Ekonomi nereye koşuyor?
Son günlerin en çok sorulan sorularından biri, dost meclislerinde sohbet konularının başında da gelen bir konu oldu ekonomi. Özellikle son olarak döviz kurları ve ekonomik baskıyla Türkiye’yi hizaya çekmeye ve tabiri caizse diz çöktürülmeye yönelik yeni senaryoların devreye alındığını görüyoruz.
Bugün biraz da son ekonomik gelişmeleri el almak ve ülkem adına en azından bundan sonrası neler yapılabileceğine yönelik bazı önerileri dillendirmek istiyorum.
Bir kaç yıldır Türkiye’de yaşanan olumsuz gelişmeler bir başka ülkede yaşansaydı herhalde o ülkenin tozu kalmazdı. Gezi olayları, 17/25 kumpası, Rusya ile uçak krizi, 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi, Almanya ve AB ile yaşanan gerilimler, Rahip Brunson davası, ABD yaptırımları ve en son olarak ekonomiyi çökertmeye dönük döviz manipülasyonlarının Başkan Erdoğan’ı ve Türkiye’yi hizaya çekmeye yönelik olduğunda herkes hemfikir. Tüm bu baskılara rağmen Türkiye, Başkan Erdoğan’ın kaptanlığında güçlü bir ekonomiye doğru hızla yol alıyor.
Müdahaleler yerinde miydi?
Elbette ki, ülke olarak bizler de şapkamızı önümüze koyup düşünmeliyiz. Ekonomiyi güçlü kılmanın yollarını aramalıyız. Son ekonomik gelişmeler ve döviz artışı konusunda fikirlerine önem verdiğim ve görüşlerine başvurduğum kıymetli hocam, ağabeyim Prof. Dr. Göksel Aşan hocanın çok önemli tespitleri var. Mutlaka bu görüşlerin dikkate alınması gereklidir. Göksel Hoca'nın görüşleri şöyle:
"İlk andan itibaren yapılan müdahaleler son derece yerinde oldu. Aslında bir hafta öncesinden böyle bir atağın sinyali geliyordu. Belli ki ekonomi yönetimi buna hazırlıksız yakalanmadı. Lakin özellikle Merkez Bankası biraz daha proaktif olabilirdi. Zira Merkez dahil bazı kurumlarda kurdaki yükseliş siyasi bizim yapabileceğimiz birşey yok havası hakimdi. Tabii ki iş büyük bir spekülatif atağa dönünce kurumlar müdahale etmek zorunda kaldılar. Swap limiti kararı, likit sorunu olmayacak garantisi, sayın Bakan beyin mesajları, koordineli çalışma görüntüsü, banka genel müdürlerinin açıklamaları ve tüm iş dünyasının desteği sürecin ilk dalgasını olabilecek en az zararla atlatmamızı sağladı. En büyük destek Katar’dan gelmekle beraber bir çok ülkeden yapılan destek açıklamaları ve devamının geleceği beklentisi de oldukça katkı sağladı. Tabii ki bu müdahalelerin yan tesirleri de oldu. Faizlerde yükseliş ve BİST’deki düşüş alınan tedbirlerin sonucu ortaya çıktı.
Bundan sonra yapılması gereken en önemli iş reel sektörü (özellikle KOBİ’leri) en az etkileyecek şekilde desteklemek olmalı. Bu sadece finansal destekle kalmamalı. Zira şu an en önemli sorun kurdaki oynaklık ve belirsizlikten ötürü fiyatlama davranışının tamamen bozulmuş olması. Üreticilerin maliyet hesaplarını yapamamaları, ürünlerini fiyatlamalarını zorlaştırıyor ve bu da üretimi etkiliyor.
Diğer yandan özellikle girdi ithalatı yapan firmaların (tabii ki bir kısmının) gelecekteki kur artışı beklentilerini bugünkü fiyatlarına yansıtmak gibi kabul edilemez yollara baş vurduğunu da gözlemliyoruz. Şu anda en çok ihtiyaç duyulan kurumumuz Rekabet Kurumu, lakin bu süreçte açıklama yapmayan tek kurum da o. Tabii ki orta vadeli programla beraber ekonominin temellerini güçlendirecek tedbirler de alınacaktır.
Can suyu kredisinin 3.fazına ek olarak, tamamen özkaynak ile çalışan ve hiçbir tür kredi borcu olmayan belli ölçekteki KOBİ’lere ya sıfır faizli kredi verilmeli ya da belli vergisel kolaylıklar sağlanmalı. Adil olmak bunu gerektirir. Piyasa kaynaklı sorunlar tüm firmaları kapsar.
Elbette KOBİ'ler için yapılan herşey çok değerli. Lakin faiz kullanmayanlar da düşünülmeli. Mesela makinalarını faizli kredi yerine katılım bankaları üzerinden alanlar unutulmamalı. Bu özkaynak çalışıp küçük kalanlara cezaya dönmemeli.”
Ekonomiyi güçlü kılmanın yolları
Peki ekonomik kalkınma ve refah düzeyinin artırılması, sağlam bir ekonomi için neler yapmalıyız? Bundan sonraki süreçte nasıl bir yol haritası çıkarılmalı?
