil. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin'in 14 Temmuz 2008 tarihli basın açıklamasına bakın. 

Göreceksiniz, sanıklara isnat edilen 10 ayrı suç var. Suçlamaların özü şu: "Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmak veya görevyapmasını engellemeye teşebbüs, hükümete karşı halkı silahlı isyana tahrik." 

Hangi hükümet? 

AK Parti hükümeti... 

Bu hükümet ne zaman kuruldu? 

2002... 

Peki, bu Ergenekon örgütü ne zaman kuruldu? 

1999 Ekim ayı... 

Sapla samanı karıştırmak 

Zaman Gazetesi'nin yarım sayfa ayırdığı Cengiz'e ait makale, bilgi ve derinlik açısından kötürümdür. Ergenekon'un kuruluşunu 1950 öncesine dayandırıyor. 

Eğer bu kavramı, "derin devlet" anlamında kullanıyorsak, evet, o yıllara kadar uzanır. Ama savcının iddianamesine ve iddianameye yansıyan örgütün kuruluş tarihinebakarsanız, yani, Silivri'deki davayı esas alırsanız, İttihat ve Terakki'ye kadar uzanankaranlık tarihin son 10 yıllık kesitinin sorgulandığını görürsünüz. 

Makaledeki diğer facia, Susurluk ve Ergenekon'un tek kapta değerlendirilmesidir. Oysa ikisi, derin yapının farklı unsurlarıdır. Yönetim kademesi, ruhu, kaynağı veideolojisi farklıdır 

Susurluk sürecinde karşılaştığımız Veli Küçük, Ali Yasak, Sami Hoştan, OsmanGürbüz gibi isimlerin Ergenekon'da çıkması, iki örgütü aynı yapmaz. Sadece, dağılanSusurluk aktörlerinden bir kısmının zaman içinde "ortak düşman"a karşı işbirliğini gösterir. 

Aynı şekilde kimi JİTEM mensuplarının Ergenekon'da hortlaması da Silopi kuyularını bu davaya sokmaya yetmez. JİTEM ile Ergenekon davasını birleştirme iddiası, işibilmemektir. Aksi halde, 30 yaşındaki bir genci 30 yıl önceki bir cinayetle suçlamış olursunuz. 

Sarıkız ve Ayığışı gibi darbe senaryolarını Ergenekon'a dahil etmek ise grizu faciası gibi sonuç doğurur. Üniformalarını kullanarak görevdeyken darbeye teşebbüs edengenerallerle Gürbüz Çapan aynı tartıya çıkarılamaz. 

Hücrelere ayrılmalı 

"Hayır, 10 yıl ne ki, 100 yılın hesabını soralım, Zekeriya Öz'den daha cesur savcı bulalım. Bu davanın içinde Susurluk da olsun, JİTEM de olsun" diyorsanız, buyurunsorun, bulun. İtirazım yoktur. 

Bu durumda Silivri'de 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin önünde bulunan iddianameyi tümden yırtın atın. Yeni bir iddianame yazın. Yeni suçlar isnat edin. Yeni bir örgüt şeması çıkarın. Yeni bir savcı bulun. 

İvedi olarak yargı sistemini değiştirin. Yargıdaki çift başlılığı kaldırın. Unutmayın, Bismil'deki vatandaşın işkenceyle ölüm davasına askeri mi yoksa sivil mahkeme mibaksın diye oyalanırken tam 15 yıl geçti. İçinde iki asker var diye Şemdinli davasını Yargıtay bozdu, askeri mahkemeye havale etti, ortalıkta sürünüyor. 

Hepsinden önemlisi; Hilmi Özkök, İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu, ÇevikBir, Aytaç Yalman, İbrahim Fırtına, Özden Örnek başta olmak üzere üçü eski genelkurmay başkanı olan 30'un üzerinde paşayı yargı önüne çıkaracak mecalinizvar mı? 

"Şüpheli" sıfatıyla kapısını çaldığınız Sabih Kanadoğlu'nu adliyeye bile götüremeyen, çok "saygın" bir şüphelinin evine gitmekten son anda vazgeçen, GATA komedisini çözemeyen bir iradeyle, pazılın parçalarını nasıl birleştireceksiniz, bunu anlatın. 

İtalya, Gladyo'yu "hücre" tipi parçalara ayırarak çözdü. 7 binin üzerinde insanı yargı önüne böyle çıkardı. 

"Ergenekon'daki tehlike" yazımda çözüm önerisinde bulundum. Hala arkasındayım. Diyorum ki: Karanlık tarihle mutlaka yüzleşmeliyiz ama Silivri'deki Ergenekon davası,"torba dava" olmamalıdır. Susurluk, Ergenekon, Sarıkız ve JİTEM ayrı dava konuları olmalıdır. Ortak isimler ise mensubu oldukları örgüt faaliyetlerinden dolayı ayrı yargılanmalıdır. 

Aksi halde, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olursunuz.