Kim “paralelci” kim değil-2
Geçen gün bir arkadaş ironi yapıyor: “Abi bizimkiler FETÖ’ye sızabildiler mi, tam olarak” diyor. “Sızıntı” böyle bir şey.. Düşünsenize adamlar 1900’lerin başından beri içimizde. İttihat Terakkiciler, Müslümanların halifesini, Selanik’e Yahudi işadamı Alatini efendinin evine mecburi ikamet için sürgüne gönderen bunlar değil mi idi? Hatta biraz daha geriye gidin, Tanzimat neydi?
İktisaden ve siyaseten, bilim, sanat ve sosyal hayat alanlarında iç içe bir hayatımız var..
Peki çok geriye gittik, Lozan, daha beriye gelin, darbeler dönemi, soğuk savaş dönemi. Daha beriye gel, son çeyrek asırdır bunlar ve arkasındaki güçlerle iç içe değil miyiz..
Bunlar 25 yıldır herkesi dinliyorlar, birçok kişi ile doğrudan ve dolaylı ilişkiler kurdular, birçok kişinin dosyalarını ellerinde bulunduruyorlar. Bu dosyalarda MOSSAD-CIA belgeleri de var, kendi toplandıkları bilgi ve belgeler de ötekilerin arşivlerinde. Birtakım kişilere eş vermişler, başka türlü ailevi ilişkiler kurmuşlar. Başka dini, sosyal, ekonomik yapılar oluşturmuşlar, kadınlarla ilişkiler sağlamışlar.. Bu tür ilişkiler içindeki kişiler gerektiğinde kullanılmak üzere bekletiliyor.. Yanlış yapan birileri hakkında gerektiğinde düzmece belgelerle şantaj dosyaları oluşturulmuş..
“Kim FETÖ’cü” diye bakmak yerine, FETÖ’cü olmayanları, FETÖ’cülerin kullanamayacakları karakterlere odaklansak. Ya da FETÖ’cülerin kullanımına açık tiplerden uzak dursak..
Öyle tipler var ki, FETÖ yükselen değer diye FETÖ’cü olmadığı halde FETÖ’cülerle kol kola girmiş. Bunlar da tehlikeli tipler. 28 Şubat’tan sonra MÜSİAD’dan istifa edip, REFAH-YOL döneminde sakal bırakıp, MÜSİAD’çı olan tipleri hatırlayın.
Bir dönem herkes FETÖ’cü oldu sanki.. Herkese bulaştılar, herkes bunlara bulaştı.. İşin içinde para olunca herkes “al gülüm-ver gülüm” gittiler.. Umreye gider gibi Pensilvanya’ya gidiyorlardı. “Din ve devlet”, “Cennet ve dünya” onlar içindi artık..
Ya hu, birtakım işadamları niye hâlâ kendi içini temizlemiyor/temizleyemiyor. Sadece sahnede bayrak sallamakla olmuyor bu.
Bu FETÖ’cüler zaten münafık karakterli, takıyyeci adamlardır.. Bunlara yaklaşanların önemli kısmı da hacıyatmaz gibi, her devrin adamı, her tarakta bezi olan tipler. Her çevreden yaslandıkları biri vardır. Kırkayak gibi giderler.. Bizden biri ile karşılaştıklarında, ‘biz sizdeniz’ derler, kendi dostları ile baş başa kaldıklarında ‘biz onlarla dalga geçiyoruz’ derler.. Kendilerini ıslah edici gibi gösterseler de, aslında “bozguncuların tâkendileridir” bunlar. İnkarcılardan daha tehlikelidirler, çünkü münafık karakterlidirler..
Hepimizin nefsinde kendine yer bulan bir Şeytan var. Nasıl bu Şeytan’dan yakamızı kıyamete kadar kurtaramayacaksak, Şeytan’ın askerleri, dostları ile de hesaplaşmamız kıyamete kadar sürecek. Şeytan böyle zamanlarda fazla mesai yapar. Bunu da bir kenara not edelim! Ama şunu da unutmayalım, Şeytan ve onun avaneleri, Allah’ın muttaki kullarına O’nun izni olmaksızın hiçbir zararı dokunamaz.
