Bilinçten Kuruluşa Medeniyet ve Gençlik
İslâm uygarlığı, nübüvvetin ilk yıllarından itibaren Müslüman fıtratın en temel özelliklerini her şeyden önce nesillere doğru sirayet ettirmenin önemi üzerinde durmuştur. Bu bağlamda Anadolu coğrafyasının ve İslâm mayasının asırlardır gelenek adı altında ortak davranış prensiplerini birer öğüt hâlinde didaktik bir formasyona dönüştürmesi, ortak kültür kodları olarak belirmiş değer alanının edebî metinlerde ortaya çıkmasıyla mümkün olmuştur.
Nesillerin nasıl yetiştirileceği ve medeniyetin nasıl ihya edileceği, Ahmet Yesevî’nin Divan-ı Hikmet’i, Mevlânâ’nın Mesnevî-i Mânevî’si veya Âşık Paşa’nın Garibnâme’sinde yüzyılları aşan bir hikmet bilgisiyle hep aynı ortak değer alanına yapılan vurgu, irfanın sürekliliğini ancak bir gençlik idealiyle sürdürülebilir kılınacağına yönelik önemli bir işarettir.
İnsan düşüncesinin şartlarını Müslümanca ideallerden başlatmak, varacağı yeri de kestirmek bakımından önemlidir. Çünkü bu Müslümanca çıkış, ahlâkî ve ruhî terbiyenin medeniyet taşıyıcı dinamik bir gençlik düşüncesiyle sıkı sıkıya bağlı ve gerekli olacağının şartlarını barındırır. Nakledilen her harf ve her davranış prensibi, yaşayan uygarlık gerçeğinin oluşumsal temellerindeki devamlılığa gönderme yapar. Müslüman bir hayatın bir asırlık karakter macerası, bir medeniyetin bir asırlık mihenk taşıdır. İnsan toplumunun ataları ve çağdaşları fiziki her türlü zorluğu yaşamayı göze alabilirler ama köksüz yaşayamazlar. Böyle bir açıdan bakıldığında ideal genç, aynı zamanda ideal kültürün ve medeniyetin de doğrudan temsilini verir. Çünkü çağları aşan en büyük hastalık, unutmaktır; unutanlar maziyi ve tarihsel gerçekliği kaybedenlerdir.
Mehmet Âkif merhumun Âsım ideal tipi üzerinden inşa etmeye çalıştığı gençlik kılavuzu, Devlet-i Aliyye’nin en buhranlı yıllarında ümmet çocuklarının uğradığı felaketler karşısında bile din-i mübin’i muhafaza etmekten geri durmayan bir ideal gençlik tipini gösterir. Müslüman, şuurunu ve sorumluluklarını kitaplarda yazan bir ödev ahlâkıyla değil; İslâm ahlâkı seciyesi dairesinden algılar. Muhafaza edilmek istenen ideal ve menzil arasındaki değerler manzumesi, Âsım özelinde ve medeniyet genelinde şuur ve misyon arasındaki ufuk fikrinin ta kendisidir. Nesilleri ikmal etmek için verilecek mücadelede Âsım, geçmişin bilgisini geleceğe taşıyan bir şuurun somut, insanî ve ahlâkî yüce tasarımıdır.
Necip Fazıl Kısakürek’in şahsi mücadele alanına bakılacak olursa; gençliğe hitap eden sanatkârın vurgularında ima ile en öne çıkan şuurlu oluş hâli, durum ve tarihsel şartlar ne olursa olsun “unutuş” fikrine karşı bir panzehir niteliğinde düşüncelerle kendini gösterir. Tıpkı şiirinde olduğu gibi Necip Fazıl’ın mücadele hayatında, gençlik önemli bir noktada konumlanır. Sanatkâr şunu çok iyi bilmektedir ki hangi siyasi mücadele ve erdem yürüyüşü bahse konu olursa olsun; yarına kalabilecek dayanaklı fikirler ancak gençlerin şuur sahibi nitelikleriyle devamlı kılınabilir. Necip Fazıl’ın şahsi mücadelesini yazınsal alandan ibaret görmemek adına altı çizilmesi gereken şey, hakikat ve Müslümanca yaşantı bağlamında nasıl bir gençlik istediğini daha sözlerine başlarken Gençliğe Hitabe’deki “zaman bendedir ve mekân bana emanettir!” derinliğinde bir gençlik betimlemesidir.
