Ekonomide faize ihtiyaç yoktur
Allâh-u Teâlâ’nın emrine uymayan hareketler, gerek fertlerin, gerekse toplumun meşakkat ve felakete ürüklenmesinden başka bir fayda sağlamaz ve böylece faizle para alıp kazanacağım zannıyla, faizciliğin yaygınlaşmasına çalışanlar iki cihanda zarar ederler.
Şu bilinsin ki, faizin yasak olduğunu Allâh-u Teâlâ açık bir şekilde beyan ettiği halde:
“Avrupa’da bu yürürlüktedir, buna ihtiyaç vardır, bizim de bunu kabul etmemiz gerekir” gibi sözlerle, faizin haram oluşuna itiraz edip bu husustaki âyet-i kerîmeleri yanlış yorumlayarak İslam âlemini Avrupa’ya beğendirmek isteyenler vardır.
Evet, meseleye zâhiren bakıldığında bugün bankalarla iş yapmak yaygın olduğundan faize ihtiyaç varmış gibi görülebilmektedir.
SERVETİN BEREKETİ OLMUYOR
Halbuki bu gibi muâmelelerin yaygınlaşmasından evvelki zamanı insafla düşünürsek herkesin sermayesi kadar iş tutup borç altına girmediği zamanlarda hesaplı iş tutulduğu için iflas edenlerin bu zamandan daha az olduğu görüldüğü gibi, İslam kardeşliğinin daha düzgün bir şekilde yürüdüğü de müşahede edilir.
Bununla beraber, o zamanlarda kazanılan servetin bereketli olup asırlarca devam ettiği, faizcilik sebebiyle bereketin kalktığı bu zamanda ise servetin dededen toruna bile kalmadığı görülmektedir.
SADECE EKMEK PARASI KALIR
Faizle para alarak birçok işin içine giren kimse, başlangıçta çok iş görüyorum zannederek memnun olursa da, hesap zamanı bütün kazancını faize verdiğini ve o kadar emeklere karşı kendisine hemen hemen bir ekmek parası kadar cüzî bir şey kaldığını anlar. Nitekim sermayesi de, kazancı da bankanın olup çalışanların eli boş kalır.
Dikkatle gözden geçirildiği takdirde, İslamiyet’te faiz üzere kurulmuş olan şeyler, hep akîm (kısır) kalmış ve kalmaktadır.
FAKİR DÜŞTÜKLERİ GÖRÜLMÜŞTÜR
Milyonları ödünç alanların neticede perişan olduklarını, şu içinde bulunduğumuz zaman zaten açıkça gösterdiğinden dolayı bu konuda misal vermeye bile lüzum yoktur.
Zira faize devam eden kişilerin baş (ana) paraları bile elden gidip kendilerinin fakir düştükleri binlerce defa görülmektedir.
MİLLET BORÇ ALTINDA İNLEDİ
Türk devletinin Avrupa’dan ödünç aldığı zamanla, ödünç almadığı zaman karşılaştırıldığında, faizin zarardan başka bir şey sağlamadığı anlaşılır. Çünkü alınan para az zaman içinde harcanarak, milletten toplanan paraların mühim bir kısmının faize verilip, milletin trilyonlarca borç altında inlediği ve Avrupa’nın boyunduruğundan kurtulamadığı acı bir hakikattir ki, bunu kimse inkar edemez, bunun sebebi faiz değil midir?!
Hele kâfirlerden alınan bu faizli borçların, hiç kâr getirmeyecek lüzumsuz yatırımlarda kullanılıp, sırf kâfirlere şirin görünmek için onların istekleri doğrultusunda harcanması, asırlar sonra gelecek neslimizi ve tüyü bitmemiş yetimleri bile borçlu duruma düşürmektedir ki, zerre kadar aklı, merhameti ve insafı olan, bu mesuliyetin altına girmeye asla cesaret edemez.
İKİ CİHANDA ZARAR
Velhasıl; Allâh-u Teâlâ’nın emrine uymayan hareketler, gerek fertlerin, gerekse toplumun meşakkat ve felakete sürüklenmesinden başka bir fayda sağlamaz ve böylece faizle para alıp kazanacağım zannıyla, faizciliğin yaygınlaşmasına çalışanlar iki cihanda zarar ederler.
