Yeni bir Türkiye kuruluyor derken hamaset yapmıyoruz.
'Birinci Dünya Savaşı yeni bitti', dünyanın yeniden biçimlendiği bu tarih döneminin Türkiye üzerindeki yüzyıllık vesayetin sona erdirilmesi için müthiş bir fırsat oluşturdu derken havaya konuşmuyoruz.
Ulusal sınırlara hapsolmuş, enerjisini içeride harcamaya mahkum edilmiş Türkiye artık olmayacak derken, yeni bir kuruluş sözleşmesi, yeni bir toplumsal sözleşme isterken kuru taraftarlık yapmıyoruz.
Türkiye'nin normalleşmesine, siyasetin kendi kültürel havzasında biçimlenmesine, tarihsel hafızanın canlanmasına, bugünün iradesi ile geleceğin hesaplanmasına dikkat çekerken hayalperestlik, maceracılık yapmıyoruz.
Bir ideolojik kavga, hırs peşinde değiliz. Ülkemize ve insanlarımıza inanıyoruz. Vatan kavramını yeniden hatırlıyor, millete güvenmeyi yeniden keşfediyor, yüz yıldır üzerimizde oynanan oyunların idrakine varıyor, coğrafyanın kötü kaderi ile Türkiye'ye dayatılanların aynı kaynaklardan beslendiğini biliyoruz. Bütün bunlarla birlikte zaaflarımızı da sorguluyoruz.
İKİ DARBE GİRİŞİMİ ATLATTIK
Hangi düşünceden, hangi siyasi cepheden, hangi kültürel çevreden gelirseniz gelin; Türkiye'nin bu yeni gerçeklerinin farkında değilseniz zamanı kaçırmış olacaksınız. Gerçeği kaybetmiş, marjinalleşmiş, bu büyük yürüyüşün dışına savrulmuş olacaksınız. Günübirlik hesapların ötesine geçemeyeceksiniz.
Bu bakışı, bu çabayı horlayanların, küçümseyenlerin gelecekte neler olabileceğini beklemelerine bile gerek yok. Son iki yılda olanlar yeterince ders veriyor zaten. Bu büyük projeyi sabote etmeye dönük her girişim, her müdahale, her kötü niyet başarısız oldu. İçeriden ve dışarıdan ortak yürütülen kampanyalar, rezil biçimde sona erdi. Geride sadece kötülük bıraktı.
Gezi olayları bu yürüyüşe sokak terörü üzerinden bir müdahaleydi. Dışarıdan fonlandı, dışarıdan örgütlendi, dışarıdan yönetildi. İstanbul ve Anadolu'nun bir çok kentinde utanç verici görüntülere neden oldu. Başbakanlık basılacak, Başbakan kelepçelenecek, darbe olacak, sokak terörü üzerinden rejimi değişecek, Türkiye toplumunun devlet iktidarı üzerinde söz hakkı yok edilecekti.
Marjinal siyasi çevreler ve bazı örgütler üzerinden bir istihbarat operasyonunu biçimlendirenler, medya ayağını, algı operasyonlarını müthiş planlamıştı. Kırmızılı kadın, piyano çalan adam, yüzleri maskeli insanlar, şımarık kızlar ve ağaç üzerinden iktidar devirme projesi Türkiye'ye dayatılmış bir Ukrayna senaryosu idi. Kırım'ı kaybeden, büyük bir kaosa sürüklenen Ukrayna'nın kaderini görmelerine rağmen hala utanmadan bu hali savunuyor olmak gerçek bir kötülüktür.
Hızla yol alan Türkiye'ye bir çelme takılmış ama ülke tökezletilememişti.
VESAYETÇİLER YANLIŞ HESAP YAPTI
Olmayınca aynı merkezler muhafazakar bir kadroyu keşfettiler. Zaten uzun süredir istihbarat operasyonlarında ortak oldukları, ihale verdikleri o çevreye bir ihale daha verdiler. Önceden hazırlanmış, kurgulanmış dosyalar üzerinden ülkenin Başbakan'ını kelepçeleyip, hükümet üyelerini kapalı spor salonlarında toplayıp uyduruk mahkemelerde yargılayacaklar ve hapislere dolduracaklardı. Bu senaryoya göre büyük Türkiye inancında olan herkes hedefti ve tasfiye edilecekti. Siyasetçiler, işadamları, bürokratlar, gazeteciler, kanaat önderleri ebediyyen sahne dışına çıkarılacaktı. Onlar için hazin, çok ağır bir kader çizilmişti.
