Serdar Kılıç’ın TRT Belgesel ’de yayımlanan “Doğadaki İnsan” belgeselini internet üzerinden izliyorum. Hem de büyük bir keyifle… Büyük bir takdirle… Programa, Türkiye’nin boğucu gündeminin, boz bulanık sosyal atmosferinin içinde kurtarılmış bölge muamelesi yaparak…
Serdar Kılıç iyi ki bu programı yapıyor… İyi ki modern insanın çoktan kopardığı doğa ve insan ilişkisini ele alıyor. İyi ki bunu yaparken Anadolu’nun binlerce yıllık bilgelikle yoğrulan tabiat, toplum, varlık hakkındaki alışkanlıklarını, unutulmaya yüz tutmuş değerlerini de ölçülü bir şekilde işliyor.
Öyle inanıyorum ki büyük bir kitle onunla birlikte, doğayı yeniden keşfetti. Gençler onun duygusal anlatımıyla doğayı, Anadolu kültürünü yeniden sevmeye başladılar.
“Doğadaki İnsan” belgeseli televizyonun yüz akı işlerinden biri bence.
TRT Belgesel’ de bu yapıma kapılarını açtığı için ayrıca takdiri hak ediyor.
“Neden?” diye merak edenler için bir bölümde geçen ve benim için çok önemli bir ayrıntıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Her zamanki gibi ormanın sessiz, güzelim derinliklerinde geziniyor Serdar. Bir su hortumuna rastlıyor. Bu hortum, ormanın içinden dağın zirvelerindeki yaylalara su taşımak için kullanılıyor köylüler tarafından. Fakat eklem yerinden su kaçırıyor. Serdar böyle bir arızayı görüp de geçecek biri değil... Onu insanlar bu yüzden seviyor zaten.
“Biz görür de bunu bırakırsak… Yayladan bir adamın gelip bu hortumu onarması belki de yarım gününü alacak” diyor ve ekliyor Serdar, “Tamir etmeden geçmek olmaz…”
Bakar mısınız düşüncenin güzelliğine…
Ardından işe koyuluyor.
Her zamanki gibi kendince yöntemlerle, yani doğal yalıtım malzemeleriyle hortumu kısa sürede onarıyor.
Sonra da, kendisini Türkiye’nin gözünde güvenilir insan yapan bakış açısının bir örneğini ortaya koyuyor.
Diyor ki: “Hareketsiz yaşantımız içerisinde, mutsuz olduğumuz anlarda, serotonin seviyemizi (mutluluk hormonu) artırmak için takviye şeyler yapıyoruz…
Oysaki onun kendi içimizde tetiklenerek harekete geçecek bir işlevi var.Onlardan biri ve bence en önemlisi birine, bir canlıya karşılıksız olarak yardım etmektir.”
Modern insan dediğimiz, yani bizler, ne yapıyoruz mutlu olmak için? Bakın çevrenize, göreceksiniz... Mutlu olmak için, çoğu saçma yığınla şeyi… En basiti anlık can sıkıntısından kurtulmak için herkes, her an telefonuna odaklanmış durumda.
Ne aranıyor bu şekilde, mutluluk... Kimileri televizyon programlarına gömülüyor, kimileri internete… Alışveriş de para harcayarak arıyor mutluluğu kimileri. Kimileri yüzeysel, geçici ilişkilerin döndüğü kirli ortamlarda. Bir de dilenciyi başından savmak için rüşvet gibi verdiği paraya, sadaka diyerek huzura erişmek isteyen kurnazlar var. Ama aslında kimse mutlu değil. Bu arayış, gerçek mutluluğu getirmiyor çünkü. Çünkü bu bir arayış değil, kaçış… Serdar, mutluluğu sadece bencilce eğlencelerde arayan modern insana, “Karşılık beklemeden yardım ederek de mutlu olabilirsin” diyerek, ne güzel, ne asil, nasıl insanca bir yol gösteriyor. Üstelik, bu o kadar tanıdık, bildik, bizden, bizim dünyamızdan bir yol ki. Bugün metropollerde nadiren karşılaşılsa da, Anadolu da seyahat edenler muhakkak tecrübe etmişlerdir “karşılıksız iyilik” anlayışının örneklerini. Hiç değilse kuş uçmaz kervan geçmez denilebilecek yerlere yapılmış çeşmeleri, yıkılmış kervansarayları görmüşler, belki tanımadıkları birilerinin misafiri olup yemeklerini yemişlerdir. Kimi hayır eserlerinin üzerinde banisinin ismi bile yazılmaz. Sadece bir çeşme ya da bina görürsünüz mesela. Bunlar işi daha ileriye götürüp, hayrı karşılıksız yaptıklarını gizlemek için isimlerini eserlere yazdırmayan yüce gönüllü eşsiz insanlardır… İşte bu, “karşılıksız iyilik” denilen, insanın içindeki rahmani öze duyulan büyük, derin saygının tezahürü olan ve bir zamanlar hemen her yerde izine, eserine rastlanan köklü anlayış o kadar unutuldu ki; onu bugün bir belgeselde gördüğümüzde, elimizde olmadan gözlerimiz doluyor, kaybettiğimiz çok değerli bir şeyi yeniden bulmuş gibi sevince boğuluyoruz...
Kaldı mı bu mesajları veren insanlar?
Bir bakın etrafınıza, okuduklarınıza, izlediklerinize, dinlediklerinize, sohbet ettiklerinize… Dikkat kesilin… Kaldı mı?
Kalmadı. Hele televizyonda, bir iki istisnayı saymazsak hiç yok!
“Karşılıksız vermek, başkalarını mutlu etmek” yerine medya propagandası, özellikle diziler eliyle; “Hakkın olmayanı da al! Yalnızca kendi mutluluğunu düşün!” gibi insanı kendi tutkularına hapsedip, egosundan başka bir şey göremez hale getiren değerleri popüler hale getirdi. Toplum da bu popüler değerlerin peşinden sürükleniyor. Bu yüzden giderek daha sevgisiz, daha ruhsuz, merhametsiz bir dünyaya uyanıyoruz.
Bedelsiz iyiliklerin azaldığı, iyiliğin takas değerinin olduğu bir dünyaya…
Karşılıksız iyilik… İçinde kıvranıp durduğumuz bu merhametsiz ortamı iliklerine dek yumuşatacak yegane formül bu... Bunu tekrar hatırlattığı için bir tebrik Serdar Kılıç’a ve bir tebrik de TRT kurumuna…