Ahir zaman Peygamberinin ümmeti olmak!
Biz ahir zaman Peygamberinin ümmetiyiz. Olan hiçbir şey sürpriz değil.
Allah’ın Resulü şöyle buyurdu: “Bildiğimi bilseydiniz, çok ağlar, az gülerdiniz.”
Dünya bizim için bir oyun ve eğlence yeri değildi. Mallarımızın, canlarımızın, ihtirasla peşinden koştuğumuz, ömrümüzü harcadığımız şeyler hepsi birer fitne idi. Bunu bilmemize rağmen çok da üstünde düşünmedik.
Gelecek günler geçen günleri aratmasın istiyorsanız daha çok çalışmamız gerekiyor.
Biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir Peygamberin ümmetiyiz. Vazifemiz, yolumuz, yöntemimiz belli. Ama “oku” diye başlayan kitabı okumadık, onu hayatımıza geçirmek, uygulamak için İstanbul Sözleşmesi için kiminin çabaladığı, kimimizin konuştuğu kadar konuşup çabalamadık, genel olarak sanki; istisnalar dışında.
İçimizdeki “ıslah edici” rolüne bürünen “bozguncular”ın, “beyinsizce” işleri yüzünden ve “kınayanların kınamaları yüzünden” “haksızlıklar karşısında susanlar”dan olunca, olacak olanlar oldu. Yolun başında beraber olduklarımızla, yolda bulduklarımız yer değiştirdi. O zaman da eski dostlar uzaklaştı ve çıkar hesabı ile yeni gelenler eski dostların yerini alınca, bugün yaşananlar mukadder oldu.
Ha! Bütün bunlar, kader, rızık ve ecel çerçevesinde, Hayır ya da şer olsun Allah’ın iradesi içinde şeyler. Bizden istenen O’nun rızasını gözetmekti. Ama biz, rızadan önce günü kurtarmak için rasyonalist, determinist, pragmatik bir akıl yürütme ile adeta Allah’ı iktidara, servete zorlamaya kalktık. “Şöyle yaparsak böyle olur”. Rızadan önce, gerçekleşmesini istediğimiz maddi, dünyevi, arzularımızın yön verdiği taleplerimize ulaşmak için gecemizi gündüzümüze kattık. Oysa Allah’a dayanıp, sa’ye sarılıp, hikmete ram olacaktık. Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olacaktık. Bu yolda mallarımızı, canlarımızı ve sevdiğimiz her şeyi, bu makam, iktidar, servet, şöhret, o her ne ise Allah yolunda fedaya hazır olacaktık.
Zaten değil mi ki, Allah (cc) bizi, mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecekti. Etti de! Sonuçta bu süreçte kim ne yaptı ise, sonuçtan bağımsız olarak zerre-i miktar bir iyilik ya da kötülük yaptı ise karşılığını görecek. Kaybedilen savaşların kahramanları olduğu gibi, kazanılan savaşların hainleri de vardır.
Bakın eceli gelen herkes ölecek. Hiç kimse ecelinden bir saniye önce ya da sonra ölmeyecek. Kimse rızgından az ya da çok yemeyecek. Ve kimsenin kaderinden başka bir kader de yok. O zaman ne gam! Bu sonuçların sebebleri konusunda kim ne yaptı ise onun sorumluluğu ya da mükafatı ona aittir. Allah bu süreçte, zalimler ve cahiller topluluğuna yardım etmeyecek.
Bizi gören, duyan, bilen, hüküm sahibi, kadir-i mutlak ve bir olan bir Allah var! Allah (cc) her şeyi, görmekte, duymakta bilmektedir.
Bu süreçte, birileri nasıl Cennete ya da Cehenneme gidecek. Bu süreçte söyleyip - söylemediklerimiz, yapıp - yapmadıklarımız buna sebeb olacak. Yoksa, benim sonuca ilişkin hiçbir endişem yok. Her topluluk layık olduğu gibi idare olunacak ve biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmeden, Allah bizim hakkımızdaki hükmü değiştirmeyecek. Değilse başımızda bir Peygamber de olsa, Hz. Lut örneğinde olduğu gibi değişen bir şey olmayacak.
Bilelim ki, zalimlere yardım edenlerden olursak, ateş bize de dokunur. Sapkınlar topluluğundan uzaklaşmamız gerek.
İşin özü şu: “Yeniden iman” etmemiz gerek. Allah’ın dini; yeri, göğü, ölümü ve hayatı açıklar. Bizim yaşadığımız din, genel anlamda, örneklerde görüldüğü gibi karı-koca arasındaki ihtilafı bile çözmüyor. Görevimiz vahye, yaşadığımız zamana ve mekana şahidlik etmek. Hakkın ve halkın, gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olmak. Yani Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olmak. İşte o zaman Allah’ın yardımı bize ulaşacak. Deniz yarılacak; Hz. Musa, Calud’u yenecek, Ebabil kuşları Fil ordularını bozguna uğratacak ve kuyudaki Yusuf Mısır’a sultan olacak, eğer o halk kurtuluşu hak ediyorsa.
Hiç kimse dünyada olup-bitenleri görmezden, duymazdan, bilmezden gelme hakkına sahip değildir. Allah (cc) cahil ve zalimler topluluğuna yardım etmez. Allah’ın yardımına ulaşmak için O’nun rızası istikametinde istişare ve şûra ile fasıklar ve cahiller, zalimler topluluğundan uzaklaşarak, bilgi ve hikmete yönelerek, saflarımızı sık ve doğru tutarak, Taif’e giden Peygamberin ümmeti olarak, sabırla, merhametimizin gazabımızdan, sevgimizin nefretimizden büyük olduğu bir haleti ruhiye ile kutlu yolculuğumuza devam etmeliyiz. Selâm ve dua ile.