Paşa var, paşa var
İkincisi, yine Doğan Medyasının marifetiyle, ama bu defa bizzat Arınç üzerinden AK Parti'yi vurmak niyetiyle gerçekleşti...
Bülent Arınç, Ergenekon hadisesini değerlendirirken, kimi paşalarla ilgili olarak iddianameye yansıyan suçlamaları gündeme getiriyor ve, "İyi ki bu paşalarla bir savaşa girmemişiz!" diyor.
Buna tepki Genelkurmay sözcüsü Metin Gürak'ın haftalık bilgilendirme toplantısında geliyor. Gürak, Arınç'ın sözlerini "önyargılı ve saptırıcı" diye, Arınç'ı "hukuku anlamamakla" itham ediyor ve "Arınç'ın TSK'ya dair görüşleri zaten bilinmektedir." ön yargısını seslendiriyor.
Arınç'ın sözleri üzerine Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni, çok dramatik bir yazı yazıyor ve Arınç'ı insafa çağırıyor.
Ortaya klasik bir AK Parti - Asker gerilimi çıkarılmak isteniyor. Genelkurmay adına sözcü Gürak da, bu işe malzeme sunuyor.
Kimsenin aklına, "Peki Arınç'ın sözleri haksız mı?" sorusunu sormak gelmiyor.
Belki de, Ergenekon davasına "Paşa suçları" olarak giren hususlar, birileri tarafından "Suç" olarak kabul edilmediği için... Ya da "Darbecilik" genel anlamda suç kapsamı içine sokulmadığı için...
Oysa olay, gerçekte "Askerin siyasetle ilgilenmesi" olayıdır ve bu, Askerliği önemseyen herkes tarafından olumsuzluğu belirtilen bir husustur.
Türkiye, çok iyi bilmektedir ki, siyasete bulaşan asker, savaş gücünü kaybeder.
Hele siyasetin girdiği ordu, ciddi bir iç ayrışma problemi yaşayacağı için, savaş halinde büyük zaaf içine düşer.
Bülent Arınç, bu düşüncelerini seslendirirken, yakın tarihin sembol simalarına çok rahat atıflarda bulunabilirdi.
Daha dünün Genelkurmay Başkanı Em. Org. Yaşar Büyükanıt, "Şüphesiz, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin iç siyasetle ilgisi yoktur ve olmamalıdır. Ben, silah arkadaşlarıma, bu konuda hep 1830-1918 dönemi Osmanlı tarihini iyi incelemelerini öneriyorum" demişti.
Bu tarihler bir yandan ordu bünyesindeki siyasi ayrışmalar, bir yandan da Osmanlı'nın çözülüş tarihidir.
Balkan faciası, ordu bünyesindeki İttihatçı - Halaskar Zabitancı ayrışması tarzında ortaya çıkan siyasi farklılaşmaların oluşturduğu zaafın ürünü olarak da bilinir.
Onun için, bütün bu gerilimler içinde yaşayarak Osmanlı'nın yıkılışına tanık olan Mustafa Kemal Paşa, askerin siyaset dışı kalması gerektiğini söyler.
Silah arkadaşı Ali Fuat Cebesoy, Mustafa Kemal Paşa'nın bu konudaki görüşünü şöyle nakleder:
"Atatürk 'Bir subay hatta memleketini kurtaran veya Meşrutiyeti kuran bir ihtilalden sonra bunlarla ilgisini kesin olarak kesmiş olsa dahi askeri vasfından birçok şeyler kaybeder. Bir çok defalar bir çok subayın siyasetle ilişkisini tümüyle kesmediklerinden orduda karışıklık yarattıkları ve kaybedilen disiplinin uzun zaman düzelemediği ve ancak vatan tehlikeye düştüğü vakit cevherini kaybetmemiş ordunun güçlükle disiplinini yeniden kazandığı görülmüştür' der.
Cebesoy şunları da söyler:
"Atatürk, 'Bir ordunun cevheri ne olursa olsun, siyasete karışırsa, birlikte hareket ve savaşma kabiliyetini kaybeder ve vatanın savunma gücünü hiçe indirir" der."
Arınç'ın sözleri, bunlardan ne kadar farklıdır?
Türkiye, "Genç subaylar rahatsız" gibi manşetlerin atıldığı bir ülke haline gelmişse...
Türkiye, Genelkurmay Başkanı'nın iç kulislerde "Demokrat" diye suçlandığı bir ülke haline gelmişse...
Türkiye, bazı komutanların, Genelkurmay'dan gizli "Darbe hazırlığı" yaptığı bir ülke haline gelmişse...
Öyle bir ortamda ülke savaşa girebilir miydi?
Darbeyi gerçekleştirdiğinde Hükümetini veya Meclisini devirecek bir ordu, Hükümetin ya da Meclis'in verdiği bir kararla savaşa girecek... Nasıl olurdu bu iş?
Bir gerçeği, Mustafa Kemal Paşa ya da Org. Büyükanıt seslendirdiğinde doğru, Bülent Arınç seslendirdiğinde neden yanlış olur ki?
Paşa var, Paşa var...
Orduyu ülkenin güvenlik gücü olarak gören Paşa'ya kimse bir şey demiyor, ama orduyu, darbe aracı haline getirene de "Dur" demek, herkesin görevi...
Kimi zaman bizzat Ordu'nun kendisi, bazı paşalarına "Dur" demiyor mu?
İstiklal Marşı
Bülent Arınç'la ilgili bir de İstiklal Marşı tartışması var. İstiklal Marşı konusunda son derece duyarlı bir insan olan Arınç'ın bu konudaki farklı tavrı da, asla yadırganmamalı. Çünkü gerçekten İstaklal Marşı ve milli bazı semboller, 12 Eylül döneminde, cezaevlerinde bir işkence aracı halinde kullanıldı. Aslında bizatihi bu uygulama, İstiklal Marşı'na karşı bir cürümdü, onu kötüye kullanmaktı.