İsrail aşırı sağına ve Neocon ırkçılara çalışan Morton Abramowitz, Eric Edelman ve Blaise Misztal, Başbakan Tayyip Erdoğan'a karşı çirkin bir kampanya başlattı. The Washington Post gazetesinde açıkça 'Türkiye'de rejim değişikliği' çağrısı yaptılar.
ABD yönetimine Erdoğan'ın devrilmesi için çağrı yapan bu kişiler, Türkiye Başbakanı'nı despot, 'ABD ve Türkiye için tehdit' gösterdi. NATO müttefiki 'Türkiye'yi Erdoğan'dan kurtarma' çağrısı yaptı.
Gözlerini kan bürümüş, işgaller, iç savaşlar, kitlesel katliamlar, etnik ve mezhep çatışmalarıyla Fas'tan Güney Asya'ya uzanan coğrafyada büyük bir yıkım projesi uygulamış bir çevrenin uzantısı olan bu kişilerin tam da bugünlerde böyle bir yazı kaleme alması özellikle dikkat çekici.
2003 yılından bu yana Türkiye için bir çok darbe senaryosunu besleyen, iç savaş tehditleri yapan, Taksim'de bombalar patlatmayı senaryolaştıran, Alevi-Sünni çatışmaları çıkarmak isteyen, Türkiye'nin yeniden diz çöktürülüp yönetilebilir hale getirilmesi için her türlü kirli senaryoyu uygulayan bu çevreler, öyle görünüyor ki, AK Parti-Cemaat çatışması üzerinden yeni bir senaryoyu devreye sokmuş.
Ama yeni cümleleri yok. 2003 yılından beri aynı cümleleri kullanıyorlar. Erdoğan'a, Türkiye'nin Başbakanı'na ağır küfürler, hakaretler ediyorlar. Onu ABD için 'El Kaide'den daha büyük tehdit' ilan ediyorlar. Neredeyse 'ortadan kaldırılması' işareti veriyorlar.
Mesele bu üç ismin yazdığı yazı değil. Bu yazı ve tavır, Neocon-İsrail aşırı sağının oluşturduğu ittifakın sadece bir yansıması. Söz konusu ittifakın, daha önce hangi isimler üzerinden neler yazdığını neredeyse günlükler şeklinde bu köşede aktardım. Daha önce aktardıklarımla bugün yeniden yazmaya başladıkları şeylerin aynı olması, hemen hemen aynı cümleleri kurup aynı suçlamaları yöneltmeleri, aynı pervasızlığı sürdürmeleri nasıl açıklanabilir?
Bir süre sonra on yıldır yazan isimlerin hepsi ortaya dökülecek ve Batı medyasında ardı ardına Türkiye karşıtı yazılar döşenecekler. Kimlerin ne yazacağını şu an neredeyse ezbere biliyorum. Onları çok iyi tanıyorum çünkü. Türkiye'de kimlerle ortaklık kurduklarını, kimler tarafından finanse edildiklerini, o yazıları kimlerin sipariş ettiğini biliyorum.
Önceden AK Parti iktidarına karşı mevzilenen ulusalcı/darbeci çevrelerle organize hareket eden bu ittifak şimdi ortak mı değiştirdi? Erdoğan'ı devirmek için bu sefer Cemaat'i mi ortak düşünüyor? Ya da Cemaat-AK parti çatışmasını fırsat olarak mı kullanıyor? Nasıl oluyor da, aynı çevreler, Türkiye içi bir meselede böyle organize harekete geçebiliyor? Ortada bizim henüz detaylarını göremediğimiz yeni bir koalisyon, ittifak mı şekillendi?
Bugün Abramowitz, Edelman gibi isimler söz konusu yazıyı yazmış olabilir. Ama başkaları da var. Yakında onlardan da kampanyanın ateşini besleyecek yazılar bekliyoruz. Göreceksiniz ABD ve Avrupa medyasındaki hemen bütün neocon ve İsrail aşırı sağına mensup gazeteciler yakında koroya katılacak, Erdoğan'a ve hükümete karşı histerik saldırılara başlayacak.
TÜRKİYE'DE İÇ SAVAŞ ÇIKARTACAKLARDI
Bunların daha önce neler yaptıklarını hatırlayalım. Bugün olanların aynısı, yazılanların aynısı, kampanyanın aynısı Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde de yaşandı. Michael Rubin 2007 Şubat ayında 'Will Turkey have an Islamic President' başlıklı yazısında; Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin 'son elli yılın en önemli seçimleri' olduğunu iddia ederek, ekonomiye yeşil sermaye akışı kesilirse 'Türkiye'nin 2001 yılından daha büyük bir krize yuvarlanacağı' kehanetinde bulunmuştu. Erdoğan'ın uyarıları dikkate almaması halinde 'sokaklarda tankların dolaşmayacağını ancak sokak gösterileriyle birlikte siyasal ve yargısal sürecin işletileceğini' söylüyordu.
2006'da Newsweek dergisinde 'Türkiye'de darbe ihtimali yüzde elli' diyen Zeyno Baran'a atıfta bulunan Rubin, sivil kuruluşların Erdoğan hükümetine karşı harekete geçeceğini iddia ediyor, sokak çatışmalarına işaret ediyordu.
