Bir adım öne çıkın, kuşatmaya direnin
Zor zamanlarda sağlam duran adamların söz söyleme zamanı. Cesur çıkışların, cesur adımların, vatan-ülke-millet sevdasıyla öne atılmanın zamanı.
Kökleri derinlerde olanların bir adım öne çıkma, bu kafa karışıklığında, o derinlerden gelen sesi bugüne, bugünün insanlarına aktarma zamanı.
İslam dediğimiz, millet dediğimiz, ümmet dediğimiz, ülke dediğimiz, kardeşlik dediğimiz, bin yıllık direnç dediğimiz değerleri yüksek sesle haykırma, zihinlerimize ve coğrafyamıza dalga dalga yayma zamanı.
Unutmayın, biz hep yalnızız. Hep yalnızdık..
Aynı tehditler, aynı yalnızlık
Yüz yıl önce Çanakkale'de, Filistin'de, Kanal'da, Yemen'de, Mezopotamya'da, Doğu Cephesi'nde ne kadar yalnızsak bugün de o kadar yalnızız.
Anadolu içlerine kadar yayılan küresel işgal karşısında, o işgale karşı verilen istiklal mücadelesinde ne kadar yalnızsak bugün de Güneydoğu'dan başlatılan işgal girişimi karşısında, yeni işgale karşı verilen yeni istiklal mücadelemizde o kadar yalnızız.
Bize yönelen işgallerin, işgal girişimlerinin arkasında her zaman çokuluslu ittifaklar oldu. Ama direnişlerimizin, özgürlük mücadelelerimizin arkasında hiç kimse olmadı. Bu, geçmişte de öyleydi, bugün de böyle, yarın da öyle olacak.
Zor coğrafyanın zor insanlarıyız
Anadolu'yu mekan belleme, vatan yapma sırasında ne kadar yalnızsak, bugün de Anadolu'yu koruma, kollama mücadelesinde o kadar yalnızız. Kafkaslardan ve Balkanlardan, arkamızda milyonlarca kayıp bırakıp çekilirken ne kadar yalnızsak, bugün oralarla kardeşlik bağlarımızı yeniden kurmak isterken de o kadar yalnızız.
Bizler, tarihten silinme tehdidiyle köşeye sıkıştırılırken ne kadar yalnızsak, bugün de öyleyiz. Bütün azim ve özlemlerimizle ayağa kalkmaya çalışırken bugün yine aynı akıbetle, aynı yok oluşla tehdit ediliyoruz.
Biz; zor coğrafyaların yalnız ama zor insanlarıyız. Geçmişimizin her günü, her tarih sayfası bu zorluklarla mücadele ederek şekillendi. Bir Dünya Savaşı'nın altında ezilirken, o gün bugün ayakta kalmaya çalışırken, yarına yeni bir güç inşa etme mücadelesi verirken hep bu zorlukları iliklerimize kadar yaşadık, yaşıyoruz ve daha çok yaşayacağız.
Yoklukla yüzleşecek, azimle sınanacağız
Bugünden sonrası belki geçmişten de zor geçecek. Ya yok olma tehditleriyle yüzleşeceğiz ya da yeni bir güç haritası şekillendirme mücadelesiyle sınanacağız. Coğrafyamızı paramparça eden Dünya Savaşı bizi nasıl acılarla sınadıysa, coğrafyayı birleştirme çabamız da bizi işte bu mücadele ile sınayacak.
Suriye toprakları Rusya ve İran eliyle açık cepheye döndü. Güney sınırlarını bize kapatıyorlar. Bir adım ileri gitmemize, elimizi bir metre uzatmamıza izin vermiyorlar. Suriye'de Türkiye karşıtı bir “Doğu Cephesi” inşa edildi. Şimdi Rusya üzerinden, neredeyse nükleer tehdit üzerinden bize meydan okuyorlar. Putin'in dünkü sözlerine bakın, “Uçaklarınız gelir gelmez vuracağız” diyor.
Bir İslam toprağı, İran ve Rusya eliyle bize kapatılıyor. Moskova Suriye üzerinde Moskova'daki egemenlik hakkı gibi egemenlik kuruyor, İran liderliği bu işgale dualarla, militanlarla, örgütlerle, örtülü operasyonlarla destek veriyor.
Rus işgaline İran duası..
Açık konuşalım, bugün Rusya, İran eliyle bir Müslüman ülkeyi işgal etmiştir. 1979'da Afganistan'ı işgale giriştikleri gibi Suriye'yi işgal etmişlerdir. Türkiye'nin en yakınında bulunan bölge için Putin ne kadar ağır sözler söylüyorsa, İran da o kadar Türkiye karşıtı operasyon yapmaktadır. Batılı istila koalisyonu Irak'ı işgal ederken ne kadar işgalciyse, istilacı ve zalimse bugün Rusya ve İran da o kadar istilacıdır.
PKK üzerinden sınırlarımız içinde girişilen işgal harekatında da bu ülkelerin izi vardır. PYD üzerinden Suriye topraklarında Türkiye sınırı boyunca cephe inşa edenler de bu ülkelerdir. Tahran, Müslüman dünyada itibarına ağır darbe vuracağını bildiği için bütün bu operasyonları Rusya üzerinden servis etmektedir.
