Suriye meselesinde TSK neden yok?

İbrahim KARAGÜL

Suriye'den gelen işkence ve kıyım fotoğraflarını gördünüz.

Böylesini Ebu Gureyb'de bile görmemiştik. Orada köpeklerle, işkence uzmanlarıyla, bir ideolojik perspektifle, bir Haçlı zihniyetiyle Müslüman olanı ve İslami değerleri aşağılamaya odaklı bir işkence vardı.

Görüntülerin ortaya çıkmasıyla ABD'nin moral üstünlüğü sıfıra indi. Zaten yoktu ama görüntüler bölgede ve dünyada büyük bir infiale neden oldu. Aslında o an savaşı kaybetmişti ve bir daha bu bölgede kitlelerin öfkesini yenemeyecekti.

Peki Suriye'de o görüntülerin arkasında nasıl bir psikoloji var?

Hangi din, ideoloji, siyasal hedef, çatışma hukuku buna izin verebilirdi. Bu korkunç görüntülere nasıl kılıf bulunabilirdi, bunu yapanlar insanlığın önüne hangi sıfatla çıkıp konuşabilirdi?

Hiç biri... Açlıktan öldürülenler, işkence ile öldürülenler, asılan günahsız çocuklar.. Müslüman Boşnaklara yapılan Srebrenica katliamı, uluslararası kamuoyunun iradesizliğinden Sırp faşizminden besleniyordu.

Suriye'de iç savaşı anladık. Rejim ve muhalefet arasındaki çatışmaların sınırları zorlayan şiddet dozunu anladık. Bir rejim kendi halkına, insanlarına, o topraktan beslenenlere bunu nasıl yapabilir? Nasıl bir psikolojidir bu. Ortada etnik bir farklılık yok, dini bir farklılık da yok. Arap ulusunu dilinden düşürmeyenlerin Arap olan kendi insanlarına yönelen sınırsız şiddetini gördük.

Savaş suçları, insanlık suçları kavramları ne ifade ediyor? Bunun bir karşılığı olmayacak mı? Böyle bir rejim, kadro hala o ülkeyi yönetme arzusunu hem de uluslararası platformlarda nasıl savunabilir?

Cenevre-2 görüşmelerini izlemek için Montrö'ye gittik. Uluslararası kamuoyunun tiyatrosunu izledik. Savaş suçlusu insanların ülke, devlet, vatan nutuklarını dinledik. ABD, Rusya, İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği, Birleşmiş Milletler ve krize taraf olan her ülke ve çevre, o insanları dinledi.

Müthiş bir pervasızlıkla, kendinden olmayanları terörist olarak suçlayan, işkence ile öldürülenleri terörizm kategorisine sokan, onlara insani açıdan destek verenleri teröre destek vermekle itham eden pişkinler topluluğu, dünyanın gözünün içine baka baka konuştular.

Sanki mağdurlarmış gibi, günahsızlarmış gibi, haklı taraflarmış gibi konuşabildiler.

Bütün dünya da onları dinledi. Kimse 'Siz bu katliamlardan, savaş suçlarından sonra ne konuşuyorsunuz, ne hikaye anlatıyorsunuz' demedi bile.

Uluslararası irade dediğimiz şey böyle bir şey işte. Onlarca kurum, onlarca örgüt insanlık onurunu koruma adıyla biçimlendirilmiş. Ama ülkeler, güçler arası çıkarlar varken insani değerlerin hiçbir anlamı yok. Çıkar paylaşımı yapılamadan isterse yüz bin insan o fotoğraftakiler gibi boğazlansın, binlerce çocuğun cesedi sokaklara saçılsın kimsenin umurunda değil.

Durduğu noktada haklı olsa bile, bunları yapan bir rejimin hiçbir meşruiyetinin olmadığı, derhal yönetimden indirilmesi gerektiği, meşruiyet kaynağının tamamen kuruduğu ve insanlığa karşı suç işleyen bir örgüte dönüştüğü ortada iken, dünyanın durduğu nokta yüzbinlerce insanın daha ölümüne davetiye çıkarır nitelikte.

