ÇAĞDAŞLIK PROJESİ (1)

ÇAĞDAŞLIK PROJESİ (1)

 




Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından bu yana Türkiye tarihinin bir özetini anlatıyor bu başlık!
Sultan 2. Mahmut’un reformları ve Tanzimat’ın batıcı aydınlarıyla birlikte devletin özellikle kalemiye (bugünkü bürokrasi) sınıfının asker destekli bir plan program dahilinde vatandaşını ilkellikten çağdaşlığa doğru bir dönüşüm politikasına tabi tutmaya çalıştığı görülüyor.

Müslüman-Türk’ü içine attığımızda çok kısa bir zaman diliminde laik-çağdaş-Avrupalıya dönüştürebilecek kadar güçlü evrim niteliğine sahip bir makine tasarlamak gibi!

Program yürütülürken dönem dönem iktidarın mizacına göre değişik metotlara müracaat edildiğini gözlemliyoruz.



 



Tanzimat’tan 2. Meşrutiyete kadar bir mütalaa ve müzakere usulü, daha kapsayıcı tabirle diplomatik bir üslup benimseniyor. 2. Meşrutiyet ve İttihat Terakki’yle birlikte bu anlayış yerini faşizan bir yıldırma politikasına bırakıyor. Program Cumhuriyet’le birlikte adeta resmileşiyor, İnönü döneminde özellikle de Recep Peker hükümetinde tekrar sert ve yıldırıcı bir hüviyete bürünüyor.

Çok partili hayata geçişle birlikte bu programın çok ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığı görülecektir:

“Çoğulcu ve Katılımcı Demokrasi…”

Çünkü bağımsız ve adil seçimler bu programa uygun hareket etmeyecek iktidarlara devlet erkini kullanma fırsatı verecekti.

Demokrasiye nasıl tedbir alınacaktı?

Halkın ezici gücüyle iktidara gelenlerin bu politikayı tehlikeye düşürebilecek karşı hamleleri için ne yapılacaktı?

Tarihin vesikalarla bize gösterdiği üzere, gayri hukuki olup hukuk kılıfına sokulabilecek her şey!

Programı yolundan saptırmaya çalışacak iktidarlar militarist metotlarla (darbeyle) bastırılacak, gerekirse tasfiye edilecek, ara cunta rejimleri sayesinde aynı yerden yola devam edilmesi sağlanacaktır.

Çok partili dönemin iktidar partileri -hatta tek parti döneminin bazı başbakanları- bu programcı bürokrasiyle devamlı çatışma halinde hükümet etmek zorunda kaldılar.

Zira 27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta, 27 Nisan’da hep halkı doğrultmak için, iktidarları kendi istedikleri programa uydurmak için hukuk dışı tüm mekanizmalar işletildi.



 



 



Birkaç akil adam hepimizi çağdaş hale getirmek için çok kutsal bir yükü omuzlarında hissediyorlardı!

27 Mayıs pek çok şey için bir başlangıcı anlatıyordu Türkiye’ye…

İlk defa sivil iktidar, alt etmeye çalıştığı gücün ne kadar acımasız olduğunu bu denli net tecrübe etme fırsatı bulmuştur. Ve o günden sonra iktidar partileri daha planlı programlı bir direnişin kaçınılmaz olduğunun farkına varmışlardır.



 



Devlet erki, artık sadece el altından değil resmen de askerle paylaşılmak zorunda kalacaktır.

Adnan Menderes idam edildiğinde askeri-bürokratik vesayetle mücadele edebilecek bir siyasi çizgi çoktan oluşmuş ve Adalet Partisi’ne miras kalmıştı. O günden bu güne aynı siyasi tarzı benimseyen devam partileri ve pek çoklarına göre marjinal diye tanımlanan ideolojik tandanslı partiler bu programın gazabına uğramaktan kendilerini kurtaramadılar.

Bu noktada Özal’ın ve Erdoğan’ın, Menderes ve Demirel’den daha farklı bir politikaya yöneldiklerini görüyoruz. ANAP ve AKP, bu dönüştürme politikasının direkt hedef gördüğü “Anadolu köylüsünü” sermaye sahibi yaparak merkeze almak ve asker-bürokrasi egemenliğiyle çatışabilecek yeni bir güçle birlikte hareket etmek istediler ve belli oranda da bunu başardılar. Tüsiad’ın karşısında Anadolu’da kökenli sermaye kuruluşlarının ortaya çıkması bu politikanın çok çok önemli bir sonucudur.



 



Aynı tarz bir alternatif oluşturma çabası Türk basınında da karşılık bulmuştur. Bugün iktidar partisi, kendisine karşı girişilen tüm gayri hukuki engellemelere son yirmi yılda oluşturulan Anadolu sermayesinin gücünü ve 90’lar sonrası ihdas edilen basının bir bölümünü arkasına alarak direnmeye çalışmaktadır.

Yaşadığımız son süreç bize, büroratik-militarist elitin Ergenekon gibi çok kompleks bir yapılanmayla bu yeni oluşturulan güce cevap vermeye çalıştığını gösteriyor.



 



Özellikle muvazzaf yada emekli paşaların bu hususlarda sarf ettiği cümleler bu düşüncenin en açık kanıtıdır.



 



Devletin içinde neredeyse tüm kurumlara teşmil edilmiş, zahiren rejimi hukukun dışında bir koruma mekanizması amacı güden, esasta ise ikiyüz yıldır sahip olduğu gücü kaybetmek istemeyen karmaşık bir o kadar da illegal bir yapılanmadan söz ediliyor.

Daha önceki tecrübelerimiz bize gösteriyor ki bu hükümetten kurtulmak için hukuki, gayri hukuki, askeri, sivil bütün enstrümanlar işletilecektir.



 



Çünkü iktidar partisi bu “çağdaşçı programın” rayını değiştirmeye kalkmış ve devlet erkini böyle bir gurupla paylaşmak istememiştir.



 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi