Yeni dünya düzeni arayışları ve Osmanlı ruhu

Yusuf KAPLAN

Wallerstein’ın ifadesiyle “bildiğimiz dünyanın sonu”nu yaşıyoruz, son demlerini.

Sonuç yine kanlı olacak gibi.

Başlangıç da.

Yeni bir dünyanın kurulması da yine kanlı mı olacak, sorusu ciddiye alınmalı.

Görünen manzara bu, ne yazık ki.

RUSYA’NIN UKRAYNA’YI İŞGALİ YENİ BİR DÜNYA DÜZENİ ARAYIŞINI TETİKLEDİ

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, “yeni bir dünya mı kuruluyor?” sorusunu gündeme getirdi yine.

Eğer tartışmalar bu minval üzere seyrederse, salgının, bildiğimiz dünyayı sona erdirmek, yeni bir dünyanın fitilini ateşlemek üzere laboratuvarda üretildiği ve dünyaya salıverildiği fikri doğruluk kazanır, haklı olarak.

Yeni bir dünya düzeni arayışı, şok yaşanmadan gerçekleşmiyor. Binlerce kez yapılan nasihatlar bir işe yaramıyor, sadece bir musibet insanlığı harekete geçirmeye yetiyor kimi zaman, belki de çoğu zaman.

Üç yıldır sürüyor bu salgın. Üç yıldır bütün dünyayı korona hapishanesine tıkadı.

Bu arada aşı filan üretildi ama bu aşılara neler yerleştirildi, bilinmiyor, sadece dedikodusu yapılıyor, insanlığın kısırlaştırılması için gizli ve hummalı bir çalışma yürütüldüğü, bunun için de insanlığın genleriyle oynandığı söylentileri havada uçuşuyor!

Durum tam olarak böyle midir, pek emin değilim.

Bu Batılılar aşağılık adamlar, kimsenin gözüne bakmadan her haltı karıştırırlar. Ama insanlığın genleriyle oynamak için ille de böyle bir salgının üretilmesine gerek yok bu adamlar için.

İnsanlık düşmanı bunlar!

Açgözlü kapitalist mahluklar!

Tarımla, gıda ile oynayarak bu kısırlaştırma operasyonunu çoktan başlattılar en az çeyrek asır önce. Sonuç da almaya başladılar. Son on yılda yeni evli gençlerde kısırlık oranı tavan yapmış durumda.

Bu bahis, bahs-i diğer. Bizim konu edineceğimiz mesele, yeni dünya düzeni arayışları meselesi.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali yeni dünya düzeni tartışmalarını alevlendirdi, haklı olarak.

ÖNCE İNSAN MI, NİZAM MI?

Soğuk Savaş’la birlikte galipler zorba bir düzen kurdular. Yarım asır bile sürmedi.

Dünya, Osmanlı’nın bitirilememesinin neden olduğu sorunlarla boğuşuyor.

Osmanlı’nın durdurulmasının yol açtığı boşluğu yeni kurulan ve Osmanlı’yı inkâr eden laik Türkiye’nin doldurması, elbette ki, zordu hatta mümkün değildi.

Osmanlı’yı, Osmanlı ruhunu ve “emperyal vizyonunu” inkâr eden bir ülkenin Osmanlı’nın durdurulmasıyla oluşan boşluğu doldurması imkânsızdı.

Türkiye’nin trajedisi: Trajedisinin komediye dönüştüğünü bilememesi!

İşte bu trajedinin de, komedinin de görülmesi gerekiyor. Eğer bu görülemezse, Türkiye önünü göremez.

Önümüzü görebilmemiz için medeniyetler tarihinde mukayeseli bir okuma yapmamız yararlı olabilir.

Burada karşımıza çakacak çarpıcı manzaralardan biri şu olacaktır:

Batı uygarlığı önce nizam sonra insan ilkesi üzerine bina edilmiştir.

İslâm medeniyeti ise, önce insan, sonra nizam ilkesi üzerine.

Nizamı yani sistemi önceleyen bir uygarlığın dünyası yoktur. Yoktur çünkü insan ikinci plandadır. Üstelik de insanı tanrılaştıran, her şeyin ölçüsü ve ölçütü katına yükselten bir uygarlık bu.

İnsan üzerinden değil sistem üzerinden bir dünya kuruyor.

Nasıl yaman bir paradokstur bu, değil mi?

Hem önce insanı tanrılaştıracaksınız hem de sonra insanı yok eden, yok sayan, sistemi kutsayan bir dünya kuracaksınız.

Sistemi önceleyen bir dünyada insan sistemin kulu, kölesidir. Kuklasıdır sistemin.

İnsansız bir dünya hükümferma bütün küre ölçeğinde. İnsansız dünya ve dünyasız insan.

İnsansız olduğu için ruhsuz bir dünya bu.

Dünyasız olduğu için de ufuksuz ve umutsuz, kaçınılmaz olarak.

Dünyasını yitiren bir insanın yaşanabilir bir dünya kurabilmesini beklemek olmayacak duaya amin demek değil de nedir ki!

OSMANLI RUHU ÖLMEDİ, ÖLEN BİZİZ

Dünyanın en temel sorunu, farklı kültürlere, medeniyetlere mensup toplumların nasıl barış içinde bir arada yaşayabilecekleri sorunudur.

Farklı kültürlere ve inançlara mensup toplumların kendileri olarak ve kendileri kalarak yaşamalarını sağlayan en sofistike medeniyet tecrübesi bize ait. Osmanlı’nın din eksenli, din’i millet olarak tanımlayan Kur’ân eksenli “millet sistemi”, tarihte medeniyet çapında herkesin gölgeleneceği, rahat nefes alabileceği, kendini bulabileceği bir hakikat sarayı, muazzez bir gökkubbe inşa etti. Osmanlı medeniyeti, başkasını ötekileştirmedi, kendine benzetmeye de kalkışmadı, herkesi kendi olarak gördü, kendi dünyasını kurmasını sağlayacak muazzam bir hakikat medeniyeti, adalet ve hakkaniyet medeniyet armağan etti insanlığa.

Osmanlı ruhu bu.

Osmanlı’nın ruhu, ölmedi, yaşıyor: Ölen biziz, canlı cenazeye dönen, biz ruhunu yitirmişler ve celladına âşık edilmiş tasmalı çekirgeler ülkesinin zavallı, hazinenin üstünde oturan ama hazineyi astarının cebinde kaybeden tarihin kayıp çocukları.

Osmanlı ruhu, ölmedi, ölen biziz.

Osmanlı ruhu, aşılamamış ve anlaşılamamış muazzam kaynak. Bu kaynak anlaşıldığında gürül gürül akacak bir ırmağa dönüşecek, hakikate susayan bizleri hakikatin diriltici nefesiyle sulayacak ve diriltip kendimize getirecek bizi ve mazlum coğrafyamızı.

Âlem nizam görecek. Önce içte kabaran kaosu, intizamsızlığı yenerek yeşertilen yüceltici, insanı silkeleyip kendine getirici benzersiz bir küresel bir nizam bu.

Bir dünya düzeni kurulacaksa önce Mekke’den ve Medine’den süt emerek çileyle yeşertilen Osmanlı ruhu üzerinden kurulacak.

Unutmayalım: Osmanlı ruhu ölmedi, ölmeyecek, yenilenecek, dirilecek ve bizi de diriltip kendimize getirecek.

Vesselâm.

İlk yorum yazan siz olun
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.