Bir süredir açık konuşma, açık söz söyleme, doğrudan cümleler kurma zamanı olduğunu söylüyorum. Artık dolaylı sözlerle, iki yüzlü tavırlarla gerçekleri gizleme dönemi bitmiştir. Rusya ve İran, çok yakın gelecekte, Kafkasları da Suriyeleştirme işaretleri vermektedir. Azeri-Ermeni çatışmalarını tırmandırarak, Türkiye'nin Orta Asya bağlantılarına ağır darbe vurma ihtimalleri oldukça yüksektir. Sadece açık sözler değil, açık politikalar, açık çatışmalar dönemi de başlamıştır.
Türkiye, iki cepheli bir savaşın içinde
İki ülke de kartlarını açık oynamakta, Türkiye'yi açıktan tehdit etmektedir. Musul'daki Türk askeri varlığı bu ülkeler tarafından açık tehdit görülmektedir ve Türkiye'nin bu hamlesini boşa çıkarmak için hem BM üzerinden hem de bölgedeki örgütler üzerinden operasyonlar yürütülmektedir.
Musul'daki askerlerimize yönelen Katyuşa'lı saldırıların adresi çok iyi sorgulanmalıdır. Bir süre sonra Rusya-İran ekseninin Türkiye içinde “başka unsurları da harekete geçirme” ihtimalleri oldukça yüksektir.
İki cepheli bir savaşın içindeyiz. Bizi içeriden vuranlar aynı zamanda bölgeden de çıkarmak, Anadolu içlerine hapsetmek istiyorlar. Bu bir çevreleme, kuşatma harekatıdır. Ben son aşamada karşılaştığımız tehditleri, özellikle son üç yıldır Türkiye'yi diz çöktürmeye dönük müdahalelerden bağımsız görmüyorum. Bu yüzden, son kuşatma operasyonunun aynı zamanda yeni bir iç müdahale tarafı olduğu kanaatindeyim. Nasıl mı?
Gezi, 17 Aralık'la savaş ilan edildi..
Dün, 17 Aralık darbe girişiminin yıldönümüydü. Devletin ve toplumun sinir sistemine yerleşmiş bir kadro üzerinden Türkiye'yi ayağa kaldıran kadrolara yönelik büyük bir tasfiye harekatı yapıldı. Tayyip Erdoğan, yanındakiler, etrafındakiler, onu sevenler ve destekleyenler, onunla birlikte 21. yüzyıl Türkiye'sini kurmaya azmetmiş herkesi hedef alan bir çokuluslu müdahale, bu ülkenin ana ekseninin sağlam duruşuyla bertaraf edildi.
Hatırlayın; Gezi isyanı bunun ilk aşamasıydı. Neredeyse bütün örgütler, terör grupları birleştirilip, sokak terörü üzerinden, vandallar üzerinden bir iç isyan ve darbe servis edildi. Hükümet düşürülecek, Erdoğan ve yakın çevresine Kaddafi akıbeti hazırlanacaktı. Ülkemiz, son derece çirkin, utanç verici manzaralara katlanmak zorunda kaldı. Geçmişin iktidar belirleyici oligarkları da bu vandallığın arkasındaydı.
Başaramadılar.
Hemen ardından Fethullah Gülen grubunu harekete geçirdiler. İki yıldır bu grubun ülkeye ödettiği maliyetin bilançosunu yapıyoruz. Ukrayna yapamadıkları Türkiye'yi Mısır yapacaklar, devletin başına bir Sisi bulacaklar, binlerce kişiyi hapse dolduracaklardı. Tam bir dış istihbarat operasyonuydu. Selçukludan bu yana direnen o ana omurga bunun da üstesinden geldi. Başaramadılar.
HDP projesi, Doğan ve 3. darbe girişimi
Hemen ardından PKK devreye sokuldu. 7 Haziran seçimleri için müthiş bir mühendislik uygulandı. Bu sefer ana üslenici Aydın Doğan ve medyasıydı. Ülke terör üzerinden dize getirilecek, HDP pazarlanıp AK Parti'nin tek başına iktidar olması engellenecekti. Başarılı da olundu. HDP oylarını yükseltti. Ama AK parti dışında koalisyon kurulamıyordu. Hemen AK Parti-CHP koalisyonuna yatırımı yapıldı. O kurucu kadro, CHP üzerinden rehin alınacak, kımıldayamaz hale getirilecekti.
Yine başaramadılar. Türkiye koalisyona direndi. 1 Kasım seçimlerine gidildi ve ülke, bu oyun kuruculara çok ağır bir darbe indirdi. Bin yıllık tecrübe ülke yönetimine el koymuştu. Üç darbe de başarısız olunca, “bakalım bu sefer ne servis edecekler” diye düşünmeye başladık.
“Acaba”, diyorum, “bugün yaşanalar dördüncü sahne” mi? Neden olmasın? Türkiye bütün coğrafyadan silinecek, içeriye hapsedilecek ya da büyük savaşa sürüklenecek..
Bu müdahalelerin Batılısı, Doğulusu olmuyormuş. Almanya'sı, İran'ı olmuyormuş. İç işgalcisi, dış işgalcisi olmuyormuş..
Silopi ve Cizre'den kuşatmayı yarmak
Cizre ve Silopi'de yürütülen operasyonlar ne kadar o büyük mücadelenin parçasıysa, oradaki her başarı İstanbul'daki iç işgalcilerin kafasına bir kurşun sıkmak gibi oluyorsa, Suriye/Irak üzerinden başlatılan kuşatmayı yarmak da bin yıllık mücadelenin, yeni istiklal mücadelesinin bir parçasıdır.
Evet, biz hep yalnız olduk. İç işgale de dış işgale de yalnız başımıza direneceğiz. Yüzyıllardır nasıl başarıyorsak yine başaracağız.
O kuşatma, içeride de dışarıda da yarılacak.