Dün, “şöhretler hastalığı”na yakalandığı için, sürekli “alkış” bekleyen, sürekli “sahnede kalmak” isteyen Yaşar Nuri Öztürk’ten söz etmiş, emekli Org. İlker Başuğ’u ise bugüne bırakmıştım.
Herhalde söylemeye gerek yok;
Org. İlker Başbuğ, görevde bulunduğu süre içinde, “en çok konuşan” Genelkurmay Başkanları’ndan biriydi.
Çok konuştu, çok yanıldı!..
Zaman zaman öyle “ipe-sapa gelmez lâflar” etti ki; çok konuşuldu, çok tartışıldı!..
Onun dönemi; “Ergenekon operasyonları”nın hız kazandığı bir devir olduğu için; kâh “savunma”da kaldı, kâh “taarruz”a geçti!..
Ama, gerek verdiği “demeç”lerle, gerek yaptığı “basın toplantıları” ile sürekli “gündemde” kaldı.
Dedik ya;
“Şöhret” oldukları dönemde “alkış”larla, “Yaşa!.. Bravo”larla sahnede kalan kişiler, “sahne”den indikten sonra, elbette aynı ilgiyi göremiyorlar, gözden düşüyorlar ve dolayısıyla “işe yaramaz bir adam” olduklarını düşünmeye başlıyorlar!..
ORG. BAŞBUĞ’UN KİTABI!
Sanıyorum Org. İlker Başbuğ da; “yaşım yetmiş ama işim bitmemiş” demek için “yeniden sahnelere dönme”nin, yeniden gündeme gelmenin telâşı içinde!..
Bu münasebetle de;
Oturmuş, “Terör Örgütlerinin Sonu” başlıklı bir kitap yazmış!..
Tabiî, “kitap” yazmakla bitmiyor bu iş!.. O kitabın “satılması” da gerek!..
Satış için “reklâm” şart!..
Şarkıcılar, türkücüler ve popçular da öyle yaparlar ya...
“Yeni kasetleri çıktığında” ekran ekran dolaşıp, “promosyon” adı altında “reklâm”larını yaparlar ya, bu “moda”ya emekli Org. İlker Başbuğ da uymuş!..
Yazdığı kitabın tanıtımı için, gazete olarak Milliyet’i, yazar olarak da, kendisi gibi “emekli” olan bir büyükelçiyi, evet Şükrü Elekdağ’ı tercih etmiş ve söylemiş söyleyeceklerini!..
Öncelikle ifade edeyim;
“Emekli bir Genelkurmay Başkanı’nın kitap yazması” ve “görüş”lerini orada ifade etmesi, faydalı bir iş!.. İlker Başbuğ da kitap yazmakla, iyi bir iş yapmıştır!..
Yalnız, “terörle mücadele” konusunda “farklı adımlar”ın atıldığı, “profesyonel metod”ların gündeme geldiği şu günlerde, Org. İlker Başbuğ’un hâlâ “eski kafa”da olup, hâlâ “eski yöntem”leri önermesi, bana son derece “sığ” geldi.
Meselâ, demiş ki;
“Kırsal alanda mücadele ancak orduyla olur... Terörle mücadelede polise etkin rol verilmesi netice vermez!..
PKK terör örgütü ile diğer terör örgütlerini veya terörle mücadeleyi aynı noktada görürseniz, yanılırsınız!..
PKK; kırsal alanda, yani dağda eylemler yapmak için organize olmuş ve eğitilmiş bir terör örgütüdür... Kırsal alanda ve dağda, terörle mücadeleyi Silahlı Kuvvetler dışında hiçbir kuvvet yapamaz!”
Bu sözlerinden de anlaşılıyor ki;
Sayın Başbuğ, işin içine polisin, yani “Özel Harekât Timleri”nin sokulmasına şiddetle karşı!.. “Eskiden olduğu gibi”, bu işi yine “asker”in yapmasını istiyor!..
PROFESYONELLİĞİ İSTEYEN KENDİSİYDİ!
İyi ama, sorarlar adama;
“30 yılda niye bitirilemedi terör?.. Şehid olan onca Mehmetçiğe, harcanan yüzmilyarlarca dolara rağmen, niye bitmedi terör?..
