Toplumun ruhunu yitirme tehlikesine “dur” deme mücadelesi...

Yekta Serdar CEBECİOĞLU

Bu toplumun bir ruhu vardı: İslâm’ın sunduğu, hem tarih yapmamızı, medeniyetler kurmamızı hem de insanlığa örnek olan bir adalet, merhamet ve hakkaniyet iklimi inşa etmemizi mümkün kılan bir ruhu vardı bu toplumun.

GÖLGE ETMESİN BAŞKA İHSAN İSTEMİYORUZ BATI’DAN!

Şimdi bu ruhu yitirme tehlikesiyle karşı karşıya. İstanbul Sözleşmesi, AB Uyum Yasaları, toplumun altını oyuyor!

Kadına şiddeti, tecavüzü, çocuklara iğrenç cinsel saldırıları yok edebilecek, asgarî düzeylere düşürebilecek yasaları bu ülke nasıl yapamaz!

Aile konusunda, tefessüh etmiş Avrupa’nın, ruhunu yitirmiş, makinalaşmış Batı’nın bize verebileceği hiçbir şey yok! Batı’da toplum çökmüş, değerler çözülmüş durumda. Toplumu güçlü sistemler inşa ederek korumaya çalışıyorlar! Sistem insanın önüne geçmiş durumda Batı’da.

Sistem çökünce her şey bitecek!

Toplum, değerler ve anlam haritaları konusunda Batı’dan alacağımız her şeyin toplumun temel yapılarını dinamitleyeceğini, ruhunu yok edeceğini şimdiye kadar göremediysek, Allah akıl, fikir versin, diyorum sadece!

Batılılardan aile, değerler ve anlam dünyası konusunda öğrenebileceğimiz hiçbir şey yok! Gölge etmesinler başka ihsan istemiyoruz kendilerinden!

DÜNYADA RUHU OLAN TOPLUM KALDI MI?

Dünyada ruhu olan, ruhunu koruyan toplum var mı, kaldı mı?

Ruslar geliyor olsa da, Rus ruhu, tarih oldu meselâ.

Alman ruhu, azmanlaşmasının kurbanı oldu.

İngiliz ruhu mu? O hiç olmadı zaten!

Çin ruhu katlediliyor yarım asırdır vahşî kapitalizm tarafından...

Osmanlı yaşarken, dünyanın bir ruhu vardı: Dünyanın ruhu, Osmanlı’ydı.

Osmanlı dünyadan çekildi, dünyadan ruh da çekildi, gitti.

Türkiye’nin bir ruhu var mı, peki?

Bu yazıda bu sorunun izini süreceğim. Zihin ve anlam haritalarımızın arkeolojisini yaparak geleceğe projeksiyon yapmaya çalışacağım...

TÜRKİYE, TANZİMAT’LA YÖNÜNÜ, CUMHURİYET’LE YÖRÜNGESİNİ YİTİRDİ!

Türkiye’yi, Türkiye’nin başına ne geldiğini, Türkiye’nin yaşadığı iki asırlık -sürgit tırmanan, ağırlaşan- trajediyi görebilen, anlayabilen bir entelijansiyası yok bu ülkenin.

Elbette ki, iki asırlık modernleşme tarihimizin entelijansiyasından söz ediyorum burada.

Kimse kendini kandırmasın: Bu toplumun ruhu yok edilemedi belki; ama inkâr edildi. Dünyada celladına âşık edilen tek toplum bu toplum ama bunu görecek ruhtan yoksun. Toplum, başına ne geldiğini hissediyor ama aydın zihnen sömürgeleştiği için ne olup bittiğini anlayamayacak kadar epistemik kölelik illetiyle malul.

Celladına âşık edildiğini görebilecek bütün melekeleri yok edildi toplumun.

O yüzden dostunu düşmanını ayırt edemiyor.

O yüzden azılı düşmanlarını dost bellemekte sakınca görmüyor.

Düşmanları gibi düşünen, düşmanları gibi yaşayan, celladına âşık olan ama bunun farkında bile olmayan bir toplumun, tarihin kırılma anlarında bunun bedelini çok ağır ödediğini tarih gösteriyor bize...

Celladına âşık edildiği için dostunu düşmanını ayırt edemeyen bir toplum, bunun faturasını her zaman ağır öder: Tarih, buna tanıklık eder.

Bosna savaşı, dostunu-düşmanını karıştırmanın yol açtığı ürpertici travmaların yaşanmasıyla sonuçlandı: Bosnalıların çoğu, Sırpların, Hırvatların kendilerini katledeceklerine, iğrenç katliamlar yapacaklarına inanmıyorlar, bu tür söylemleri dillendiren insanları komplocu olmakla itham ediyorlardı.

Ama Bosna’da yaşanan soykırım, celladına âşık olan, ruhunu yitiren, dostunu düşmanını ayırt edemeyen Bosna halkına yüzyılın en ağır faturalarından birini ödetti.

Bir toplumu ayakta tutan güç, sahip olduğu ruhudur; yaşayan, diri ve diriltici bir ruha sahip olmasıdır. Bir ruhu olan, daha doğrusu bir ruhu olduğunu bilen ve o ruhla nefes alıp veren bir toplum, gücünü de, zaaflarını da iyi bilir. O yüzden düşmez; kimi zaman tökezlese bile düşmez.

Bir ruhu olduğunu bilmesi, Ruhunu bilmesi, Ruhuyla nefes alıp vermesi, düşmesine izin vermez toplumun.

Böyle bir toplumun tökezlemesi, toparlanıp kendine gelmesi ve daha muhkem bir kuvvete erişmesi için bir imkân işlevi görür.

Ruhsuz bir toplum, ruhunu yitiren ama ruhunu yitirdiğini bile bilemeyen bir toplum yaşasa da ölüdür gerçekte; yaşayan ölü.

Tanzimat’la yönünü, Cumhuriyet’le yörüngesini yitirdi bu toplum.

Yönünü ve yörüngesini yitiren bir toplumun ruhunu da yitirmesine yol açacak zihnî ve ahlâkî bir savrulma yaşaması mukadderdir.

SİYASET ARAÇTIR, HAKİKAT AMAÇ!

Yaşadıklarımızı siyaset üzerinden anlayamayız. Toplumun ruhunu yitirme tehlikesini anlamaya siyasetin dar ontolojisi izin vermez.

Siyaset araçtır, hakikat amaç.

Hakikat, yegâne ölçümüz ve ölçütümüz.

Toplumun ruhunu canlı tutabilmenin tek yolu var: Medeniyet iddiasını, hakikat tasavvurunu adım adım mimariye, eğitime, medyaya, kültüre, sanata, hayatın her alanına nakşedecek fikir, oluş ve “varoluş” çilesi çekecek öncüler yetiştirmek...

Yani siyaseti hakikate göre yapmak. Hakikati yani amaçları, siyasete yani araçlara kurban etmemek.

Bunu başarmak, bu toplumun ruhunu kurtarmak demek.

Dünyanın yeniden ruha kavuşabilmesinin yolu da, bu toplumun dünyaya ruh verecek hayatiyetine kavuşmasının yolu da, her hâl ve şartta hakikatin bayrağını yere düşürmeme mücadelesi vermemizden geçiyor.

Aslolan hakikat, gerisi teferruat.

Vesselâm.

İlk yorum yazan siz olun
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.