Türkiye'ye servis edilen yeni terör dalgası öncekilerle aynı değil. Sadece silahlı unsurlar değil, bu sefer seçimle işbaşına gelmiş kadrolar da, finans kaynakları da, her türlü lojistik de yeni dalga ile koordine harekete geçirilmiş görünüyor. Terör bu sefer Kandil'den değil, HDP karargahlarından, belediye binalarından, yerel ve genel seçimlerle işbaşına gelenler tarafından yönetiliyor.
Biri elinde Kalaşnikof diğeri siyasi güç, kamuoyu meşruiyeti, imkan ve lojistikle savaşıyor. Meclis'teki adamla, belediye binalarındaki kadrolarla dağdaki terörist aynı mevziden kurşun sıkıyor. Camilere bomba yığınağı yapıldığı, belediye araçlarının siper kazdığı, milletvekillerinin silah naklettiği bir çatışma hali bu.
“Tamam, vakit geldi" dediler
Irak'taki durum, Suriye'deki belirsizlik göz önüne alındığında birileri bunlara “tamam, vakit geldi" talimatı vermiş. Ortadoğu'yu adım adım felakete sürükleyen büyük operasyonun “Türkiye cephesini açın" talimatı vermiş. Türkiye'nin Iraklaşması, Suriyeleşmesi ihale edilmiş.
Topyekün mücadele startı verilmiş. Demokratik söylemlerin, çözüm arayışlarının, imaj kampanyalarının bugünlere hazırlık için istismar edildiğini, bölgesel ortamın uygunluğunun beklendiğini, Suriye'de YPG'nin hareket alanını genişletmesiyle harita çalışmalarının Türkiye ayağının başlatıldığını, Ankara'nın Suriye içinde derinleşmesi ve harekete geçmesiyle de ölümcül bir saldırı fırtınasının başlatıldığını görüyoruz.
Türkiye'nin güvenli bölge arayışları, son operasyonel girişimi, Kuzey Suriye koridorunu kesmesi ile PKK saldırıları, HDP savaşı arasındaki bağı tartışma konusu olmaktan çıkarmıştır. ABD'nin “PKK terörist örgüt, YPG müttefik" söylemi Türkiye'nin gözlerini kör etmeyi amaçlamaktadır. Ortada ortak bir cephe vardır ve bu cephe tamamıyla Türkiye'ye karşı yeniden biçimlendirilmiştir.
Türkiye'ye karşı 'işgal girişimi' başlatılmıştır
Belki ileri bir tanımlama olacak ama Türkiye'ye karşı bir işgal girişimi başlatılmıştır. Irak sınırından, İran sınırından başlatılan bu girişim, Türkiye'nin Suriye üzerindeki nüfuzu zayıflarsa aynı şekilde Suriye sınırından da başlatılacaktır. İlçelerdeki özerk yönetim çabaları, yerleşim yerlerinde devleti boşa çıkarma arayışları, giriş-çıkışların kapatılması, dağdan çok şehir savaşlarına hazırlık, müdahale edilemeyecek alanlar oluşturma girişimleri bunun göstergesidir.
Irak sınırlarından gelen tehditten sonra artık İran sınırları da güvenli değildir. Türkiye ile İran'ın Suriye ve bölgenin geneline bakışlarındaki derin ayrılık, Tahran'ın da bu durumdan en azından keyif almasına yol açmıştır. Bu ülkenin PKK ve YPG'ye verdiği mesajlar konusunda oldukça talihsiz bilgiler söz konusudur. Ama unutulmamalı ki, aynı tehdit, bölgesel kaos fırtınası belki bir adım sonra İran'ı vuracak, onu istikrarsızlaştıracaktır. Çünkü biz, son yirmi yılda, bölgeye yönelen istila ve ayrıştırma stratejisinin ülkelerle sınırlı olmadığını, bölgesel bir proje olduğunu, coğrafyaya yeni bir 20. yüzyıl yaşatma hesabı olduğunu gördük.
İntikam saldırıları
Artık bu konuda hiçbir tereddüdümüz yoktur. İran veya başka bir ülkenin bu büyük projeyi kamuflaj olarak kullanması ve onun altından kendi ulusal heveslerinin peşinde koşması, kalıcı bir hesap olmayacaktır. Sadece İran değil, hiçbir ülke böyle bir hesapla yıkımdan kurtulamayacaktır. Türkiye, 1950'den bu yana her alanda Batı ile entegre bir ülke iken böyle bir tehditle yüzleşiyorsa, Tahran'ın Batı ile yaptığı son anlaşmaya fazla güvenmemesi gerekir.
Türkiye bugün, milli güç olma, yüz yıllık vesayet parantezini kapatma, Atlantik bağımlılığından özgür iradesine dönme girişimine karşı bir intikam saldırısıyla karşı karşıyadır. Açık söyleyelim ki, bugün Türkiye için en büyük tehdit müttefiklerinden gelmektedir. Özellikle kıta Avrupası ülkelerinin yıllardır teröre verdiği gizli destek, bugünlerde açık desteğe ve Türkiye karşıtı bir saldırganlığa dönüşmüştür.
Örgütler üzerinden çevreleme harekatı
Mesela yeniden doğan Alman emperyalizmi bu sefer açıkça Türkiye'nin çıkar alanlarını hedef almaktadır. Bu ülkenin DHKP-C'yi yönettiğini biliyoruz. Son dönemde PKK ile de yeniden güçlü ilişkiler kurduğuna, destek verdiğine dair güçlü işaretler vardır. Yine bu ülkenin Gezi isyanına bu örgütler üzerinden açık destek verdiğini, sokak terörü üzerinden Türkiye'de iç isyan dalgasına yatırım yaptığını, bu ülkenin Başbakanı'nı hedef aldığını, bir tür Ukrayna senaryosuna ev sahipliği yaptığını biliyoruz.
