Bir güneşim... Bir babam... Bir de terliklerim!
Bugün Mevlid Kandili... Bugün, âlemlere rahmet olarak gönderilen; Peygamberimiz, önderimiz, öğretmenimiz ve liderimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizin doğum yıldönümü... Bugün, Onun, dünyaya Merhaba dediği gün... Bugün, Yaşayan Kuran olan Kutlu Nebinin doğum günü... İşte bu yüzden bugün, başka konu yok, sadece Onu yazmak ve Onu anmak istiyorum... Bugün siyaset yok, bugün kavga yok, bugün gerilim yok!.. Bugün parti de yok, Ergenekon da!.. Bugün, her zamankinden daha fazla ibadet var, dua var, af ve mağfiret için yalvarma, Cennette Ona komşu olabilmek için yakarma var!.. Hasılı kelâm, bugün sevgililer sevgilisi, güzeller güzeli O var!.. Bugün, gül gibi kokan Güllerin Efendisi var!..
MEDİNEYE HASRET BİR GENÇ
Bugün, belki de çoğunuzun bildiği bir olay nakletmek istiyorum sizlere... Daha doğrusu, kompozisyon yarışmasında birincilik ödülü almış bir makaleyi aktarmak istiyorum...
Efendim, Kütahya Müftülüğü Kuran Kursları Müdürü Vehbi Akşit, Ocak 2006 tarihli Altınoluk dergisinin 239. sayısında, bir gençten söz ediyor!..
Nebi Muhammed Doğanaydan...
Nebi, bugün ya lise sonda olmalı, ya da üniversiteye başlamış olmalı!..
Nebi, biraz sonra aktaracağım makaleyi, henüz ortaokul öğrencisi iken yazmış ve biraz önce dediğim gibi, birincilik kazanmış!..
Herhalde, yaşayarak ve hissederek yazmış olmalı ki; yazdıkları, Peygamber aşkını en derinden yaşayan bir yüreğin yansımaları olmuş!..
Efendim, olayın yaşandığı yıllarda, Nebi, henüz 7 yaşındadır... Babası, Medinede bir şirkette elektrik teknisyeni olarak çalışmaktadır...
Bir gün, sabah saatlerinde, kendisine verilen teknik görevi tamamlayıp ayrılmak üzeredir ki, Resulullah (s.a.v.)in Havzasında elektik çarpması sonucu vefat eder ve Cennetül Bâkiye defnedilir!..
Tabiî, ailesi mecburi olarak Türkiyeye döner ve hayatını burada devam ettirir!..
MEDİNE, NEDEN BU KADAR SICAK?
İşte Nebi Muhammed Doğanay, bu ailenin bir ferdidir ve ortaokulda okurken; Bir Seni güneşim, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geldiğim yerde başlıklı şu makaleyi yazar:
Bir ilkbahar gününde güller gibi kokan Medinede dünyaya gözlerimi açmıştım. Doğduğum hastane senin Ravzanın hemen yanıbaşında olduğu için, duyduğum ilk koku, senin bahçenin gül kokuları olmuş.
Babam gelip de daha kulağıma ezan okumadan, kulaklarım senin mescidinin ezan sesleriyle şereflenmiş. 40 günlük olduğumda ilk ziyaretimi de senin Hane-i Saadetine yapmışım.
İlk adımlarımı senin Ravzandaki mermerlerinde atmış ve Rabbimle ilk buluşmamı, ilk secdemi senin mescidinde yapmışım. Hemen hemen yaptığım her ilkte, sen varsın.
Daha konuşmasını öğrenmeden seni sevmeyi öğrendim ben.
Belki seni çok tanımazdım ama, sanki bana çok çok yakınmışsın gibi severdim seni.
Senin evini her ziyarete gelişimizde, seni görmesek bile senin varlığını hisseder, evinden her ayrılışımızda hüzünlenirdik.
Çocuklar evde sıkılınca babaları parka, eğlence yerlerine götürsün isterler. Biz Medinede yaşadığımız sürece hiç babamızdan parka götürmesini istemedik.