Temel özellik olarak beliren şuurlu gençlik, Necip Fazıl’ın hakiki gençlik idealini ve faziletli nesilleri tanımlayan ilke düşüncelerini temellendirir niteliktedir. Dikkat edilecek olursa Necip Fazıl, gençliği şuur noktasında uyarırken toplumdaki ruhi çözülüşün nedenlerini de sıralar. “Unutma” ve “unutuluş”a karşı gençliği ihtar eden şair, aynı zamanda beklenti içinde olduğu “gedik”in açılacağı ümidiyle bir anlamda öncülerin başlatacağı hareketi, nesillerin devam ettireceği bir düzeye ulaştırması noktasında güçlü bir inanç taşır. Ve bu da Necip Fazıl’ın işaret ettiği gibi akli ve fiziki nitelikleri taşıyan bir misyon gençliğiyle mümkün kılınabilir.
Zamanımızın güncel bir gençlik ideali için yine münevver şair Sezai Karakoç’un metafizik bir dünya görüşünün temellendirdiği birey tahayyülü olan Taha, bilgiyi insani yaratılışın hikmet boyutundan başlatıp ontolojik yaratılışa atfettiği mistik yanıyla açığa çıkar. Taha, saldırı altındaki insanlığın yükselme ve kurtuluş taksonomisini Hz. Peygamber devrine mahsus bir bilinç düzeyinde tahayyül edilmiştir. Karakoç’un ideal insan tipi Taha, bir madde medeniyeti olan Batı’nın ürettiği değer alanında sıkışmış bir tasarımdır. Taha, Diriliş düşüncesinin bir neferi olarak dirilir ve kendini zorunlu bir ontolojik gerçekliğin içinde bulur. Geleneğin ve hanif bir ilahi öğretinin izleri Taha’yı uyanma aşamasında terbiye eder. Taha’nın hemen karşısında bulduğu gelenek Peygamber kokulu üst bir ahlâk ve şuurun izlerini yansıtır. Bu şuuru metafizik açıdan çevreleyen ontoloji, hiç bitmeyen, hiç yorulmayan ve hiç ölmeyen bir bilgiyi barındırır. Kâinatı kendi gözünden ve kendi yaratılışının öteki merceğinden algılayan Taha, vahyin sağlam bilgisini daha kâinatı izlemeye başladığı andan itibaren hisseder.
Taha, metafizik bilgiyi sağlam bir geleneğin şuurlu takip edicisi olarak arayan bir ontolojik kararlılıktır. Kitabi bilgilerin uçuculuğu çağımızın en temel anti-pedagojik yanını temsil eder. Böyle düşünüldüğünde Taha bir Peygamber modellemesi ve bulgulamasıyla olaylara yaklaşır. Bozulmanın nerde biteceği Taha adına müphemdir fakat nerde başladığı İslâm metafiziğinde bellidir. İdealin yeniden dirileceği ve yüksek bir hikmet olgusuyla yeniden gelişi, şuurlu nesillerin göğüs gereceği bir mücadelenin sonucunda olacaktır. İşte böylelikle söylenebilir ki “Diriliş” köktenci bir nesil hareketi olarak metafizik bir kararlılık ve devamlılığın içsel sonuçlarıyla ümit edilebilir durumdadır.
Sonuç olarak güncel zamanlarımızın madde ile olan imtihanı, bozuluşun hem bilinç dünyamıza ait bir problem oluşu hem de dış dünyadaki dijitalleşen, pragmatikleşen ve profanlaşan bir olgu olduğu hesaba katılırsa; şuurlu oluşun ilk izafe edileceği hedefin gençlik olduğu lüzumu, görmezden gelinemeyecek bir hakikat olarak karşımıza çıkarır. Şuur, tahammül edilemeyen seküler dünyanın bozucu argümanlarına karşı, sağlamlığını genç zihinlerden alabilecek bir savunma hattıdır. Orası kaybedildiğinde toplumun çökmesi ve bozulması da uzun sürmeyecektir. İşte Anadolu mayasını oluşturan Yesevî hikmetleri, Mevlânâ öğütleri, Âkif aksiyonu, nesilleri ikmal ve ihyâ edecek ideal davranış prensiplerinin üst modelleri olarak tarihsel bellekte sıcak kalması gereken milli bir zorunluluktur. Bu tarihsel mukem temeller, Büyük Doğu ırmağında Necip Fazıl’da Rahmani kilitleri kurcalayarak, şuurlu bir medeniyet kimliğinde ısrar eder. Ve sonrasında Sezai Karakoç’a tevarüs eden miras ise Müslüman milletin gece ve gündüz söylenegelmiş mistik şarkılarında kimi zaman bir duaya, kimi zaman Diriliş ahenginin zamansız sancılarına gebedir.
Dolayısıyla dünyayı değiştirecek cesaret, ötekine mebni kuvveti bireysel olarak ortaya çıkarmak değil nesilleri yeniden diriltecek özveri ve fedakârlığı sergileyebilmek adına Müslümanca kendini feda etmektir. Çünkü yarının medeniyeti bugünün genç nesilleri tarafından inşa edilecektir.