Gezi ve Ukrayna projesinden çok daha ağır, maliyeti çok daha büyük, izleri uzun yıllar sürecek proje buydu. Türkiye, 20. Yüzyıl şartlarına göre yeniden formatlanacak, vesayet sistemi revize edilip sağlamlaştırılacak, bu milletin bir yüz yıl daha kafasını kaldırmasına izin verilmeyecekti. Bu projenin gizli adı da Mursi senaryosuydu.
Bence cumhuriyet tarihinin en yıpratıcı müdahalesiydi.
Ama vesayetçiler bu sefer yanlış hesap yapmıştı. Artık Türkiye ne Mısır'dı ne de Ukrayna. Ne o eski dünya vardı ne de eski Türkiye. Öyle birkaç general ikna etmeyle, birkaç işadamı ayarlamayla, birkaç medya grubuna servis yapmakla, ekonomik kriz projeleriyle, kitle manipülasyonlarıyla bu ülkede iş yürütülemiyordu.
Bu iki darbe girişimini atlatan Türkiye zaten gücünü kanıtlamıştı. Eski Türkiye defterini bu iki krizle boşa çıkararak kapatmıştı. Bundan sonra benzer senaryolarla sendelemeyeceğini, dimdik ayakta duracağını, inadına güçleneceğini ortaya koymuştu.
BAASÇI, AZINLIK REJİMİ HAYALLERİ KURMAYIN..
Bundan sonra; Türkiye'yi yeniden eski Baasçı günlerine döndürmek, ulusal sınırlara hapsetmek mümkün değildir. İçerideki kırılganlıklar üzerinden hırpalamak, hizaya sokmak mümkün değildir.
Türkiye'yi sadece rol dayatılan bir cephe ülkesi olarak görmek, buyruk dışına çıktığı için cezalandırmak, iç çatışma senaryolarına kurban etmek, Batı medyası üzerinden terbiye etmek, belli güç merkezleri üzerinden yönetmek mümkün değildir.
Türkiye, dar bir iktidar kadrosunun yönettiği ülke olmaktan, bir azınlık rejimi ile yönetilmekten çıkmıştır. Bir daha da o günlere geri dönmeyecektir. Bunun için, eski alışkanlıklar için mücadele edenler de, onların dışarıdaki ortakları da ciddi bir dirençle karşılanacak, bu ülke bir daha rehin alınamayacaktır.
'Azınlık Cumhuriyeti' dönemi kapanmıştır. Devlet iktidarı üzerinde ilk kez milletin tasarrufu başlamıştır. 'Yeni Türkiye' dediğimiz kavram aslında budur; Türkiye'nin merkez ülke olması, kendi geçmişini bugüne çağırması, coğrafya ve dünya ile bu yönde yeni tür ilişkiler ağı oluşturması, kendi geleceğini özgürce şekillendirmesidir.
İşte bu yeni bir kuruluş demektir.
ERDOĞAN TÜSİAD'DA NE ANLATTI!
Osmanlı sonrası kurulan Cumhuriyet'in gerçek anlamda bağımsız ülkeye dönüşmesidir. Bu değişime inanmayanların sayısı hızla azalacak, zamanla dünyanın ve Türkiye'nin yeni haline teslim olmak zorunda kalacaklardır.
Dün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın TÜSİAD İstişare Kurulu toplantısında yaptığı konuşmada kullandığı cümlelere özellikle dikkat ettim. Orada Erdoğan yoktu. Bir ülke, bir millet ve büyük bir dava vardı. Bu davanın ilkelerini anlatıyordu aslında. Bu resim ortaya koyuyor, yeni Türkiye projesini anlatıyordu. Yapılan hataları oradakilerin yüzüne tek tek sayıyor sonra da 'yumruk sıkma vakti değil, tokalaşma vaktidir' diye bir çağrı yapıyordu.
Unutmayın bu meydan okuma millete ve Türkiye'ye karşı değil, Türkiye'nin büyümesinden hazımsızlık duyan herkesedir. Biz bu sözlerin sonuna kadar destekçisi olacağız. Çünkü bu sözler, bu bakış, bu arayış, hedef bir parti meselesi, dar bir siyasi söylem değil. Bir Türkiye projesidir.
Orada bir 'kurucu adam' vardı ve siz kabul etmeseniz de derin siyasi tarihimizde adından en çok söz edilecek olan odur. Çünkü o Birinci Dünya Savaşı'nın bitişini, yeni Türkiye'nin doğuşunu ilan ediyordu.
Ve bu proje ortak davamız, kavgamızdır.