12. yılında 28 Şubat... Postmodern darbe, topyekûn savaş!
Bugün, 28 Şubat... Postmodern darbenin 12. yıldönümü... Bugünkü sürmanşetimizde de ifade ettiğimiz gibi; milletin parasıyla alınmış tankların, milletin iradesinin üzerine, milletin vicdanının üzerine yürütüldüğü; iradenin de, vicdanın da ezilmeye çalışıldığı günler... Şubat!.. Adı üzerinde cüce Şubat... Ancak 4 yılda bir 29a çıkabilen, geri kalan yıllarda 28de kalan cüce Şubat... Ne var ki; bu cücenin bağrında devasa boyutta olaylar yatıyor... Ne zaman Şubat dense; içinde entrika, cinayet, ihanet, yıkım ve ölüm gibi olaylar bulunan kara günler hatırlanır... Ağustos; ne kadar zaferler ayı ise, Şubatlar da o kadar hançerler ayıdır!.. Evet, adı cüce Şubattır... Ama, gölgeleri ve etkileri hayli uzundur, hayli büyüktür!.. Tıpkı 28 Şubat 1997 MGKsının da; hem toplantı süresi olarak, hem de etki olarak uzun sürmesi gibi... O gün, uzun ve kasvetli bir gündü!.. Gerek toplumun bünyesinde, gerek insanların yüreklerinde derin yaralar açtı!.. Ne var ki; 12 yıl sonra bugün gölgeler kısmen kısalmaya, sisler nisbeten dağılmaya ve itiraflar yapılmaya başlandı...
Bugün, işte bu itiraflardan ve 28 Şubat sürecinde meydana gelen ilginç olaylardan kesitler sunmak ve böylece; o günlerde 10 yaşında çocuk, bugün ise 22 yaşında genç olan insanımıza ışık tutmak istiyorum.
NE İRTİCASI?.. YOK BÖYLE BİR ŞEY!
İşte bir anekdot:
28 Şubat Sürecinin Militarist Müsteşarı diye anılan dönemin İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Teoman Ünüsan; 28 Şubat MGKsından sonra irtica konusunu görüşmek üzere 80 ilin valisini Ankarada topladıklarını ve MGK kararlarını görüştüklerini söylüyor.
İşte valilere sordukları soru:
Siz, daha iyi bilirsiniz... İrtica ne durumda?
Cevap veriyor valiler:
Ne irticası?.. Ülkede böyle bir şey yok!
İşin enteresan tarafı diyor Ünüsan;
Bunu söyleyen valiler, Refahyoldan önceki dönemde göreve getirilmiş valilerdi... Çünkü, Refahyol, hiç vali tayin etmemişti.
Gelin, görün ki, valilerle yapılan bu toplantı, ertesi günkü kartel medyasına şu başlıklarla yansıdı:
Valiler, hükümeti uyardı!
İçişleri Bakanı Meral Akşener, irtica ile mücadele konusunda valilere tam yetki verdi... İrticaya geçit yok!
Başbakan Çiller 80 ilin valisine, MGK kararlarını aynen uygulamaları talimatı verdi!
O günlerde bu haberleri üreten ve millete karşı açılan topyekûn savaşta her türlü yalana başvuran medya; şu günlerde Başbakan Erdoğana ateş püskürüyor, iyi mi?..
Erdoğanın; Yalan yazan gazeteleri evinize sokmayın çağrısını, basın özgürlüğüne darbe ve sansür olarak takdim ediyorlar!..
Ama, ürettikleri yalanlarla, ülkeyi ne hale getirdiklerini milletin dikkatinden kaçırıyorlar!..
GİT, SÖYLE O KADINA!
Neyse... Biz gelelim, yine 28 Şubata...
O karanlık süreçte; siyasiler ve gazetecilerle ilgili iğrenç ifadeler de kullanıldı...