Yine aynı metod devam etsin, yine cami önlerine tabutlar gelsin, tabut tüccarlarına gün mü doğsun istiyor İlker Paşa?..”
Oysa, görevde bulunduğu yıllarda, “profesyonelleşme”yi ilk gündeme getiren kendisiydi.
27 Haziran 2007’de, Eğirdir Komando Okulu’nda düzenlediği basın toplantısında şöyle diyordu:
“Terörle mücadele, profesyonel askerlere bırakılacak... 6 komando tugayında gelecek yıldan itibaren yedek subaylar görev almayacak...
2009 yılı sonuna kadar, er ve erbaşların yerine uzman çavuşlar gelecek!”
Peki, geldi mi?..
“Profesyonel askerler” yetiştirildi mi?..
“Sınır birlikleri”ne yine “4 aylık acemi askerler” gönderilmeye, onların bedenleri tabutlar içinde dönmeye devam etmedi mi?..
EMANET BÖYLE Mİ KORUNUR?
Sayın Başbuğ’un şu sözü de ilginçti:
“Bizi en çok üzen ve yaralayan noktalardan biri, TSK içinde bizlere canları emanet edilen Mehmetçikler üzerinden kanlı hesaplar yapabilenlerin olduğunun düşünülmesi, ileri sürülmesi konusudur.”
Lütfen dikkat!.. Sayın Başbuğ, Mehmetçikler için “bize emanet” diyor!..
Peki, sormak gerekmez mi;
27 Mayıs 2009’da Hakkari’de meydana gelen “mayın patlaması”nda “şehit olan 6 asker” kime emanetti?.. “6 kınalı kuzu”nun şehit olmasına yol açan o “mayın”ları kim döşemişti oraya?.. Çukurca Tugay Komutanı Tuğgeneral Z.E., o mayınları “bizzat kendisinin yerleştirdiğini” itiraf ederken, mayın döşediği yerleri “er”lere niye söylememişti acaba?..
“Emanet”e böyle mi sahip çıkılır?..
Ya, Elazığ’ın Karakoçan ilçesinde “4 askerin şehit olması”yla sonuçlanan “pimi çekilmiş bomba” olayına ne demeli?..
Teğmen Mehmet Tümer, eline “pimi çekilmiş bomba” verdiği er İbrahim Öztürk’ü “cezalandırmak” mı istemişti, yoksa onun “emanet” olduğunu mu unutmuştu?..
Sadece bu “2 olay” da değil...
3 Ekim 2008’de Aktütün Karakolu’na saldırı düzenlenip, “15 askerin şehit olduğu” gün, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Aydoğan Babaoğlu Antalya’da “golf” oynamıyor muydu?..
“Emanet”e böyle mi sahip çıkılıyor?..
Daha yığınla “olay”dan bahsetmek mümkün... Ama, ben bunları sayarken bile yoruldum...
Ama, son bir örnek vermek istiyorum:
PKK ile TSK elbette ilişkilendirilemez... Ama, geçen dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Org. Yaşar Büyükanıt’ın; “Tanırım... İyi çocuktur” dediği kitabevi bombacısı Astsubay Ali Kaya’nın bir zamanlar “PKK’nın elebaşısı Abdullah Öcalan’a korumalık” yaptığını nasıl izah edeceğiz?..
Bu “korumalık” görevi esnasında Ali Kaya’yı tanıyan ve bir anlamda “deşifre” eden Rozerin adlı kadın; acaba niye bir “asker” tarafından değil de, “ajandır” denilerek, PKK tarafından öldürülmüştür?..
Bütün bunlar “rutin” olaylar mıdır?..
Ya da, Genelkurmay’ın tabiriyle “münferit” olaylardan mıdır?..
DARBE PLÂNLARI VE ANDIÇLAR!
Sayın Başbuğ’a şunu da sormak lâzım:
Kendisinin görevde bulunduğu dönemde, asker, enerjisini “terörle mücadele” yolunda mı harcadı, yoksa “sivil irade ile mücadele” yolunda mı?..
Öyle ya;
“İrtica ile mücadele” plânları, o dönemin ürünleridir!.. “Başbakan, bakanlar, milletvekilleri ve cemaat üyeleri”ni “karalamak” için kurulan “internet siteleri” ve “andıç”lar o dönemin ürünleridir!..