Bizim canımız sıkılmaz mıydı acaba hiç?
Sanırım Medinedeki hiçbir çocuğun canı sıkılmazdı. Çünkü orada, hiçbir yerde olmayan gül bahçesi ve bahçenin biricik efendisi vardı.
Bizim vaktimizin çoğu o bahçede geçerdi.
Senin bahçenin mermerlerine ayakkabı ile basamazdık. Yalınayak dolaşırdık mermerlerin üstünde. Kimbilir, belki de; bahçenin güllerine basıvermekten korkardık. Yazın mermerler ayaklarımı yakardı. Olsun, bu da bizim hoşumuza giderdi.
Babama sormuştum bir seferinde;
- Babacığım neden Medine bu kadar sıcak?..
Babam da;
- Evladım Medinede iki tane güneş var da ondan derdi...
- Nasıl olur babacığım, güneş bir tane değil mi? derdim...
Babam, gülerek:
- Bak yavrum; doğru, bütün dünyayı ısıtan bir güneş var ama, bir de alemleri ısıtan ve aydınlatan güneş var. O güneş de Medinede olunca sıcaklık iki kat oluyor.
Babamın bu cevabı hoşuma giderdi ve ısınırdım.
Gerçekten de ayaklarımızı mermerler ısıtıyordu ama; senin güneşin de, sıcaklığın da içimizi ısıtıyordu.
Medineden ayrıldığımızdan beri belki ayaklarımız ısınıyor ama içimiz bir türlü ısınamıyor. Çünkü güneşimizin en büyüğünü orada bırakmıştık...
Ben güneşimi kaybetmiştim.
Onun evine, bahçesine gidemiyordum artık.
Gerçi ışığı ta buralarda bizi aydınlatıyordu ama içimi ısıtması için onun Ravzasında yalınayak koşmam lâzımdı.
Evet, bahçende yürürken ezanlar okunurdu.
Öyle güzel okur ki Medine müezzini ezanı, sanki Bilali Habeşi okuyor sanırsınız.
Namaz kılmak için mescide koştururduk, bilir bilmez...
Babamın yanında namaz kılardık.
SICAKLIĞINA ÖYLE HASRETİM Kİ!
Büyük sütünların altından gelen soğuk havadan saçlarımızı savurturduk. Zemzem bardaklarından güller yapardık. Namaz kılarken yanımıza usulca bir kedi sokulurdu.
Babam İncitmeyin sakın, onlar Ebu Hüreyrenin kedileri derdi, biz de inanırdık.
Senin mescidine kediler de girebilirdi.
Sen çok iyi bir ev sahibiydin çünkü.
Çarşamba günleri hep Uhuda giderdik. Senin çok sevdiğin amcanı ziyaret etmeye... Çünkü o, bizim de amcamızdı. Kardeşlerimle Ayneyn tepesine çıkar, oradan Uhudda yatan 70 şehide selam verirdik.
Uhud dağına her baktığımızda sanki orada seni görür gibi olurduk. Uhud da senin Ravzanın kokusu gibi, gül kokardı.
Orası da ayrı bir gül bahçesi idi sanki.
İşte benim yedi senem ki; en değerli, en güzel yıllarım, senin köyünde, senin gül bahçende, senin savaştığın yerlerde sanki yanımda sen varmışsın gibi, seninle dopdolu geçti.
Seni görmesem de; seninle yaşamaya o kadar alışmıştım ki senin yanından ayrılırken sanki bir yanım, bir canım, bir parçam orada kalmıştı.
Buraları bana gurbet oluverdi.
Elimde olsa hemen yanına koşar gelirim ama hep büyüyünce gidersin diyorlar. Ben sırf senin yanına gelebilmek için büyümek istiyorum. Senin yanına geldiğim zaman büyümüş bile olsam bahçendeki mermerlerde yalınayak dolaşacağım.
Ta ki, güneşin içimi ısıtana kadar.
Senin hasretinden içim üşüyor.
Belki hasretin herkesi yakar, beni de üşütüyor işte. Çünkü benim ruhum doğduğumdan beri senin sevginle ısınmaya alışkın.
