Ektiğimizi biçiyoruz!
Bir Peygamber “İnni küntü minezzalimiyn” diyor, biz kibrimizden hatalarımızı itiraf ve tevbe konusunda inad ediyoruz. Haram edinimlerimizi sahiplenmeye devam ettiğimiz ve kul hakkından malul olduğumuz sürece Allah’ın yardımı bize ulaşmayacak. Kimse bu konuda Allah’ın merhameti ya da bağışlayıcılığına güvenmesin. Bunlar şarta bağlıdır. Allah cahil ve zalim bir topluluğu, bağışlamak şöyle dursun, onları tehdit ediyor. Cennet nasıl hak ise, Cehennem de haktır. Allah’ın rahmeti nasıl geniş ise, gazabı da o kadar şiddetlidir. Herkes iyilik ya da kötülük, o her ne ise yaptığının karşılığını görecektir; “Misgale zerretin hayran yerah ve misgale zerretin şerran yerah” ölçüsünde.
Bizim burada onları bizden uzaklaştıracak söz ve işlerden uzaklaşmamız gerek. Bize güven duymalarını sağlamamız gerek. Bunun yolu da “El emin” olmaktan geçer. Bir topluluğa olan düşmanlığımızın bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyeceği konusunda karşımızdakilere güven vermemiz gerek. Eğer bize bizimkiler bile güvenmiyorsa, o zaman başkalarına laf ile nizam vermeden önce kendimize bakalım.
Şunu kabul edelim, biz iyi örnek olmadık, adil davranmadık, yeteri kadar dürüst, cesur ve akıllı insanları öne çıkarmadık. Dünya malına, metaına, makamına fazla itibar ettik ve zalimlerden olduk.
Güzel örnek, saygı uyandıran bir sadelik, güzellik, olgunluk, “urvetül vuska” olmak, yaşayan Kur’an olmak.. Galiba biz üzerimize düşeni hakkı ile yapmadığımız için bunca felaket başımıza geldi. Yani hep Şeytan, kötü kişi ve örgütler yüzünden değil de, biz Allah’ın ipini bırakınca, O da bizim ipimizi bıraktı ve yaptıklarımız yüzünden Allah da birilerini bize musallat etti. Bu anlamda önce bizim kendimizi değiştirmemiz gerekiyor. Bunun ilk adımı da suçlu olduğumuzu kabul etmekten “İnni küntü minezzalimin” demekten ve tövbe etmekten geçiyor.
Biz Allah’ın dinine yardım edersek, Allah da bize yardım eder. Biz kardeşlerimize dahi kem gözle bakarken, hemşehricilik uğruna ya da menfaat hesapları ile kul hakkını çiğnerken, Allah diğer insanların emanetini niye bize versin ki! “Veresetül enbiya” olamadan Allah bize yardım etmeyecek. Bu şekilde, ehliyet ve liyakatı, istişare ve şûrayı bir kenara bırakarak davranacak olursak, birileri bize bakıp dinden soğuyabilir. Zaten FETO sonrası insanlar cemaat yapılarından uzaklaşırken bu gidişin sonu hayrolmaz. Bu şekilde insanların Hakkı, iyiyi doğruyu bulmalarına vesile olamayız.
“Müslümanım” diyen bizler bile ahiretimizi unutup, kendimizi geçici dünyanın heva ve heveslerine kaptırıyor, mal ve makam uğruna yoldan çıkabiliyorsak, bu imani gelenek, bilgi ve pratiklerden uzak insanların böylesi bir girdapta kaybolmaları çok da sürpriz olmasa gerek.
Burada tebliğ usulümüzü yeniden gözden geçirmemiz gerek. Bu kadar cami, Diyanet kadrosu, ilahiyat, imam hatip, cemaat, vakıf, dernek var ama bizde evdeki çocuklarımıza bile bazı hakikatleri anlatmakta zorlanırken nasıl olacak bu iş. Laf ile aleme binlerce nizam vermeye kalkıyoruz, ama bin seyyie var hanemizde!
Galiba korkutmamız ve azarlamamız gereken, ötekiler değil, kendimiz, elimizin altındakiler, “iman ettim” deyip de sergilediği kötü örneklikler sebebi ile “bizden” olanlar olsa gerek. Şeytan Şeytanlığını yapıyor ve başarılı. O, Hz. İbrahim’den bile vazgeçmedi. Biz çok çabuk küsüyor, yoruluyor, bırakıveriyoruz. Ötekiler bilmiyorlar bilmediklerini de bilmiyorlar ve bir yanlışın içindeler. Ya bile bile bu işi yapanlar içimizdeki beyinsizler; münafıklara ne demeli.
Korku ile umut arasında bir denge oluşturmamız gerek. Merhametimiz öfkemizden büyük olmalı, aynı şekilde umudumuz da korkumuzdan! Dini anlatırken sabırlı, korkutan değil müjdeleyen bir dille yaklaşmalıyız muhatabımıza. Bu işlerde Resul örneğimiz olmalı. Taife giden Peygamber gibi olmalıyız.
Bizim vazifemiz tebliğ ve uyarmak. Galiba burada özellikle LGBT örneğinden yola çıkacak olursak bu lanetli fiili onaylamak anlamında değil ama, Allahualem onları kazanmak anlamında, Hz. Lut gibi davranmamız gerek. Allah (cc) Hz. İbrahim için “o yumuşak huylu biriydi” diyor ve hatta insan suretinde gelen iki melekten Hz. Lut kavminin başına gelecekleri duyunca bunu ertelemesini istiyor ve sonra Allah tarafından uyarılıyor. Hemen vazgeçmek yok. Hz. İbrahim ve diğer peygamberlerin örnekliğinde olduğu gibi yılmaksızın hakkı anlatmak gerekiyor. Sonuç Allah’ın elinde! Kalplerden geçeni bilen ve kalpleri çevirecek olan odur. Biz’e gelince, onlar batıl ve çirkin işlerinden dönse de dönmese de bu yolda gösterdiğimiz çaba sebebi ile her halûkârda kazananlardan oluyoruz zaten...
Öte yandan; biz dinin hakikatini anlatmakta yetersiz kalınca birileri, para, şöhret ya da başka hesaplarla dine karşı bir din uydurma yoluna gidebiliyor. Sentetik cemaatler oluşturabiliyorlar. Karanlık aydınlığın yokluğudur. Hakikat aradan çekilince meydan FG, AO, TI’lara kalıyor. Sahte Mesih ve Mehdiler, kerameti kendinden menkul Şeyhlere, hocaefendilere kalıyor meydan. Kimi İslam diye Buda’yı pazarlıyor, kimi “dünyevi kazançlar”, daha iyi bir iş, daha iyi bir ev, araba, istediği kişi ile evlenmek vs. için din adına tılsım pazarlıyor. Evet, ektiğimizi biçiyoruz sonuçta. Daha da inatlaşacak olursak, bakarsınız rüzgâr eker fırtına da biçeriz, Allah korusun. Selâm ve dua ile.