1920’de İslam’a ve Halife’ye bağlılık yeminleri, dua ve salavatlarla, namus sözüyle açılan ilk Meclis’ten sonra; çoğunluğunun sonradan anlaşıldığı üzere sabataist ve dönmelerden oluştuğu ortaya çıkan İkinci Meclis’ten itibaren ‘’Batılılaşma’’ adı altında İslam Medeniyetimizin değerlerine topyekûn savaş açıldığı karanlık bir zulüm dönemi başlatıldı!
Alimlerin bilhassa idamlarının infazı için Ankara Ulucanlar Cezaevine (Ulu Can, ulu kişilerin yani saygın alimlerin can’larına kastedildiği için bu isimle anılır) doldurulduktan sonra binlercesinin asıldığı bu karanlık zulüm ve ihanet dönemi 1950 yılına kadar devam ettirildi.
İşte bu karanlık dönemlerde yaşanan zulümler sebebiyle Medine-i Münevvere’ye hicret eden merhum Ali Ulvi Kurucu Hocamızın ‘’Deccaller Döneminin’’ sona ereceğini müjdelediği bir hatırasını, Merhum Mehmed Kırkıncı Hocaefendi’nin ‘’Hayatım Hatıralarım‘’ adlı kitabında yer verdiği şekliyle o günlerin halet-i ruhuyesini daha iyi anlamak adına buyurun birlikte okuyalım;
- ‘’1976 yılında hacca gittim. Ali Ulvi Bey’i ziyaret etmek için Avukat Bekir Berk ile Medine’ye gittik. Kendisi şöhretli bir edip ve şairdi. Üstadın tarihçe-i hayatının önsüzünü o yazmış, Üstad›ın şahsiyetini çok güzel yorumlamıştı. Orada bulunduğumuz sürece hemen hemen her gün beraberdik. Kendisiyle uzun ve faydalı sohbetlerimiz oldu. Bize ibret dolu birçok hatırasını anlattı. En çok dikkatimizi çeken ve bizi tesir altında bırakan şu hatırasıydı;
“1970 yıllarında Endonezya’nın eski başbakanlarından Muhammed Nasır, Medine-i Münevvere’ye geldi. Kendisini daha önceden tanıdığım için ziyaretine gittim. Halimi hatırımı sorduktan sonra ilk sorusu şu olmuştu:
“Bu sene de Türkiye’den hacı var mı?”
“Var Elhamdülillah” dedim. Tekrar sordu:
“Kaç kişiler?”
“Yüz elli bin” dedim.
“Yüz elli bin mi?” diye ağlamaya başladı ve secdeye kapandı. Hayretler içinde kaldım, büyük bir devlet adamı secdede ağlıyordu. Secdeden kalkınca oturdu. Kendisine:
“Verdiğim bu haber zat-ı âlinizi çok duygulandırdı, hislendirdi. Acaba hikmeti ne olabilir?” diye sordum. Şu cevabı verdi:
“Aziz dostum, ben Lozan Muahedesini çok iyi bilen bir diplomatım. O muahedenin hedefi, aslında Müslüman Türkiye’nin başını yemekti. İngiliz heyetinin baş murahhası olan Lord Gurzon’un teklifi Türkiye’nin bir Hıristiyan devleti olmasıydı. Türk heyetini bu ağır teklifi kabule zorluyorlardı. Eğer Türk milleti Hıristiyan olma fikrine şiddetle karşı çıksa -ki çıkacaktır- o zaman hiç olmazsa Türkiye’de Avrupa kültürünün tam hâkim olmasını ve sefahate azamî hürriyet tanınmasını sağlayacaklardı. Laiklik, batı dünyasında olduğu gibi din ve vicdan hürriyeti manasına değil, din aleyhtarlığı şeklinde uygulanacaktı. Gelecek nesilleri bu manevi güçten, faziletten, mahrum etmekle menhus gayelerine kavuşacaklardı” dedi.
O sırada Bekir Bey dayanamayarak, “Haçlı seferleriyle yapamadıklarını bu muahede ile yaptılar” dedi. Ali Ulvi Bey, Muhammed Nasır’ın ağzından anlatmaya devam etti: “...Fakat Allah’a hesapsız şükürler olsun ki, düşmanların bu plânları akim kaldı, muvaffak olamadılar. Çünkü sizin kahraman ecdadınız İslâmiyet uğrunda büyük bir ihlâs ve samimiyetle kan dökmüş, milyonlarca şehitler vermişler. Şehit olurken de şu samimi ifadeler ile niyaz etmişler: “Allah’ım gelecek neslimizin imanı sana emanettir. Onların maddî-manevî varlıklarını senin Hafız ismine havale ediyoruz. Zira bütün ruhumuzla inanıyoruz ki, senin hıfzına ve emanına teslim edilen bir emanet asla zayi olmaz.”
Şimdi yüz elli bin (150.000) hacının Türkiye›den geldiğini duyunca sevinç gözyaşlarını dökmekten kendimi alamadım:
“Ya Rabbi! Bu ne azametli bir tecelli sahnesidir. Cenab-ı Hakkın bu lütuf ve kereminin karşısında nasıl secdeye kapanmayayım? Ya Rabbi! Sen her şeye kadirsin. Cemalin güzel olduğu gibi, Celalin de güzeldir. Celalin olmasaydı, Cemalini nasıl müşahede ederdik. Zalimlerin bu ceberutları bu Türk vatandaşlarına hiç nefes aldırır mıydı?”
…
‘’Kâfirler, Allah’ın nûrunu, (İslâm Dinini) ağızları ile (aleyhte propagandalarıyla, kötü söz ve iftiraları ile) söndürmek istiyorlar! Allah ise, kâfirler istemeseler de ve hoşlanmasalar da nûrunu tamamlıyacaktır! İslam mutlak ama mutlak tüm Cihana hakim olacak aydınlatacaktır!“ (Saff S. 8) İlahi müjdesinin gereği Dinimizin ve Devletimizin düşmanları Zalimler ve hainler çatlasalar da patlasalar da Allah Nurunu mutlaka tamamlayacaktır! Ve İslam Nizamı Hayatımızın ve Ülkemizin yegâne Hukuku olacaktır! Merhum Üstadımızın dediği gibi diyoruz ki;
‘’Haydi ayağa kalk! Bitsin bu hasret! Surda bir gedik açtık, Mukaddes mi Mukaddes! Ey kahpe rüzgar! Artık ne yandan esersen es.!’’
Allahım, cümlemize; ülkemize ve tüm Mazlum Müslüman Coğrafyaya her türlü zulüm ve zalimlerden, şer ve şerlilerden korunmayı ve kurtulmayı ihsan buyur! Ve Allahım! Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi, Seni sevenlerin sevgisiyle rızıklanabilmeyi hepimize nasip eyle! Amiin!
Nefsimizde, Ailemizde ve Ülkemizde “İslam Sözleşmesi ”nin uygulanması, Mescid-i Aksa’mızın özgürlüğü ve tatil olması dileğiyle Cuma Bayramımız mübarek olsun.
Selam, sevgi ve duayla...