O zamanlar da sormuştum;
Sayın İlker Başbuğ’un; Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlanan “İnternet Andıçları”ndan ve “İrtica ile Mücadele Eylem Plânı”ndan haberi var mıdır?..
Bütün bu faaliyetler;
Org. Başbuğ’un “bilgisi ve kontrolü dahilinde” mi yürütüldü yoksa “alt kademe”ye hakim mi olamadı?..
Dursun Çiçek, işte itiraf etti:
“İnternet andıcı, sıralı komutanların bilgisi dahilinde yürütüldü...
O belgeler, tamamen gerçektir!”
Demek oluyor ki;
O dönemde “Kandil’i dağıtmak” için değil, “Hükümet’i dağıtmak” için mücadele verilmiş!.. Yani, “terör”le değil, “Hükümet”le mücadele edilmiş!..
Malûm;
“Poyrazköy’deki silahlar” konusunda da mandepsiye bastırılmıştı İlker Paşa!..
Söz konusu arazide çıkarılan silah ve mühimmatın hiçbirisinin TSK’nın envanterinde olmadığını duyurmuş, LAW’ın aslında bir silah olmadığını, mühimmat sınıfında değerlendirildiğini uzun uzun anlatmıştı... Hattâ, “bunlar boru” demişti!..
Ancak Başbuğ’un 29 Nisan 2009’da İletişim Toplantısı’nda sarf ettiği bu sözler, Makine Kimya Endüstrisi’nin hazırladığı raporlarla yalanlanmıştı... MKE, konuyla ilgili hazırladığı raporda, aralarında LAW ve el bombalarının da bulunduğu ‘mühimmatın’ önemli bir kısmının TSK’ya teslim edildiğini belgeleriyle ortaya koymuştu!..
YARGIYA DA AYAR!
Görev yaptığı dönemde; sık sık “demokrasiye bağlı, hukuka saygılı” olduğunu deklâre eden Sayın Başbuğ, operasyonların ucu “general”lere uzanınca; ne “demokrasi” gelmişti aklına, ne de “hukuka saygı!”
17 Aralık 2009’da, Trabzon’da Oruç Reis Fırkateyni’nde düzenlediği basın toplantısında gümbür gümbür gümbürdemişti;
“Adli makamlar ihbar mektuplarına ve gizli tanıkların verdikleri ifadelere karşı daha duyarlı ve daha dikkatli hareket etmelidir...
Böyle durumlarda Türk Silahlı Kuvvetleriyle bilgi teatisi ve iş birliğinde bulunmalıdırlar. Aksi durumlar kurumlar arası çatışmalara neden olabilir.”
Başbuğ’un bu sözleri, “yargı”ya yönelik bir “uyarı” gibiydi... Sayın Başbuğ, “yargıyı da hizaya getirmeye” çalışıyordu!..
Bu, “askerin yapmadığı” iş değildi!..
Hatırlarsanız, “Şemdinli’de bir kitabevinin bomba ile uçurulması”ndan sonra, Emekli Korgeneral Altay Tokat, şöyle demişti ya;
“O bomba mesaj içindi ama, beceriksizce yaptılar!.. Benim zamanımda, ben de bir-iki kritik noktaya bomba attırdım. Benim meselem mesaj vermekti. Batıdan gelen memurlar, hakimler işin ciddiyetini anlamıyor. İşi basite almaya çalıştılar, rastgele dolaşıyorlar. Oraya buraya gidiyorlar... Hizaya gelsinler diye evlerine yakın iki yere attırdım.”
Bazı komutanlar, “yargıyı hizaya getirmeyi” pek severler... Bazıları “bomba” attırır, bazıları da “brifing” verir!..
Bu millet, “brifingli yargı”dan az mı çekti?!?
Sayın Başbuğ, öyle anlaşılıyor ki; sadece “yargı”ya değil, “medya”ya da “balans ayarı” yapma gereği duymuş olmalı ki; şöyle konuşmuştu Trabzon’da;
“Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı psikolojik harekat yürütenlere diyorum ki bulunduğunuz yol, bulunduğunuz yer doğru değildir.
Terör olaylarını TSK ile ilişkilendirmeyi, PKK destekleyicileri, PKK sempatizanları yapabilir.
Ancak böyle ilişkilendirmeleri ve bu amaca yönelik imalı konuşmaları siyasiler, akademisyenler ve medya mensupları yapamaz, yapmamalıdır.”