İşte bu sorunların çözümüne katkı sağlanması için muhalif iktisatçılar, akademisyenler ve uzmanlar da dahil olacak şekilde ortak akıl toplantıları ile çözüm yolları aramalıyız.
Aslında gülü ekonominin temelinde güçlü sanayi, akılcı teşviklerle desteklenmiş kalkınma politikaları ve ihracat ağırlıklı üretim geliyor.
Burada sanayinin ve sanayicinin diğer sektörlere kıyasla daha fazla desteklenmesi çok önemlidir. Sanayiciler başta yerel yönetimler olmak üzere kamu kurumlarıyla ciddi sorunlar yaşıyor, bürokrasi sanayiciye destek olmak yerine adeta engel çıkarıyor. Ekonomideki yapısal sorunların temelinde yıllardı çözülemeyen sorunlarla birlikte bürokratik oligarşi de geliyor. Üretim nasıl desteklenebilir, neler yapılabilir, ithal edilen ürünlerin ikamesine yönelik sanayi yatırımlar konusunda sanayici, yerel yönetimler, iktisatçılar, bankacılar ve bürokrasinin katılımı ile çözüm odaklı çalıştaylar yapılmalıdır.
Bundan sonraki yıllar ekonomide yapısal sorunlar çözülmediği takdirde çok daha sıkıntılı geçebilir.
Bilindiği üzere Çin, bir süredir “bir kuşak bir yol projesi” üzerinde çalışıyor. Yaklaşık 1 trilyon dolarlık yatırımla 3 milyardan fazla nüfus ve 65 ülkenin dahil olduğu proje ile Asya’nın en doğusu ile Atlas Okyanusu’nun Avrupa kıyıları birbirine bağlanacak. Yeni ulaşım ağı ile de ortalama 6 haftada Çin’den Avrupa limanına gelen ürünler ortalama 2 hafta içerisinde piyasalara sunulacak. Çin’in daha kısa sürede Avrupa pazarlarına ulaşacak olması, Türkiye’nin ihracatta daha fazla zorlanacağı anlamına geliyor.
Türkiye ne yapmalı?
Peki ülke olarak neler yapmalıyız? Aslında bu konuda sayın Ömer Turhan da "Cari açığı kapatmak için uzay aracı yapmamıza gerek yok!" başlıklı yazısında çok önemli detaylar paylaşmış ve çözüm yolları önermiş. Gerçekten de ekonomide yapısal sorunların çözümü ve üretimin desteklenmesi ile hızla ekonomide iyileşme sağlanabilir. Buna göre;
- Her şeyin başında üretim ve sanayinin desteklenmesi geliyor. SGK ve Vergi teşviklerinde sanayi kurumlarına pozitif ayrımcılık yapılmalıdır.
- Büyük oranda ithal edilmekte olan yassı metal, paslanmaz çelikler, alaşımlı sanayi çelikleri, plastik-polimer türevleri, elyaf vb. petro-kimya ham maddeleri, kimyasallar ile cevher olarak ihraç edilen krom, nikel, kobalt madenleri ile tekstil endüstrisi girdilerinin ülkemizde üretilmesini sağlayacak sanayi yatırımlarına ciddi teşvik ve destekler sağlanabilir,
-Yumurtalık bölgesinde veya İzmir’de teşvik edilecek bir petro-kimya kümelenmesi imalat endüstrisine ana girdi ithalatının azaltılması sağlanabilir.
- Turizmle birlikte, özellikle sağlık hizmeti ihracatı desteklenerek, başta geriatri-yaşlı bakım hizmetleri olmak üzere Avrupa Ülkelerinden sağlık turizmi kapsamında daha fazla hasta getirilmesini sağlayacak projeler ve ilgili ülkelerdeki sosyal güvenlik kurumları ve sigorta şirketleri ile ilişkiler geliştirilebilir.
- Tarımsal destekler artırılarak, 10 milyar doların üzerinde ithalat yapılan tarım ürünlerinde ithalat azaltılmalıdır. Özellikle Sudan da kiralanan araziler bu açıdan kullanılabilir ve Türkiye tarımsal üretimde sağlanan artışla birlikte ithalatın düşürülerek ihracatın artması sağlanabilir. Ülkemizdeki elma üreticileri kilogramı 1 TL’ye elma satmakta zorlanırken yurtdışından elma, armut gibi meyvelerin ithal edilmesinin mantıklı bir gerekçesi olamaz. Ülkemizde üretilen bu tür ürünlerin ithalatı zorlaştırılmalıdır. Tarımsal desteklerde yaşanan sorunlar çözülmeli ve Ziraat Bankası bu anlamda çiftçinin desteklenmesinde, Avrupa veya ABD’deki sistemlerde olduğu gibi, etkin şekilde kullanılmalıdır.
- Bu arada özellikle alım gücü düşük Afrika ülkeleri başta olmak üzere Eximbank rehberliğinde mal karşılığı ihracat yapılabilir. Bu ekonomik olarak ülkemize daha fazla katkı sağlayacak bir modeldir.
- Son olarak hepimiz için, yapacağımız alışverişlerde Türkiye’de üretilmiş ürünler varsa öncelikle bunları almaya özen göstermeliyiz. Kalitesiz ve sağlığa zararlı kimyasal içeren Çin menşeili ürünlerin Türkiye’ye girişine izin vermemeliyiz.