Aynı çevreler 'The Read to Sharia' başlıklı bir sempozyum düzenliyor ve şu iddialarda bulunuyorlardı: 'Türkiye'yi Ortodoks İslamcılar yönetiyor. Erdoğan Türkiye'yi şeriata sürüklüyor. Türkiye İran'la tam tersi istikamette gidiyor, İran laikleşirken o İslamlaşıyor. ABD Türkiye'yi bir an önce düşman kategorisine almalı ve müdahale etmeli. Atatürk devleti tehlikede, bu gidişi durdurmak için askerler harekete geçmeli ve Ak Parti parçalara ayrılmalı.'
Doğrudan İsrail istihbaratına çalışan Daniel Pipes gibi isimlerin organizasyonlarıyla yazılar yazdırıyor, televizyon programları tertip ediyor, organizasyonlar yapıyor ve Türkiye'de hükümeti düşürme senaryoları uyguluyorlardı. Robert Pollock seviyesinde zeka özürlü tipler üzerinden Türkiye'ye darbe, iç savaş, sokak isyanları sipariş ediyorlardı. Türkiye-ABD arasında büyük kriz tellallığı yapıyor, krizin sebebinin 1 Mart tezkeresi değil doğrudan Tayyip Erdoğan olduğunu söylüyorlardı.
Bildiğimiz bütün neocon kuruluşlar harekete geçirilmişti. Erdoğan düşürülecek, yargılanacak, mahkum edilecek, Türkiye İsrail aşırı sağının tercihlerine uygun bir zemine çekilecekti. Düşünce-istihbarat şirketlerine raporlar hazırlattırılıp Türkiye'ye korku salıyorlardı. RAND Corporation'a hazırlattıkları 'Türkiye'de Siyasal İslam'ın Yükselişi' başlıklı yüz otuz beş sayfalık raporda açıkça Müslümanları Müslümanlarla çatıştırma projesi üretiyor, bunu Türkiye'ye servis ediyorlardı. Onlara göre 'sinsi bir İslamlaşma projesi' uygulanıyordu.
O dönem Türkiye'de o kadar ortakları vardı ki, içerideki ortakların söylem ve eylemleri doğrudan o merkezler tarafından üretilen söylem ve eylemlerle örtüşüyordu. Sinsi, kirli, demokrasiyi askıya alacak bir ortaklık şekillenmişti. Bugünlerde yine kısa devre iktidar hevesine düşen belli sermaye çevreleri o gün de aynı şekilde senaryolara alabildiğine destek veriyor hatta provoke ediyordu.
Tayyip Erdoğan'ın ya da Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı olmaması için çok sert bir kampanya yürütülüyor, tehditler ve şantajlarla biçimlendirilen müthiş bir organizasyon yürütülüyordu. Siyaset, medya, sermaye çevreleri bu organizasyonun öngördüğü ya da talimatları çerçevesinde formatlanıyordu. Atlantik ötesi toplantılar yapılıyor, Batı medyasına Türkiye karşıtı yazılar sipariş ediliyor, aynı yazılar Türk medyası üzerinden de pazarlanıyordu.
Türkiye'nin iç politikasını yeniden dizayn etmek için her yol deneniyordu. Ne de olsa 28 Şubat'tan böyle bir tecrübeleri vardı. Ama hepsi fiyaskoyla sonuçlandı, başaramadılar. Büyük hayal kırıklığı yaşadılar. Türkiye, onları çıldırtacak ölçüde kendi yolunu çizdi ve başarılı oldu.
YENİ MÜTTEFİK CEMAAT Mİ?
Şimdi, bugün, AK Parti-Cemaat çatışması çerçevesinde şiddetli bir kavga yaşanıyor. Hedef yine Erdoğan ve AK Parti hükümeti. Sivil iktidar, bürokrasi üzerinden devrilmek isteniyor, yerel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine odaklı müthiş bir yıkım projesi uygulanıyor.
Fırtına yine Atlantik ötesinden, İsrail aşırı sağından ve neocon ırkçılardan geliyor. 2003 yılından bu yana kesintisiz devam eden bu kampanya, Türkiye'yi siyasi, ekonomik ve toplumsal barış açısından çökertecek şekilde yeniden hızlandırıldı. Hükümet düşecek, yerel seçimleri kaybedecek, cumhurbaşkanlığı seçimine müdahil olunacak, Türkiye yönetilebilir alana çekilecek.
Size de tuhaf gelmiyor mu? Bugün içeride devam eden kavganın dışarıdaki destekçileri yine aynı. İsimler, çevreler, güçler, amaçlar aynı. Kullanılan yöntemler ve söylemler aynı. 28 Şubat'tan beri o ittifak hiç bozulmadı, o koalisyonun Türkiye projesi hiç değişmedi.
Tek bir fark var: Daha önce içerideki müttefikleri darbeci çevrelerdi, ulusalcı çevrelerdi. Şimdi Cemaat devreye girdi. Toplumsal tabanı olan, devlet içinde güçlü organizasyona ve ekonomik güce sahip bir yapıyı müttefik bellediler. Yazdıkları, yaptıkları her şey böyle bir ittifaka işaret ediyor. Eski müttefikleri pul pul döküldü, dağıldı. Başarısızlığın sebebi Türkiye'deki müttefiklerinin başarısızlığıydı.
Başbakan'ın 'sonuna kadar mücadele edeceğiz' diyerek örgüt tanımlaması yaptığı yeni müttefikleri bakalım bu savaştan nasıl çıkacak?
Yakında Daniel Pipes gibi isimleri de oyuna sokacaklardır, göreceksiniz...