Yerel seçim, partiler ve adayları

Demokrasi adına üzülmemiz fazla bir anlam taşımıyor: Bugünkü tabloya göre, 29 Mart'ta yapılacak yerel genel seçimler, büyük çapta iki parti arasındaki bir mücadeleye sahne olacağa benziyor. Ak Parti ve CHP dışındaki partiler, ne kadar parlak adaylarla seçmen önüne çıkıyor olursa olsunlar, bu seçimde seslerini duyuramıyorlar.

Bunu sağlayan, CHP'nin bu seçimi yoksulluk ve yolsuzluk ekseninde sürdürmesidir... İstanbul'da belediye hizmetlerine daha uygun bir aday yerine Maliye kökenli ve 'dosyalı muhalefeti' ile öne çıkan Kemal Kılıçdaroğlu'nu tercih etmesi de bu sebeple; CHP “Ya biz, ya onlar” ikilemini seçmene böylece dayatıyor. Seçimi öndegiden iki parti arasındaki yarışa çevirmede şimdiye kadar başarılı olan bir taktik bu. Taktik, seçim tarihi yaklaştıkça tersine dönme ihtimalini de içinde barındırıyor.

Daha önce de yazdım; uzun zamandır ilk kez seçimin 'lâiklik' ekseninden şaşmış olması olumlu bir gelişme... Yerel seçimlerde, seçmeni, çöpünün muntazam toplanması, suyunun akması, trafiğin düzenli olması gibi konularda güvence almak yerine siyasi tavır belirlemeye zorlamak yanlıştı; bu yanlışı her seçimde dayatan CHP, Kemal Kılıçdaroğlu'nun sağladığı 'imkân' sayesinde, bu defa farklı bir zemine kendisini yerleştirmiş oldu.

Fazla sağlam olmayan bir zemin bu.

CHP'nin gözde adayının ismini duyurmasına yarayan çıkışlarına biraz yakından bakıldığında, hemen hiçbirinin hukukî sonuç doğurmayacak iddialardan ibaret olduğu hemen fark ediliyor. Şaban Dişli, Dengir Fırat, Melih Gökçek değişik iddialarına muhatap oldu Kılıçdaroğlu'nun; iddiaların hiçbiri yargı önünde bir değere sahip değildi. Ailenin yakını olduğu bilinen bir kişinin şirketine Başbakan Erdoğan'ın oğlu ile gelininin ortak olduğu iddiası da öncekilerden farksız; ticari şirketlere ortaklık ne zamandan beri 'suç' sayılıyor?

Seçmenin kafasını karıştırma amaçlı bu tür kampanyaların sonuç almada fazla etkili olabileceğini sanmıyorum. Bir seçmen olarak hepimizin kulaklarımızı dikeceğimiz siyasi yanlışlar, Beytülmal'e el uzatılması, kaynakların hoyratça kullanılması, mevkilerin kişisel zenginleşme amacına hizmet etmesidir...

Dengir Fırat olayında bunun tam tersi görüldü: Ak Parti'nin 2 numaralı koltuğunda oturan bir politikacı kendisinin üzerine gelen bir devlet görevlisi karşısında ne kadar çaresiz kalmış, gördük... Devletluların iki göbek uzağındaki kişilerin bile “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” sorusu eşliğinde istediği memuru sağa-sola sürgün edebildiği bir ülkede, iktidarın güçlü adamının kafasını kendisine takmış bir memur karşısında sergilediği güçsüzlük gözden kaçacak gibi değildi.

Hukukî sonuç doğurmayacak iddialarla yürütülen bir seçim kampanyasının seçmen üzerinde fazla bir etkisi olmaz.

Yerel seçimlerde seçmenin kulak vereceği kampanyalar, belediye hizmetlerine dönük projeler olabilir. Kısa süre önce Londra'da yapılan büyükşehir belediye seçiminde 'solcu' Başkan Ken Livinston 'muhafazakâr' Boris Johnson karşısında yenildiyse, bunun sebebi, Londralı seçmenin yıllardır süren 'solcu' yönetimin hiçbir yeni proje üretmeden karşısına çıkmasına verdiği tepkidir.

Seçmen, benzer bir tepkiyi, hiçbir yerel proje geliştirmeden ağız kalabalığıyla kendisinden oy isteyen kadrolara Türkiye'de de gösterebilir.

İşte bu sebeple, CHP'nin seçim kampanyasını oturttuğu zemin kolayca tersine dönebilir ve o kargaşada şimdilik devre dışı gibi görünen partilerin şansı artabilir. Yeter ki, şu ana kadar olan-bitene bakarak havlu atmaya hazırlanan partiler ve adayları, kampanyalarını, hizmet-eksenli ve proje-destekli sürdürmekten vazgeçmesinler...

Zaten seçmen henüz kimin ne dediğine kulak vermeye başlamadı.