Af, suç ve suçlu...
Derin Gerçekler
Herkes suç ve cezayı konuşuyor. Elbette suç varsa ceza da olmalı. Önce suçun taksir mi, teammüd mü olduğuna bakmalı. Teammüd varsa bile, pişmanlık ve tevbe, özür ve tazmin yanında, eğer hak sahipleri rıza gösterirse diye af kapısı her zaman açık tutulmalı. Hz. Hamza’nın şehadetini hatırlayın!
Bizim “Beraat Kandili” diye bir adanmışlık ifadesi gecemiz vardır. Affedilmeyi umanlar affetmeyi de bilirler. Kadir Geceleri en çok edilen dua neydi? Peygamberimiz Kadir Gecesi'nde nasıl dua etmek gerektiğini soran Hz. Âişe’ye şöyle demişti: Allahümme, inneke afüvvün tühibbü'l-afve fa'fü annî (Ey Allah’ım! Sen şüphesiz çok affedicisin, affetmeyi seversin, beni affet.) Af, Allah’ın sünnetullah, resullerin ahlakının temelini oluşturur. Alimler ve zahidlerin yolu da bu anlamda veresetül enbiya yoludur. Allah, tevbe edenleri affediyorsa, biz neden Allah’ın bu yolunu görmezden geliyoruz ki! Kendimiz için istediğimiz bir şeyi, başkasından esirgemenin nasıl bir mantığı olabilir.
Kuşkusuz her suçlu hemen affedilecek de değildir. Önce hakikatin ortaya çıkması gerek. Sonra etkin bir pişmanlık ve mümkünse tazmin şartı vardır. Yine de her halukarda, elbette hak sahibi hakkını nasıl kullanacağı konusunda muhayyerdir.
Ben suçlu değilsem, birinin çıkıp “sen affettim” deme hakkı var mı? Ben “affedilmek” değil, “aklanmak” istiyorsam, sen “affettim” derken beni “peşin suçlu” ilan ediyorsun. Biri bana zarar vermişse, sen geliyorsun, bana, “onu affettim” diyorsun. Sen kim oluyorsun da, bana zarar vereni sen, bana sormadan ve rızamı almadan affediyorsun! Bu da ayrı bir sorun.
Bir de “Babalar koruk yediklerinde oğullarının dişleri kamaşmaz.” Suçun şahsiliği prensibi vardır. Fatır 18’de ne deniyordu: “Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, görmedikleri hâlde Rablerinden için için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah’adır.” Necm 38’de de aynı hüküm tekrarlanır: “Gerçekten hiçbir günahkar, başkasının günah yükünü yüklenemez.” Ne aile, ne kabile, ne ırk, ne ulus, ne cemaat, coğrafya. İçlerinden biri ya da bazıları bir yanlış yaptılar diğer diğer insanlar suçlanamaz. Parti, fırka, hizip, boy, soy farketmez. Biz doğduğumuz ana-baba, toprak, zaman, derimizin rengi ve cinsiyetimizi kendimiz seçmedik. Bir suçta aslı fail ile fer’i olan ya da azmettiren ayrı ayrı cezalandırılır. Suçlularının birinin cezası, ötekine yüklenemez. Necm 38 buna işaret ediyor. Müştereken ve müteselsilen olan suçlarda suçluları da birbirinden ayırıyor.
