Türkistan’dan, Uzak Asya’dan Afrika’nın derinliklerine, Atlantik kıyılarından Anadolu’ya ve Mezopotamya’ya kadar acı ile yazılmış bir tarih, bir büyük coğrafya hesaplaşması yaşıyoruz. Filistin ne kadar kalbimizdeyse, Suriye halkının dramı o kadar bizimdir. Doğu Türkistan ne kadar bizimse, Kafkaslar’daki dramlar da o kadar bizim tarihimizdir. Yüz yıl önce, bu coğrafyanın her köşesinde yaşanan acılar cümle cümle zihnimizdedir, kalbimizdedir.
Balkanlar’dan Anadolu’ya sığınmak için yola çıkan, kıyımlara uğratılan, Anadolu’ya ulaşınca bu ülkeye sarılan herkesin tarihi ne kadar bizimse Kafkaslar’dan Anadolu’ya sığınmak için yola çıkanların, Karadeniz’de can verenlerin, Trabzon’dan Sakarya’ya kadar parçalana parçalana gelen ailelerin trajedileri de o kadar bizimdir.
Enver Paşa neyse Şeyh Ahmet Yasin odur! Çünkü mücadele aynıdır
Yemen’de, Kızıldeniz kıyılarında, Kanal’da, Gazze’de, Suriye’de can veren Anadolu evlatlarının acısı neyse, Sarıkamış’ta, İstiklal savaşının bütün cephelerinde can verenler bizim için aynıdır.
Türkistan direnişini örgütleyip Tacikistan’da hayatını kaybeden Enver Paşa neyse, Filistin direnişi için sabah namazı camiye giderken bir İsrail füzesiyle paramparça edilen Şeyh Ahmet Yasin bizim için odur. Doğu Türkistan direnişi tarihi neyse Anadolu direniş tarihi de, Bosna direniş tarihi de odur.
Hafızamız, hatıralarımız, duygularımız ve inançlarımız bir büyük coğrafya içindir, bir büyük millet içindir. Kalplerimiz; Atlantik kıyılarından Pasifik kıyılarına, Hint Okyanusu’ndan Çin Seddi’ne uzanan yeryüzünün kalbi için, Orta Kuşak dediğimiz bizim coğrafya için atmıyorsa, bir bilinç, bir kimlik geliştirmemiz mümkün değildir.
Kişiliksizlik, korkaklık sığıntılık: Biz asla sizin gibi olmayacağız
Dün İngiliz’e bugün ABD’ye sığınanlardan, dün Çin’e bugün Rusya’ya sığınanlardan, dün İran’a bugün S. Arabistan’a sığınanlardan hiç olmadım. Asla da olmayacağım. Milletimiz için, coğrafyamız için, geçmişimiz ve geleceğimiz için zihinlerimizdeki bu “sığıntılık”, bu yılışıklık, bu korkaklık, bu kişiliksizlik dün de en büyük düşmanımız oldu, bugün de önümüzdeki en büyük tehlikedir.
Coğrafyamız yüz yıl önce büyük bir yıkıma uğratıldı. Milletimiz tarih dışına itilmek istendi, Müslüman dünya bir daha ayağa kalkamayacak şekilde ezildi. Coğrafya parçalandı, zihinler parçalandı, aileler parçalandı, tarih ve kimlik parçalandı. Yüz yıllık dondurulmuş bir zamandan sonra coğrafyanın yeniden derlenip toparlanması için çok büyük bir fırsat oluştu, bir kapı açıldı, bir tarih aralığı oluştu.
İşte biz tam olarak buradayız: Coğrafyayı derleyip toplayan ‘Türkiye Ekseni’nde saf tuttuk
Türkiye, geçmişi ve geleceği buluşturmak için, onur ve haysiyeti yeniden inşa etmek için, özgürlük ve gücü yeniden tesis etmek için bir büyük seferberlik başlattı. Önce kendi içinde engellerle karşılaştı. Sonra kendi coğrafyasında engellerle karşılaştı.