Senin sıcaklığına o kadar muhtacım ki.
Ne olur; ben sana gelemesem bile, sen beni hiç bırakma...
Işığınla gecelerimize nur ol. Sıcaklığınla bütün zerrelerimizi ısıtıver. Hani sana Medinedeyken komşuyduk ya, evlerimiz birbirine çok yakındı. Senin varlığın bize güven verirdi hep. Yine öyle ol, arasıra da olsa evimizi şereflendiriver.
BEN DE BABASIZ BÜYÜYORUM
Hem benim adım Nebi, aynen seninki gibi.
Bu ismi bana seni çok seven bir dostun koymuş.
Diğer adım da Muhammed, yine senin gibi.
Bu ismi de canım babacığım koymuş. Buraya gelirken senin köyünde bıraktığımız babacığım. Sana benzeyen bir yanım daha var. Ben de senin gibi babasız büyüyorum.
Ben çok şanslıyım, sen bize asla yetimliğimizi hissettirmedin. Medineden ayrıldığımızdan beri sanki sen hep yanıbaşımızdaymışsın gibi hissediyorum.
Geceleri korkmadan güvenle uyuyorum hep. Seni tanıdığım ve seni sevdiğim için Rabbime binlerce kez teşekkür ederim.
Babam senin köyünde kalmıştı. Biz babamın cenazesini gömerken abimin terlikleri babamın kabrine düştü ve orada kaldı.
Ben o terlikleri çok kıskandım.
Çünkü abimin terlikleri hep babamla kalacaktı. Babamı son ziyaret edişimizde; ben de kimse görmeden terliğimi babamın kabri üstüne gömüverdim.
İşte şimdi benim terliğim de hep babamla kalacaktı.
Evet demiştim ya; bir güneşimi, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geride.
Babam ve terliklerim hep oradaydı, gelemezlerdi. Ama güneşim, hep yanımızdaydı.
Yetimlerin efendisi, yetimlerini hiç ışıksız bırakır mı?
Dünyanın bir ucuna gitmiş olsaydık, bizi bırakmayacağını biliyordum.
Gözümüz gönlümüz seninle aydınlanır efendim.
Ruhumuz, içimiz sıcaklığınla ısınır.
Bir gün sana gelişim geç bile olsa bana, gül bahçesinin mermerlerinde yalın ayak koşmak nasip et. Ta ki aşkınla, sevginle bütün bedenim yanıp kavrulsun.
Terliklerimi bıraktığım o güzel mabed son durağım olsun.
...........
Bu sevginin, bu aşkın, bu sevdanın üstüne diyecek hiçbir söz yok...
Vehbi Akşit hocamızın dediği gibi;
Allahım... Bize de, Nebi kardeşimiz gibi Resulullah sevgisi nasip eyle!
Amin...
=============
Mutluluk sırları
¥ Evimi bir misafirlik sonrası temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam, birçok arkadaşım var demektir.
¥ Faturalarımı ödeyebiliyorsam, bir işim var demektir.
¥ Pantolonum biraz sıkıyorsa, aç kalmıyorum demektir.
¥ Gölgem beni izliyorsa, güneş ışığını görüyorum demektir.
¥ Otobüsten indiğim yerden iş yerime gideceğim yolu uzun buluyorsam, yürüyebiliyorum demektir.
¥ Hükümet hakkında eleştiri yapabiliyor ve bu eleştirileri başkalarından da duyuyorsam, konuşma özgürlüğümüz var demektir.
¥ Otobüs beklerken yanımdaki adam anahtarları ile oynuyor ve ben bu sesten rahatsız oluyorsam, duyuyorum demektir.
¥ Camları silmem, çatıyı onarmam gerekiyorsa bir evim var demektir.
¥ Çalar saatim sabahın köründe çalıyorsa, yaşıyorum demektir.
¥ Akşamları kendimi yorgun hissediyorsam ve bacaklarım ağrıyorsa, o gün üretici olmuşum demektir.
Hasılı kelâm... Tüm bunların farkına varabiliyorsam, mutluyum demektir!