Montrö Sarayı'nda yapılan, muhaliflerin çaresizliği ve Türkiye'nin açık ve net tavrı dışında her şey bir tiyatroydu, şovdu. Bugün Cenevre'de yapılacak müzakereler, rejim ve muhalif müzakereciler arasındaki dolaylı görüşmeler belki somut bir adım olabilir.

Ancak Rusya'dan ve İran'dan aldığı destekle son aylarda durumunu güçlendiren Suriye yönetiminin muhalifleri hala 'terörist' olarak nitelediğine, krizin başladığı noktada durduğuna bakılırsa bir adım bile ileri gitmek büyük bir sürpriz olacak.

Kişisel olarak Suriye meselesinde bir uluslararası çözüme inancım fazla yok. Ya bir taraf silahla üstün gelecek ya da Suriye üzerinden hesabı olanların çıkar planlamaları bir yerde buluşacak. Bir üçüncü şık daha var o da bir başka ülkenin Suriye'ye doğrudan müdahale etmesi.

Batılı bir koalisyonun bunu yapma ihtimali son derece zayıf. Çözüme odaklı müdahale en azından kısa vadede mümkün görünmüyor.

Ancak İran'ın aktif biçimde müdahil olduğu bu krizin çok uzun süreceğini düşünürsek, Türkiye'nin askeri unsurlarla müdahale etmek zorunda kalabileceği ihtimalini yabana atmamak gerekiyor.

Zirve sonrası Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile konuştuk. Özellikle Velid Muallim'in terör suçlamasına fena halde öfkeliydi. 'Evet, bizim yedi yüz bin teröristimiz var' diyerek çok sert bir tepki gösterdi.

İki tarafın ilk kez eşit şartlarla görüştüğünü, El Kaide ve PYD'nin, rejimle çalışmaları nedeniyle muhalefet cephesinde yer almadığını, özellikle PYD'yi uyardıklarını ama sonuç alamadıklarını, ABD müdahale etmeyince PYD'nin rejime yaklaştığını, zirve öncesi muhalefetin tek vücut olarak hareket edebildiğini, bunun beklenmediğini ve sürpriz olduğunu, son bir aydır El Kaide'ye karşı Özgür Suriye Ordusu'nun savaştığını belirterek; 'Rejim bir bölgeyi bombalıyor. ÖSO'yu zayıflatıyor ardından o bölgeye El Kaide ya da İŞİD giriyor' dedi. Ayrıca rejimin çekildiği bölgelerde bütün askeri mühimmatını PYD'ye verdiğini de ekledi.

Davutoğlu'nun satır aralarından anladığım kadarıyla, son dönem TIR'ların durdurulması Suriye'de el Kaide'nin elini güçlendiriyor. Dışişleri Bakanı'nın Adana'da olduğu, Başbakan'ın Brüksel'e gitmeye hazırlandığı ve Cenevre Zirvesi başlamak üzereyken TIR operasyonları gerçekten de anlamlı olmalı!

Suriye meselesi daha uzun yıllar Türkiye'nin öncelikli meselelerinden biri olacak. Kriz, Cenevre benzeri uluslararası toplantılarla çözülebilir olmaktan oldukça uzak görünüyor. Bir şekilde olaya müdahil olacak bir askeri seçenek gündeme gelecektir. Bugün uzak gibi görünse de işin gidişatından bu kaçınılmaz görünüyor. Türkiye için sınırın diğer tarafında istikrarlı bir bölge oluşturmak mecburiyeti doğabilir.

Bu, ilk zamanlar tartışılan ama gerçekleşmeyen 'tampon bölge' olabilir. Ya da Türkiye'nin güvenlik birimleri uzun sınır bölgesinde birtakım düzenlemelere girişmek zorunda kalabilir.

Unutmayalım Türkiye sadece istihbarat ve yardım organizasyonlarıyla krize müdahil olmaya çalışıyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri ya da güvenlik birimleri olayın hiçbir aşamasında yok.

İlk yorum yazan siz olun
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.