İşte, bunlardan çarpıcı bir anekdot:
İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Teoman Ünüsan, bazı üst rütbeli subaylarla yemekli bir sohbette bir araya gelmişti. Üst düzey bir general; emniyet istihbaratı ile askeri istihbaratın ayrı çalıştığının ve İçişleri Bakanı Meral Akşenerin kasıtlı davrandığının altını çizdikten sonra şunları söyler:
Git söyle o kadına, ileri geri konuşmasın. Gelirsek, İçişleri Bakanlığının önünde yağlı kazığa oturturuz...
Ünüsan, bunu duyunca şoke olur...
Hiçbir şey söylemez... Bu konuşmayı daha sonra Devlet Bakanı Bekir Aksoya aktarır... Sözler, Çillere iletilir... Çiller, Akşeneri çağırıp generalin sözlerini aktarır!..
Akşener bu olayı, bir defa da Ünüsandan dinler... Generali şikâyet etmek için Çankaya Köşküne çıkar, sözleri Demirele aynen aktarır ve Efendim, ben bu konuyu kamuoyuyla paylaşacağım der... Demirel, Akşeneri sakinleştirerek, Böyle bir şey olmaz. Sen merak etme. Ben bu konuyu bizzat Genelkurmay Başkanı ile konuşacağım der!..
Konuşup konuşmadığı ya da nasıl konuştuğu meçhul!..
Çünkü Demirel; Hasan Celal Güzelin deyimiyle; darbenin görünen aktörlerinden daha fazla rol alan ve melon şapkasını alıp gitmek yerine asker şapkası giymeyi tercih eden biriydi!..
Başına geçirdiği asker şapkasını o kadar benimsemişti ki; dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı; son günlerde ortalığa dökülen kasetlerde, o günlerde yaşananları ve Demirele duyduğu sempatiyi şöyle dile getiriyor:
Refahyolu devirip, iktidarı, Mesut Yılmaza altın tepsi içinde sunduk... İktidara karşı 8 talepte bulunduk... İlk şart olarak da, 8 yıllık kesintisiz eğitimi koyduk!..
Demirel, Cumhurbaşkanlığını fevkalade iyi yaptı!.. İlişkilerimiz fevkalade iyiydi!.. Hatta, bir darbeyi benim önlediğime dair, bir gazeteye beyanat bile verdi!
SÜNGÜYÜ ...NA TAKAR, DOLAŞTIRIRIM!
Yeri gelmişken, bir anekdot daha:
Dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak, Sabah gazetesi yönetimini arayıp; yazar Mehmet Altanla ilgili olarak aynen şunları söylüyor:
Söyleyin o adama, yazdıklarına dikkat etsin!.. Yoksa, makatına süngü takar, cephelerde süründürürüm!..
Durum bu... Buyrun, yorumu siz yapın!..
AMAÇ İHLLERİ BİTİRMEKTİ!
Yorumu, elbette sizler yapın... Ancak yoruma geçmeden önce, 28 Şubatın yol açtığı yıkımın fotoğrafına şöyle bir göz atmakta yarar var...
Tabiî, Karadayının şartı eşliğinde...
Bakın, ne oldu 28 Şubatta?..
Sırf İHLlerin kökünü kurutmak maksadıyla 8 Yıllık Kesintisiz Eğitim Yasası çıkarıldı!..
Peki ne oldu İHLlerin köküne kezzap dökülünce?..
Çağdaş eğitim sistemi diye yutturulan 8 Yıl Kesintisizde başarı sağlanabildi mi?..
(...) Fotoğraftaki de bir taşımalı eğitim... Ancak, öyle bildiğiniz şekliyle değil!.. Vanın Çatak ilçesine bağlı Taşaltı, Kirazlı ve Bahçıvan mezralarında yaşayan 30 öğrenciyi; aileleri, kurda-kuşa yem olmasınlar diye, her gün silahların gölgesinde 14 kilometre uzaklıktaki okula taşıyor!