Evet taşlanmış Şeytanın şerrinden ve onların işbirlikçilerinden Allah’a sığınacağız, ama tedbiri de elden bırakmayacağız..
Şimdi halkın vicdanında “mağduriyet” söylemleri ile yer edinmeye çalışıyorlar. Bunun için hem mağduriyeti örgütlüyorlar, hem de bu işi örgütlüyorlar.. Tamam yanlışlıklar, başka grubların hedeflerindeki kişileri bu vesile ile harcama, birilerinin onların yerini kapmak için tertipledikleri tezgahları da biliyoruz. Yanlışlar da yapılıyor.. Elbette, mutlaka yapılan yanlışlıklar düzeltilmeli. Ama haksız yere ve bilerek birileri suçlu olmadığı halde suçlu gösteriliyorsa, o kişileri aklamak yetmez, onları suçlayan alçakların da deşifre edilip cezalandırılması gerek, aynı şekilde kripto isimleri bu bahane ile geri almaya çalışan ya da kurtarmaya çalışanların da, kendini aklamak için başkalarının geçmişteki basit beraberliklerini kullanarak, ya da bu hareketten kopan, vazgeçenleri cezalandırmak için ihbar ederek kendini aklamaya çalışan kriptoların da hakkından gelmek gerek.
Öyle vazgeçtim diyene de hemen inanmayalım. Söylesin, üstündeki kimdi? Soralım kendinden daha altta kimler vardı. Yanında, çevresinde, yöresinde kimler vardı ve bu hareket hakkında ne biliyor, dünden bugüne şahid olduğu olaylar, tanıdığı kişiler neydi ve kimdi!
“Kaç kişi aldık, kaç kişi kaldı” demek çok fazla bir şey ifade etmez. Aldığınız kişiler kim ve ne yapıyorlardı! Örgüt içindeki rolleri neydi. Ne biliyorlardı ve dış bağlantıları nelerdi..
Cebinde 100 lira bulunan 1000 adam mı, 1 milyon lirası olan 1000 adam mı? Neye bakıyoruz niteliğe mi, niceliğe mi? Kaç bakan, milletvekili, kaç müsteşar, genel müdür, daire başkanı var bu işle ilgili tesbit edilen.. Kaç işadamı var.. Kaç belediye meclisi üyesi var. Kaç imar komisyonu üyesi, kaç bilgi-işlem daire başkanı, kaç muhasebeci var mesela..
Tamam bugün bu konu tamamen çözülecek değil, ama ilk seçimde bu konuda herkesin daha dikkatli olması gerek. Beled-i YE başkanlarına, milli iradeyi kendi lanet olası gasbına kurban eden adamların saltanatına son vermeliyiz. Onlar ortalıkta ellerini kollarını sallayarak dolaştıkları sürece Paralel yapının kökünü kurutamazsınız..
Bunlar her partide varlar. Kimi din, kimi mezhep, kimi tarikat, kimi siyaset, kimi ideoloji adına bu haltı yemeye devam ediyor.
“İçimizde yok” “kalmadı”, “olamaz” demeyelim, ama Allah’ın koruması altında olduğumuzu da unutmayalım. Bana kalırsa “Havf ve reca” arasında bir yerde duralım. Bu konuda önemli bir başarı elde edildi. Ama yine de “olmaz olmaz” demeyin, zira olmaz olmaz! Okçu kulesindekiler işlerinin başında kalmalı. İmtihan gereği onlar hep olacaktır. Kılık değiştirip tekrar dönüp gelecektir. Belki şöyle demek daha doğru bir tercih olacaktır: “Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın. / Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın.” Hem, zaten Allah (cc) bizi, mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle ilgili olarak, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan etmeyecek mi? Kim neyine mağrursa, ya da kişi neyi ihtirasla istiyorsa, Allah onları o şeyle imtihan eder. Selâm ve dua ile..