Biz çok aşırı öfke yüklüyüz ve aşk seviyesinde aidiyetlerimiz sözkonusu. Bana kalırsa aşk da ve öfke de aklı zail eder. Ve ikisi de aynı kökten beslenir. Ferdi planda ötekinin ego’suna farşı kendi egosunu konumlandıran kişi, aidiyet ve düşmanlık temelinde bir yüceltme ve aşağılama duygusuna kapılıyor. Bu kişisel olmaktan çıkıp toplumsal bir anamoli haline de gelebiliyor. Bugün bir çok toplum, aşk ve öfke sarmalı içinde kitlesel bir intihar için şartlandırılmış gözüküyor. Aşk cazibesi ile, öfke kışkırıtıcı bir etken olarak bu Şeytani çarkın dinamiğini oluşturuyor. Bakın Ali İmran 134’de ne buyuruluyor: “Onlar (O takva sahipleri) bollukda ve darlıkda infak edenler, öfkelerini yutanlar, insanlar(ın kusurların)dan, afv ile, geçenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.” Bir önceki ayette mealen şöyle buyurulur: “Rabbinizin mağfiretine mazhar olmak ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup gökler ve yer kadar geniş olan cennete girmek için yarışın!” Bir sonrasında da, “Onlar çirkin bir şey yaptıkları veya kendilerine kötülük ettikleri zaman Allah’ı hatırlarlar da hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler” denir. Kur’an ahlakı ile ahlaklanmak isteyenler için hatırlatılır. Bu başkalarını değerlendirirken de İlahi bir kural olarak hep aklımızda olsun. “Keskin sirke küpüne zarar verir.” “Haddinden fazla şiddet gayedeki hikmeti yokeder.”
Bakara 286'da ne ne deniyordu: “İnsanlara iyilik emreder de kendinizi unutur musunuz? Halbuki kitap okuyorsunuz, artık akıl etmez misiniz.” Eğer başkasının yanlışını ortaya döküp, kendinizden olan birinin aynı tür yanlışını örtmeye çalışıyorsanız, bu örtülü bir suç ortaklığıdır. Hele ötekilerinin yanlışlarını abartarak hatta iftira da ederek yüksek sesle söylerken, kendi adamlarının, faturası topluma çıkan ve toplumu ifsad eden suç ve günahlarını örtmeye çalışanlar “adil şahid” olma emrini de ihlal ederler. Kaldı ki “batılı tasvir saf zihinleri idlal edeceği” gibi, bazı şeylerin bu gün olduğu gibi “şüyu bulması, vuku bulmasından da beter” bir hal de alabilir. Şüphesiz ki, bu süreçlerde ahvali şahsiyeye ait günahların ifşası da ayrı bir suçtur. Bu gibi durumlarda Beraat-i Zimme esastır. Onun için de adil bir yargılama zaruridir ve geciken adalet de adalet değildir.
Adaleti engellemek ise en büyük zulümdür. Zira zulüm, adaletin yokluğudur. Görevimiz suçluyu suçuna mahkum etmek değil, onu da o suçtan kurtarmaktır. Bu konuda Malcolm X’i, Malik el Şahbazı ve tabi Hz. Peygamberi öldürmeye gelen Hz. Ömer’i, Halid b. Velid’i hatırlıyorum. Keşke bizim geleneğimizde Maslahat diye tesmiye olunan siyaset, sulh etmek üzere yeniden kendimize bir çeki düzen versek. Zira siyaset bugün bunun tam tersini yapıyor. Trol dedikleriniz de adeta iç savaş kışkırtıcısı rolü üsleniyor. Media deseniz, zaten onlar “dibek döğen’in ‘hık’ deyicisi” sanki!
Bazan insanlar, ucuz sloganlarla, günü kurtarmak için kulağa hoş gelen tekliflerin peşine takılıp gidebiliyorlar. Kimse adalet, merhamet, şefkat, hakikat açısından bakmıyor konuya sanki. Allah’ın rızasını, Hak’kı, Adalet’i gözeten var mı? Ne kadar sabırsızız ve ne kadar adaletten uzak düşünüyoruz. Keşke düşünenlerden olsak. Kimse işin kader boyutunu aklına bile getirmiyor. Kimse bu işe (Haşa) Allahı karıştırmak istemiyor. O zaman söylüyorum, sonuç ne olursa olsun, kaybedenlerden olacaksınız. Ancak Allah’ın ipine tutunanlar mahzun olmayacaklar. Keşke Hz. Yusuf AS, Hz. Eyyüb AS’nin hayatından ders alabilsek. Af edilmeyi hakkedenlere örnek olması açısından, mesela Malcolm X’in (Malik el Şahbaz’ın) hayatını bir okusalar. Daha sonra bu konuya yine döneriz, inşallah. Bugünlükte bu kadar.
Selam ve dua ile.