Yolların kar kaplı olduğunu, çocukların sırtında da sadece önlük bulunduğunu biz ekleyelim!..
Ama, facia bununla da bitmiyor...
Elbette hayır!.. Çağdaş eğitim diye kakalanan bu eğitim sistemini oturtmak için getirilen taşımalı sistemde, nice sallamaların, nice eşeklemelerin ve nice teleferik(!)lemelerin yapıldığını, nice öğrencilerin tabutlandığını daha önce çok yazdık!..
Dolayısıyla, sırf İHLlerin kökünü kurutmak amacıyla çıkarılan yasanın, nice aileyi yasa boğduğunu yeniden yazmaya gerek yok!..
Hem, eğer geriye gidersek; çocukların at, eşek ve öküzlerle aynı çatı altında ahırda eğitim aldıklarını hatırlatırız ki, bunu bile savunmaya kalkıp, bizi mahkemeye veren tosunlara yine iş düşer!..
LİSELER BATAKTA, SABİLER YATAKTA!
Ve fakat, vahametin boyutu, İHLleri yıldırmakla da sınırlı değil!..
Topyekûn Savaş sloganıyla başlayan bu süreç, İHLlerle birlikte, diğer meslek liselerini de yaktı!.. Sırf İHL inadı yüzünden, meslek liselerini de bitirdiler!..
Nasıl mı?..
İşte bir gazete haberi:
Liseler batakta!
Biliyor musunuz;
Sadece İstanbulda, 24 bin lise öğrencisi, içki ve uyuşturucu kullanmaktan dolayı ceza almış!..
Dahası da var: Suçların lise türlerine göre dağılımında, meslek liseleri başı çekiyor!..
Niye?..
O da, başka bir araştırmada cevap buluyor... Meslekî Eğitim Platformu tarafından, tam 12 ilde, toplam 67 okulda ve 4 bin 325 öğrenci ile yüzyüze yapılan 5 ayrı ankette ortaya çıkan sonuç şu:
Meslek lisesi öğrencileri, okullarını sevmiyor ve geleceğe karamsar bakıyor!
Peki, niye sevmiyorlar?..
Öğrencilerin yüzde 86.9u diyor ki; Bize ayrımcılık yapılıyor!.. Üniversiteye girişte, alan dışı tercihlerde düşük katsayı uygulaması, bize yapılan büyük bir haksızlık ve adaletsizliktir!
Yani?..
Nasıl olsa üniversiteye giremeyeceğime, meslek liseleri de meslek öğretmediğine göre, okumanın ne anlamı var?
İşte, 28 Şubat Sürecinin, gençleri getirdiği nokta bu!.. Gençlik bunalımda!..
Şevk yok, heyecan yok, istek yok, ümit yok!..
Çoğu karamsar!..
Ve çoğu batakta!.. Pardon, az kalsın unutuyordum, büyükçe bir kısmı da yatakta!..
Evet, maalesef yatakta!..
Hayır, ben demiyorum bunu!.. İstanbul Emniyet Müdürlüğünün TBMM Adalet Komisyonuna gönderdiği raporda yazıyor bunlar!..
Deniliyor ki;
Fuhuş yaşı 12ye indi!
Düşünebiliyor musunuz;
Henüz çocuk yaştaki körpecik kızlar fuhuş batağında!.. Allah bilir hangi sapık kalantorun yatağında!?!..
Olacağı budur!.. Kitaplardan imamlar, ayet ve hadisler çıkarılır da; din diye Brahmanizm, Hinduizm öğretilirse, İHLlerin köküne kezzap dökülüp, Kuran kurslarına sürekli baskınlar düzenlenir ve meydan misyonerlere bırakılırsa, olacağı budur!..
CENNET ÜLKEDEN, CİNNET ÜLKESİNE!
