Türkiye, yaklaşık bin yıl dünyanın etrafında döndüğü eksendi. Bin yıl! Selçuklu, Eyyûbî ve Osmanlı tecrübeleri, Asya, Afrika ve Avrupa’nın entelektüel, siyasî ve kültürel tarihinin şekillenmesinde bin yıl İslâm medeniyetinin dünyanın ekseni olarak tarihi yapmasını, tarihin önünde sürüklenmek yerine tarihi önüne katarak sürüklemesini sağlayan, Braudel’in ifadesiyle, “dünya-tarihsel” bir atılım gerçekleştirmesini mümkün kıldı.
Karahanlılar, Safevîler, Timûrîler, Babürîler gibi atılımlar, Selçuklu, Eyyûbîler ve Osmanlılar’la gerçekleştirilen medeniyet atılımının doğrudan veya dolaylı olarak hem yapıtaşlarını döşediler hem de itici güçleri oldular.
BİN YIL SÜREN TÜRKİYE EKSENİ...
Bin yıl, Ehli Sünnet ve’l-Cemaat omurga, Türkistan ve Horasan havzalarında yeşertilen akîdevî-kelâmî, fıkhî-siyasî ve tasavvufî-ahlâkî-estetik atılımın ekseni oldu, İslâm âlemini en büyük şemsiye, en kapsamlı çatı altında topladı, birleştirdi. Dünya, İslâm medeniyeti demekti. Hem fikrî hem de irfanî boyutlarıyla İslâm medeniyeti.
Bunu Marshall Hodgson, sinematografik bir dille şöyle tasvir eder: “16-18. yüzyıllar arasında uzaydan dünyaya gelen bir uzaylı, dünyanın sadece Müslümanların yaşadığı bir yer olduğuna hükmedebilirdi.”
Hodgson, bu sinematografik gözlemiyle, bizim yerli oryantalistlerimizin zihinlerini şekillendiren Batılı oryantalistlerin “İslâm düşüncesi ve medeniyeti 13. yüzyıldan itibaren bitti” şeklindeki akla ziyan ezberlerini de yerle bir eder.
Roma, bir dönem dünyanın ekseni oldu. Biraz Londra (jeo-ekonomik ve jel-politik açıdan) biraz Paris (kültürel açıdan) dünyanın ekseni olmalarını sağlayan atılımlara imza attı. Son yüzyılın ikinci yarısından itibaren New York benzer ama kısmî bir rol oynadı.
Dünya tarihinde Bağdat, Kudüs, Semerkand, Buhara, Şam, Kurtuba, Kaşgar ve İstanbul, İslâm medeniyetinin medeniyet kurucu, medeniyeti konumlandırıcı ve koruyucu şehirleri olarak bin yıl dünya tarihinin eksenini İslâm medeniyetinin, münhasıran da Selçuklu-Osmanlı tecrübelerinin oluşturmasını sağlayan dünya-şehirler’imizdi.
Özetle akîde, fikir ve siyasette Ehl-i Sünnet omurga üzerinden gerçekleştirdiğimiz atılımlar, özelde bu toprakların çocuklarının, genelde Müslümanların dünyanın ekseni olarak işlev görmelerini sağladı.
Kısaca tevhid akîdesi ve bunun insan yeşerten, insanı içerden terbiye, tezkiye ederek inşa eden irfanî şehrâyīnin kaynağı, Ehl-i Sünnet omurganın iki kurucu sütunu, İslâm medeniyetinin dünya tarihinin bin yıl ekseni olmasını mümkün kılan enfüsî ve ufkî (dikey ve yatay) boyutları.
TÜRKİYE YENİDEN EKSEN OLABİLİR Mİ?
Türkiye, yeniden eksen olabilir mi?
Şu hâlimizle zor. Kendi ruhköklerini yitirdiği, onun için de kendi çocuklarını sömürgeci eğitim sistemi, mankurtlaştırıcı medya rejimi ve yabancılaştırıcı kültür rejimi ile koruyamayan bir ülke olmaktan kurtulamadığı için, Türkiye’nin eksen olması zor.
Eksen olmak için, önce medeniyet iddialarınızın dünyanın önünü açacak güçlü bir düşünce, sanat, bilim, kültür ve ahlâk atılımı gerçekleştirmenizi sağlayacak kadar diri, diriltici olması şarttır.
Medeniyet iddiaları insanlığın önünü açacak kadar güçlü olan toplumlar eksen olabilir ve tarihin akışını değiştirecek dünya-tarihsel atılımlara öncülük edebilir.
Türkiye’nin ekonomik / maddî olarak büyümesi, doğal gaz ve petrol yataklarına -tam en fazla ihtiyaç duyduğumuz bir zaman diliminde Allah’ın lütfu olarak- kavuşması, elbette ki, Türkiye’nin istiklal ve istikbal mücadelesinde önemli bir eşik, bir kilometre taşıdır.
Amerikalılar yaklaşık yüzyıl, Avrupalılar üç yüzyıl dünyanın ekseni oldular ama insanlığa insanca yaşanabilecek bir dünya armağan edemediler. Tam tersine, dünya üzerindeki hegemonyaları güce, maddî atılımlara yani niceliğe dayandığı için insanlığı manevī bir bunalımın, güçlü olanın haklı olarak görüldüğü bir niteliksel bir çürümenin, eşliğine fırlattılar; sözün özü, dünyayı cehenneme çevirmekten başka bir şey yapamadılar.
TÜRKİYE: KEŞFEDİLMEMİŞ KITA VE İNSANLIĞIN SON ADASI
Türkiye’nin yeniden eksen olabilmesi potansiyel olarak mümkün. Bunun yolu maddī bakımdan güçlenmek değil manevî (entelektüel, kültürel, bilimsel, sanatsal, ahlâkî) bakımdan güçlenmekten geçer.
Türkiye, yeniden dünyaya söyleyecek sözü olduğu zaman, medeniyet iddialarını eğitim, kültür, sanat, bilim ve siyasette hayata geçirecek atılımlar yapmaya başladığı vakit, eksen olabilir.
Bu, olacak inşallah. Dün olanlar, yarın olacak olanların, dün yaptıklarımız yarın yapacaklarımızın işareti, göstergesidir.
O her geldiğinde sık sık tekrarladığım cümlemle bitireyim yazıyı: Batılılar dünyayı cehenneme dönüştürdüler. İnsanı araçların (hem güç üreten araçların hem de hız, haz ve ayartı vasıtalarının) kölesi hâline getirdiler. O yüzden dünya bize gebe; biz hakikate. Dün nasıl yeryüzünde adaleti, hakkaniyeti ve barışı hâkim kıldıysak, eğer iyi hazırlanırsak, maddî atılımların yanı sıra manevî (entelektüel, kültürel, bilimsel) atılımlar da yapmamızı sağlayacak hazırlıklarımızı tamamlarsak, Türkiye yarın da yeniden eksen ülke olabilir, elbette.
Şunu zihnimize iyi kazıyalım, derim: Türkiye, dünyanın keşfedilmemiş kıtasıdır; eğer medeniyet iddialarına eksene alarak uzun soluklu bir yolculuğa çıkmaya hüküm giyerse, insanlığın son adası olarak “beklenen” olacaktır yine ve yeniden.
Vesselâm.