Demokratik zirvede soygun
Yolda yürüyorsunuz ve birisi gelip size "çıkar cebindekileri ver, yoksa gidemezsin" diyor. Veya işyerinizdesiniz ve birileri gelip "bu işini sürdürmen için devlete ödediğin vergi resim, harçlar yetmez bize de HARAÇ ver" diyor.
Şimdi ne yapacaksınız?
Devletime ve milletime olan borçlarımı ödüyorum demek yetmiyor. Başkalarının da sizin paranızda, işinizde gözü olabilir. Hem de kanuni bir dayanak bularak.
Bu ülkede adı demokrasi olan ama uygulamaları demokrasi ile alakası olmayan birçok yapılaşma söz konusudur. Örneğin bu ülkede kamuda olsun özel sektörde olsun bir "Yönetim Kurulu" diktatörlüğü vardır. Büyük şirketlerin yönetim kurullarında genellikle aynı isimlere rastlayabilirsiniz. Biliriz ki bu isimlerin bazılar "devletle ilişkileri düzenleme adına" oradadırlar.
Demokratik bir ülkede, kuralları belli olan bir ülkede ilişkiler kişiler üzerinden yürümez ki. Kural bellidir ve kim olursa olsun o kurala göre işler yürütülür. Ama özellikle kamu tecrübesi olanlardan kurulu örtülü bir elit yapı nerede ise her sektörde oluşmuştur.
Şimdi yeniden demokratik soyguna dönelim. Aramızda parası belki de en değerli olması gerekenler işçilerimizdir. Onlar düşük ücretleri içerisinde bir de aidatlar öderler. Her biri değil tabii. Özellikle sendikal hareketlere bir bakın.
Ama ülkemizde maalesef olması gereken sendikal hareketler yerine, olmaması gereken hareketler daha öne çıkıyor. Bazı sendika başkanlarının, yöneticilerinin saltanatları, sultanları bile aratmayacak düzeye çıkabilmiştir. Mercedes'li başkanları hatıralarımızdan silmedik. Ama asıl son günlerde yaşadığım olay beni şoke etmiştir.
Uzel Traktör Fabrikası binlerce işçisini sokağa attı. Finansal operasyonların belki de en alası gerçekleşirken, bu işin sorumlusu kamu kurumlarının sessizliği de hayret vericiydi.
Sonradan öğrendik ki meğer işçilerin parasını her ay tıkır tıkır alan sendika işçinin sesini dinlememiş. Meğerse o sendika ergenekonik dinlemelerde kullanmış bir kısım parayı.
Ben işçinin parasının bu derece yıllarca nasıl kullanıldığının hesabını sendikaya sormuyorum. İşçisinin sesini dinlemeyen, paraları orda burada harcayan bir toplumsal oluşumun, devlet tarafından nasıl bu kadar başıboş bırakılabildiğini soruyorum.
Bir milletten para toplayıp o paraları bilmem nerelerde harcamak bu kadar kolay mıdır? Şimdi size bir odadan veya bir borsadan veya da bir sendikadan, dernekten, toplumsal kuruluşlardan gelecekler ve zorunlu olarak şu kadar para vermen gerekiyor diyecekler. Oysa o paraları orada burada harcarken saltanatları; sizin hayatınızın belki de imrendiği zirve olacak.
Ama zirvede siz olmayacaksınız!