Uzun lâfın kısası;
Kısa Şubatın etkileri uzun oldu... Üzerinden 12 yıl geçtiği halde, bu postmodern darbenin etkileri hâlâ devam ediyor... Bu süreçte, toplumun kimyası bozuldu, ekonomi çökertildi, siyasal hayatta onulmaz yaralar açıldı!..
Partiler kapatıldı, gece yarısı operasyonlarıyla insanların evleri, öğrencilerin yurtları basıldı; başlar zorla açtırıldı, açmayanlar coplanıp yerlerde sürüklendi!.. Öğrencilerin istikballeri katledildi!..
İHLler ve Kuran kurslarının köküne kibrit suyu döküldü!.. Akıl almaz fişlemeler yapıldı, pek çok insan işinden oldu, şirketlere yeşil sermaye yaftası vuruldu, trajikomik suçlamalar, yargılamalar yaşandı.
Ve bütün bunlar olurken, birileri ülkenin kaynaklarını sömürmekle, bankaları hortumlamakla meşguldü.
Görünen etkiler yanında bir de toplum bünyesinde açılan derin çatlak vardı ki; tamiri en zor olan da buydu.
Türkiye, bir küskünler ülkesine dönüştü. Devlet ile milletin arası açıldı. Ortalığı çınlatan 10. Yıl Marşları, bürokrasinin ve hakim sınıfın halk üzerindeki baskısını seslendirmekten öte bir anlam taşımıyordu...
Peki, sonuç?!?
Sonuç şu:
Bu cennet vatan, 28 Şubat süreciyle birlikte bir cinnet ülkesine dönüştürüldü!..
Cinayetlerin, alkol ve uyuşturucu patlamasının, tecavüzlerin, çeteleşme ve şiddetin yaşandığı bir cinnet ülkesi!..
Prof. Nevzat Tarhanın teşhisi galiba doğru:
Hedefleri Çanakkale ruhunu öldürmekti!
Öldürdüler!.. O ruhu öldürdüler!..
Toplumu ayakta tutan o kaleleri de yıktılar!..
Geriye, hortumlarla doldurulan çanaklar ve çanak yalayıcı medya kaldı!..
Ne ilginçtir ki;
Hâlâ postal yalama peşindeler!..
==========
Yol gösterici mi, hedef gösterici mi?
Hani geçenlerde de sormuştum ya... CHPnin İstanbul adayı olan Kemal Kılıçdaroğlu mudur, yoksa Gürsel Tekin mi?.. Çünkü efendim; Bay Kılıçdaroğlu nereye gitse, Gürsel Tekin hemen yanında!.. Kılıçdaroğlu, bir sepet veya bir çanta gibi yanında taşıyor onu!..
Dedim ya; merak eder dururdum... Gürsel Tekin, niye her yere Kılıçdaroğlu ile birlikte gidiyor?.. Ona yol-yordam mı gösteriyor, İstanbul sokaklarında kaybolmasın diye adres mi gösteriyor?..
Derken, sorunun cevabını dün aldım... Gürsel Tekin; meğer yol göstermek için değil, hedef göstermek için bulunuyormuş Kılıçdaroğlunun yanında!..
Baksanıza; muhabirimiz Hüseyin Kulaoğlu, dün Bahçeşehir Üniversitesinde düzenlenen bir konferansta sormuş Kılıçdaroğluna; İstanbulda, oturuyor göründüğünüz adreste bir başkası oturuyor... Adresiniz bile sahte çıktı, buna ne diyorsunuz?
Aaaa, o da ne?.. Hüseyinin elinden önce soru sorduğu mikrofon alındı, sonra da darplara maruz kaldı!.. Çünkü efendim; soruya tahammül edemeyen Gürsel Tekin, kışkırtıcı bir tavır takınmış ve bir anlamda arkadaşımızı hedef göstermişti!..
Demek oluyor ki; Kılıçdaroğlu, Gürsel Tekini, yol göstermesi için değil, hedef göstermesi için yanında taşıyormuş!..