Faizcilerin çalışanın kazancını almaktan öte, birçok kimselerin babadan, dededen kalma mallarını bile neticede zaptettikleri ve ödünç veriyor görünümüyle maddeten ve manen milleti sömürdükleri açıktır. İşte bu fenalıkların sebebi Allâh-u Teâlâ’nın yasakladığı faizciliktir.
BÜYÜK ZARARA KARŞI AZ KÂR
Şu halde bu gibi hakikatleri görüp de görmezlikten gelerek, bazı cüzî faydaları nazarı itibara alıp faizin güzelliğini söyleyen kimseye:
“Allâh kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir hidayet edici yoktur” Zümer Sûresi:23’den) âyet-i kerîmesini okumaktan başka bir şey denilemez. Evet, faizin görünüşte bir takım cüzî faydaları vardır. Fakat her şeyde kârla zararı karşılaştırmak gerekir, dolayısıyla büyük bir zarara karşı az bir kâr seçilemez. Bilakis “Küllî zararlara karşı, cüzî menfaatlerin terk edilmesi” şerîatın kaidelerindendir. Dolayısıyla bir şeyde kârla zarar toplansa, zarar nazarı itibara alınıp, kârı düşünmeyerek o şeyden sakınmak gerekir.
ALLÂH’IN EVLERİ MESCİDLERDİR
Selmân (Radıyallâhu Anh) dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Allâh-u Azze ve Celle: ‘Her kim evinde abdestini güzelce alır, sonra da evlerimden bir evde Beni ziyâret ederse işte o ancak Beni ziyâret etmiş olur. Ziyâretçisine ikram etmek ise ziyâret edilen üzerine bir haktır’ buyuruyor.” (Abdülkadir-i Geylânî, el-Ğunye, 2/181, Taberânî, No:6139, 6145, 6/311, Heysemî, Mecma‘u’z-zevâid: 2/31; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr: 7/262)
CEMAATE DEVAM ETMEK
İbni Mesûd (Radıyallâhu Anh) dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Gerçekten yeryüzünde Allâh’ın evleri mescidlerdir. (Sizin biriniz kendi evine gelen ziyaretçisine ikrâm ettiği gibi) ziyâretçiye ikram etmesi Allâh-u Teâlâ üzerine (de) kesinleşmiş bir haktır.” (Taberânî, el-Mu‘cemu’l-kebîr, no:10324; Heysemî, Mecma‘u’z-zevâid: 2/22; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr: 7/260)
Enes ibni Mâlik (Radıyallâhu Anh) dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“(Sizin birinizin kendi ev hâlkı onun için ne kadar özelse, cemaate devam ederek) Allâh’ın evlerini mâmur edenler de, Allâh’ın ehlinin ta kendileridirler (diğer kullara nisbeten Allâh-u Te‘âlâ için o kadar özeldirler).” (Bezzâr, Heysemî, Keşfü’l-estâr, no:433; Ebû Ya‘lâ, 3436; Taberânî, el-Mu‘cemu’l-evsat, 2502; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr: 7/261)
SÜKÛTA İLTİZÂM EYLEYİN
“Elli dört farzdan yirmi dokuzuncusu “Mâlâyânî’den dilini muhâfaza etmek”tir.
Çünkü Allâh-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“O (insan), (hayır veya şer) hiçbir söz(ü ağzından dışarı) atmaz ki, onun yanında (konuşulanı yazmaya) hazır bir gözcü bulunmasın!” (Kaf Sûresi:18)
Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Allâh-u Teâlâ rahmet etsin o kimseye ki konuştuğunda ganîmete erişti. Yahut sustu da selâmete erişti.” (Salâhî Efendi, Ellidört farz şerhi, sh:30)
KILICIN FİTNESİNDEN DAHA ŞİDDETLİ
Yâni konuşma sebebiyle kendisine fayda hasıl oldu. Yahut “Selâmetü’l-insân fî hıfzı’l-lisân” (insanın kurtuluşu dilini korumasındadır) mâsadakı (mânâsı)nca, susması sebebiyle selâmete erişti.
Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Sükûta iltizâm eyle (susmaya devam et), zîrâ şüphesiz sen, ancak onunla şeytana galip olursun.” (Salâhî Efendi, Ellidört farz şerhi, sh:30)
Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Dilin fitnesi, kılıcın fitnesinden daha şiddetlidir.” (Salâhî Efendi, Ellidört farz şerhi, sh:30)