Batı-İran anlaşması ile Türkiye'ye karşı bir çevreleme harekatı başlamış, eski “müttefikler ve komşular" bir anda örgütleri Türkiye karşıtı cephede birleştirmiştir. Türkiye'yi sınırlamak, kendi içine yoğunlaştırmak, sınırlarına hapsetmek, kımıldayamaz ve etrafıyla ilgilenemez hale getirmek için, hem de yüzyıllık vesayetin son anlarında, büyük bir seferberlik başlatılmıştır. Bu arada Çözüm Süreci'ne başından beri karşı olanların aynı mevzide toplandığını görmek de oldukça dikkat çekicidir.
İç işgal terörden daha tehlikelidir
PKK, terör saldırıları ve yeni başlatılan “işgal" denemeleri Türkiye'yi diz çöktürmeye yetmeyecektir. Irak ve Suriye örneği ile Türkiye'ye elbise dikmek hayalkırıklığı ile sona erecektir. Bu ülkenin direnci konusunda bir hesap hatası yapıldığı ortadadır. Bunu bildikleri için de eş zamanlı olarak “iç işgal" girişimi başlattılar.
Türkiye için asıl tehdit buradadır. Asıl işgal girişimi Doğu'da değil Batı'dadır, İstanbul'dadır. Bugüne kadar her türlü demokrasi dışı yönteme, her türlü kirli iktidar hesabına destek veren, merkezinde yer alan çevreler üzerinden tehlikeli bir Türkiye operasyonu başlatılmıştır. 7 Haziran seçimlerinden önce HDP üzerinden servis edilen, HDP ve CHP'nin aday profillerinde bile etkili olan, kimlik eksenli çatışmanın alt yapısını hazırlayan bir “iç işgal" girişimidir bu.
Terör buralardan yönetilmektedir
Proje Doğan Grubu'nun medya organları üzerinden servis edilmiştir. Etnik ayrışmayı, ardından gelecek terör dalgasını bu yayınlardan çok önceden farketmiştik. Ortada Türkiye'yi hedef alan bir hesap vardı ve bu hesap AK Parti düşmanlığı üzerinden servis ediliyordu. AK Parti'yi kurşun yağmuruna tutanların aslında Türkiye'yi vurduğunu gördük.
Doğu ve Güneydoğu'da başlatılan işgal girişimleri ile Türkiye'yi çevreleme ve diz çöktürme girişimleri ve bu karargahlardan yürütülen 'iç işgal" hesapları aynıdır. Artık terör Kandil'den değil, HDP ve bu grupların karargahlarından yönetilmektedir.
Terör örgütleri, Kürt milliyetçiliği hesapları, ardından başlatmayı düşündükleri Alevi isyanı planlarıyla bu grupların hesapları arasında güçlü bir ortaklık vardır.
Yirmi yıl öncesinde kalmış, histeri nöbetlerini düşünsel ürünler diye pazarlamaya çalışan, saplantılarına gömülmüş siyasetçi ve eski tüfek yazarlar da tamamen kişisel hınç ve hesapları yüzünden bu intikam saldırılarına katılmışlardır.
Şehitlerin kanı ellerine bulaştı
Türkiye bir yandan terörle mücadele ederken, terör üzerinden işgal denemeleriyle hesaplaşırken belki ondan daha fazla bu “iç işgal" yapısıyla hesaplaşmak zorundadır. Çünkü bu cephe, en az terör cephesi kadar tehlikelidir ve bu ülkeye zarar vermektedir. Onlar, terörü son koz olarak, son silah olarak Türkiye'ye karşı kullanmakta, bu ülkeyi kurşun yağmuruna tutmaktadır. Onlar, vesayetçi efendileri ve örgütler arasındaki ilişkiler ağı bütün tehlikeyi ortaya koyacak niteliktedir.
Onlarla hesaplaşmadan bu ülke hiçbir zaman özgür, yerli, güçlü olamayacaktır. Çünkü onlar bütün kartlarını ayrışmaya, kimlikler çatışmasına ayarlamışlar, bu çatışmadan güç devşirme derdine düşmüşlerdir. Kendilerine ihale edilen şey; şantajla, tehditle iç iktidar yapısını dizayn edip, Türkiye'yi diz çöktürüp vesayetçi efendileri için yönetilebilir alanda tutmaktır.
Terör de, iç işgal de ülkemize karşı başlatılan büyük bir saldırı harekatıdır. Bu yüzden gözlerinizi Kandil kadar, acı şehit haberlerinin geldiği yerler kadar bu karargahlara da çevirmeniz lazım. Bu ülkenin yaşadığı her acıda, verdiği her kayıpta, uğradığı her saldırıda bu çevrelerin eli vardır. Şehitlerin kanı ellerine bulaşmıştır.
Enkazın altında siz kalacaksınız
Ama unutmasınlar, bu mücadelede enkazın altında kalacak olan onlardır. Yıkılan barajların, patlatılan köprülerin altında, kazılan siperlerin altında kalacak olan onlardır.
Bu ülke, 20. yüzyıl başında insanlık tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşadı. Milyonlarca evladını kaybetti ve daracık Anadolu'ya sığındı. Yüz yıldır da ayakta kalma mücadelesi veriyor. Direnci çok yüksektir. Fedakarlığı sınırsızdır, ama öfkesi de büyüktür. Sabırlıdır ama asla unutmaz.
Açıktan terörü destekleyenleri, insanlarımıza kurşun sıkanları gazete sayfalarında ve ekranlarında pazarlayanları da unutmaz.
Biz buna boşuna “Son İstiklal Savaşı" demedik!