Dünya, insanlık tarihinin en büyük kırılma noktasından geçiyor.
Daha önce bir benzerinin hiç görülmediği bir değişim bu.
İnsanoğlunun bedeniyle çalışma dönemi bitiyor.
Beş bin yıllık insanlık tarihinde ilk kez oluyor bu.
Biz beş bin yıldır hayatı, bedenimizle çalışma esası üzerinden anlayıp yorumluyoruz.
Bütün toplumsal analizlerimiz de bunun üzerinedir.
Köleler vardır, efendiler vardır.
İşçiler vardır, patronlar vardır.
Kölelik bitti.
Şimdi de işçilik bitiyor.
Bu, insanoğlu için tarihinin en olumlu dönüşümü aslında.
Ama dönüşümün içinde olmak büyük bir çalkantının içinde olmak demektir.
Afrikada, kurak yerlerden yağmur alan bölgelere göç eden büyük bizon ve ceylan sürüleri vardır.
Yollarının üstündeki nehirleri geçerken bir cehennem yaşarlar.
Kimisi suya kapılır, kimisini timsahlar kapar, kimisi timsahlardan kaçmaya çalışırken çamurlu yamaçlarda kayıp bacağını kırar.
O nehri geçtikten sonra mümbit araziler başlayacaktır ama o nehrin içi can pazarıdır.
Biz tam o nehrin içindeyiz işte.
İşçilik bitiyor ama henüz yerine ne konulacağı bilinmiyor.
İşsizlik yeryüzünde artıyor.
İşçilerin var olduğu bir hayata göre eğitilmiş ve hazırlanmış insanlar, bu yeni dönemde ne yapacaklarını şaşırıyorlar.
Ne yapacağını bilmeyenler sadece işçiler değil.
Para sahipleri de ne yapacaklarını bilmiyorlar.
Amerikada patlayan, oradan da dünyaya yayılan kriz, para sahiplerinin paralarını bu yeni çağda kullanmayı becerememesinden kaynaklandı.
Emek sahibi için de,para sahibi için de büyük bir altüst oluş bu.
Ve bu nehrin kenarından dolaşma imkânımız yok.
Bunun içinden geçeceğiz.
Bütün dünyayı etkileyen bu büyük sarsıntı Türkiyeyi de derinden etkiliyor.
Siyasi iktidarın, önlemleri almakta gecikmesi, seçim hesaplarıyla ayak sürümesi şimdi bedelini ödetiyor.
İşsizlik yüzde 15,5u geçti.
DİSKin hesaplarına göre ise işsizlik yüzde 24, her dört kişiden biri işsiz demek bu.
Bir başka araştırmaya göre de toplumun yüzde ellisi yoksul.
Sadece yüzde 1,5u mutlu azınlık.
Bu tablo, korkunç bir tablo.
Acılarla dolu bir tablo.
Bunun üstesinden nasıl geleceğiz?
Bu, manasız siyasi polemiklerle, tuhaf atışmalarla halledilecek bir sorun değil.
Böyle bir soruna, en azından teorik düzeyde bir çare bulmak aslında sol kesimin işi.
Sol, bu cehennem nehrinin içinde parçalananlara, kayanlara, örselenenlere bir çare aramalı.
Solun tarihî görevi bu.
Ama bu, işçi sınıfına ağıt yakarak veya işçi sınıfının kaybolmasını kötü bir şey sanarak ya da kapitalistlere küfrederek çözülecek bir sorun değil.
Çok ciddi analizler gerekiyor.
Meseleyi, sadece siyasi boyutuyla değil toplumsal boyutuyla ele almak, bu büyük değişimin nedenlerini kavramak, bu nedenlerden kaynaklanan sonuçların nereye varacağını kestirmek ve insanları bu dönemin çilelerinden kurtaracak yöntemler bulmak lazım şimdi.
Bizde ne yazık ki bunu becerebilecek derinlikli sol kadrolar yok.
Marksist felsefeyi bilen, bu felsefeyi özümsemiş, Marksist bir bakış açısıyla liberal bir ekonomi anlayışını biraraya getirmeye çalışacak, ekonomiye insani boyutu katacak bir örgüt bile bulunmuyor burada.
Zaten bu eksikliğin siyasi tezahürünü, çaresiz emekçilerin AKP saflarına kaymasında görüyoruz.
Liberal ekonomi, yeni çağın, en azından şimdilik, egemen ekonomisi.
Bu ekonomik anlayışın insani yanı çok zayıf.
Ezilenlerle, sokakta dilenen sahipsiz çocuklarla, işsiz kalanlarla, yoksullarla çok fazla ilgilenmiyor.
Liberal ekonomiye sol, insani bir bakışı nasıl kazandıracak?
Liberalizmi lanetlemek, bir işe yaramaz.
Globalizme sövmek de bir işe yaramaz.
Gerçekleri görmeden, gerçekleri anlamadan, gerçekleri kabul etmeden çözüm bulmazsınız.
On dokuzuncu yüzyılın solu vardı, yirminci yüzyılın da solu vardı.
Yirmi birinci yüzyılın solu hâlâ yok.
Sol, hâlâ yirminci yüzyıl jargonuyla konuşmaya devam ediyor.
Bu yeni yüzyılda ne yapacağız?
Bu nehri nasıl en az kayıpla geçeceğiz?
İşini kaybeden emeke yeni bir yer nasıl bulacağız?
İnsanları bu yeni çağa ve yeni hayata nasıl hazırlayacağız?
Bunların şu anda çok açık ve net cevapları yok.
Bu cevaplar ancak bu konular tartışılarak bulunacak.
Ama önce bunu tartışacak insanları bulmamız gerekiyor.
Ne yazık ki onları bu ülkenin sol kadroları içinde henüz bulamıyoruz.
Toplumun dikkatini çekecek gürbüz bir ses çıkmıyor soldan.
Halbuki bu sesin çıkmasının tam zamanı.