Hem içeride hem bölgede Türkiye karşıtı cepheler inşa edildi. Yüz yıl önce bütün coğrafyayı mahvedenler yeniden Türkiye’nin karşısındaydı. Yine içerideki ortaklarıyla, yine bölgedeki ortaklarıyla. Çanakkale’de karşımızda kim varsa bugün yine onlar var.
O dönem bölgede ortakları kimlerse şimdi yine aynı güçler, çevreler, aileler var. Yine o dönemde içeride kimler “iç işgalci” olarak roller üstlenmişse bugün yine aynı damar, aynı çevreler aynı rolü üstleniyor. Yüz yıl önceki tartışmaların aynısı, pozisyonların aynısı bugün de biçimleniyor. O dönemin vesayetçileri bugün de vesayetçilik rollerini üstleniyor.
Kimse mücadelemizi rehin alamaz, Kimse bizi silah olarak kullanamaz
Tam bu dönemde, acılarımızı rehin alıyorlar. Direniş ruhumuz üzerine ipotek koyuyorlar. Bizim mücadelemizi kendi küresel güç hesaplaşmaları için çok çirkin biçimde kullanıyorlar. ABD ya da Çin, Rusya ya da AB veya bir başka merkez ülke, kendi güç haritaları için Müslümanları bir silah gücü olarak birbirlerine karşı kullanıyorlar.
Bu ülkeler bir yandan küresel ölçekte İslâm’la savaş yürütürken, diğer yandan Müslümanlar üzerinden örgütler kurarak, hedef ülkeleri istikrarsızlaştırıp diz çöktürmeye hazırlıyorlar. Bütün merkez ülkeler bunu yapıyor.
ABD ve İngiltere’nin İsrail ile birlikte otuz yıldır coğrafyamızda estirdiği fırtına, kâbus ortada.. Milyonlarca insanımız öldü. Şehirlerimiz harabeye döndü. Çin yıllardır Uygur halkına soykırım uyguluyor. Hindistan Müslümanlara yönelik kıyımlar yapıyor. Rusya Kafkasları nasıl ezdi biliyoruz. Biz, dört bir taraftan kuşatılmış nesilleriz.
Aldatıldık ve hâlâ aldatılıyoruz
Afganistan işgal edilirken Taliban dediler inandık. Irak işgal edilirken Saddam dediler inandık. Libya mahvedilirken Kaddafi dediler inandık. Hep bir bahane ürettiler, biz inandık ve ona göre pozisyon aldık.
Aldatıldık..
Birileri Müslümanları hem yok edip hem silah olarak kullanabiliyorsa, bizim bir şeyler söylememiz lazım. Dava bizim davamız, mücadele bizim mücadelemiz, kimlik bizim kimliğimiz, tarih bizim tarihimiz, iddia bizim iddiamız. Coğrafyamız için bir özgürlük söylemi ve güç inşası ancak ve ancak bize göre, bizim doğrularımıza göre, bizim duruşumuza göre olacaktır.
Sadece başkalarının kurşunlarını atmayın, diyorum. Sadece başkalarının savaşı için ölmeyin, diyorum. Öleceksek kendimiz için, kendi yolumuzda öleceğiz.
Bu arada;
Kimler, kimlerin düdüğünü çalıyor, çok iyi biliyoruz!
FETÖ’nün Pensilvanya’daki malikanesinde misafirliğe gidenler, hayatları boyunca tek bir orijinal cümle kurmayıp rüzgara göre birilerine sığınmayı karakter edinenler sakın bana ayar vermeye kalkmasın! Bakmayın şimdi coşkulu FETÖ karşıtlıklarına…
Ayrıca: Ben Doğu Türkistan hikâyeleriyle, mücadele tarihiyle büyüdüm. Orta üçüncü sınıfta Türkistan’a dair yayınlanmış kitapların büyük bölümünü okumuşum. Bir zamanlar bu ülkenin bayrağından nefret edenle, ellerine bile almayanlar şimdi bana Doğu Türkistan satmasın!
Ve kimse bunlar üzerinden bu ülkeye operasyon çekmesin. Kimlerin kimlerin düdüğünü çaldığı pekâlâ bilinmektedir.
Susuyorsak, bilmediğimizden değil…