Bu “gocunma” niyeydi?..
Hiç kimse, “TSK ile PKK arasında bir ilişki”den etmiyordu ki!..
Evet, böyle bir “ilişki”den söz edilemezdi ama, Org. Yaşar Büyükanıt’ın; “Tanırım... İyi çocuktur” dediği Astsubay Ali Kaya’nın, “Apo’nun korumalığı”nı yaptığını ve onu “deşifre” eden Rozerin’in niye PKK tarafından öldürüldüğünü de izah etmek gerekmez mi?..
TERÖR NİYE BİTMEDİ?
Lâfı uzatmanın alemi yok...
Sayın Başbuğ, “PKK ile mücadelenin ancak asker tarafından yapılabileceğini” iddia edip, “polisin devreye girmesi”ne şiddetle karşı çıkıyor ama, “askerin durumu” ortada!..
Hep fişleme, hep andıçlama!..
Hep irtica, hep cemaat!..
Açık ve net söyleyelim;
Asker, 30 yıldan bu yana; “terörle” değil, “irtica ile mücadele” adı altında hep “milletin örf, adet, gelenek ve inançları” ile mücadele etti...
Ki, bu mücadele, “28 Şubat Süreci”nde “topyekûn savaş”a dönüştü!..
Bu arada, PKK da büyüdükçe büyüdü ve artık “şehir”lerde “polis”leri hedef almaya başladı!..
Belli ki, “polis”ten hoşlanmıyorlar!..
Biliyorlar ki;
Özel Harekât timleri, oturup da “terörist baskını” beklemeyecek, kırsal alanda “terörist avı”na çıkacak ve “terörist metodları” kullanacak!..
Bunun, neresi kötü?..
Sayın Başbuğ; eğer yeni çıkan kitabının “tanıtımı” için “promosyon” amacıyla konuşmuyorsa, susmayı tercih etmelidir.
Eğer konuşacaksa;
Dağlıca ve Aktütün başta olmak üzere diğer “baskınlar” ve “andıç”lar hakkında konuşmalı, önce onların hesabını vermelidir.
Ve bir de;
“Şöhret”lerin de, bir “son kullanma tarihleri”nin olduğunu unutmamalıdır!..
Dün “başarısız” olanların, bugün “yol-yordam” göstermeye hakları yoktur.
“Terör örgütünün başı”nı bilmeyenler, “Terör Örgütlerinin Sonu”nu yazamazlar!..
Herhalde meramımı anlatabilmişimdir!..
Pornofesör Zekeriya Beyaz
Hani, bir “moda” var ya; “kötü bir iş” yapanın değil de, o bilgiyi “dışarı sızdıran”ın peşine düşülüyor ya... Askeriyede çok gördük bunu... Adamlar “darbe plânı” yapmışlar, birileri de bunu dışarı sızdırmış... Kıyametler koparıyorlar; “Bunu kim sızdırdı?”
Be adamlar, “darbe plânı yapanlar”ın peşine düşseniz ya, ona hesap sorsanız ya... Ama onlar, “sızdıran”ın peşinde!.. “Kim sızdırdı, niye sızdırdı, ne zaman sızdırdı?..”
İşte bu “moda”ya, otel odasında seyrettiği “porno” filmden sonra, lâkabını “pornofesör” koyduğum Zekeriya Beyaz da uymuş... “Otel odasında ne yaptığını” değil de, izlediği “porno film” faturasının, Akit’in eline “Moon tarikatı” üyelerince verildiğini iddia etmiş!..
Güya Moon Tarikatı’nı rezil-rüsvay etmiş de, onlar da Beyaz’a kızıp, Akit’e, “Beyaz’ın porno faturası”nı vermişler!..
Pornofesör Zekeriya Beyaz, çok film seyrediyor olmalı ki, hayâl görmeye başlamış!.. “Moon’cuların kucağında” olan bir adam onları nasıl rezil eder bilemiyorum ama, “fatura”nın kaynağını biliyorum... Efendim, Pornofesör Zekeriya Beyaz’ın, otel odasında “porno film” izlediğini gösteren fatura, bize “Bir CHP’li” tarafından verilmiştir!..
Bu da, “pornofesör”e kapak olsun!..