Lüküs Hayat
“İki tane otomobil
Biri açık, biri değil
Aşçı, uşak, hizmetçiler
Dolu mutfak, dolu kiler
Hey
Lüküs hayat, lüküs hayat
Bak keyfine yan gel de yat
Ne güzel şey
Oh ne rahat
Yoktur eşin lüküs hayat”
Cemal Reşit Rey tarafından bestelenmiş operadan kısa bir bölüm...
Lüküs Hayat, Türk toplumunun Batı ile yüzleşmesini ve bu konudaki ölçüsüzlüğünü anlatıyor.
Ancak günümüzdeki “Lüküs Hayat” ise biraz daha farklı… Şatafat ve israf yönünden benzese de, daha acımasız…
Gün geçmiyor ki yeni bir haber çıkmasın; belediyenin trilyonluk arabaları, Diyanet’e lüks zırhlı araç, valinin 1.5 milyonluk Audisi… Daha niceleri… Saymakla bitmez. Gücü 300 beygir, 5 bin beygir… Mübarek sanki binmek için değil! Tank gibi…
Ancak Türkiye ciddi bir ekonomik kriz yaşarken kamuda tasarrufa gidileceği belirtilmişti.
Dünyanın en büyük araba üreticisi ülkelerinden birisi olan Japonya’da, devletin elindeki makam aracı sayısı çok sınırlı…
Yine dünyanın en zengin ve güçlü ekonomilerine sahip Almanya’da resmi araç sayısı Türkiye’nin 8’de biri düzeyinde. Almanya’da eyaletler var. Bazılarının ekonomik büyüklüğü Türkiye’den çok fazla. Bu eyaletlerdeki hükümet üyelerinin çoğunun makam arabası bile yoktur. Ama Türkiye’de bakanlardan vazgeçtik danışmanların altında bile lüks, çoğu da ithal makam arabaları.
Maalesef makam aracı kullanan bürokratlar arasında bayram, cuma ve öğle namazlarına bile makam arabası ile gidenler var.
Bunun neresinde tasarruf?
Sanıyorum tasarruf sadece halka… İdarecilerde olacak değil ya!.. İtibardan tasarruf edilir mi?
Peki daha gelişmiş Avrupa ülkelerinde lüks araç konusunda tasarruf yapılırken ülkemizdeki bu savurganlığın sebebi ne?
Demokrasiyle yetki sahibi olanlar, demokratik yolları tıkıyor, etrafına adeta bir duvar örüyor; kendisini denetleyebilececek kurum ve kişileri devre dışı bırakıyor.
Belki bu savurganlığı insanlar kendi aralarında konuşabiliyor, insanlar içten içe homurdanıyor ama bir türlü, kral çıplak, diyemiyor.
Çünkü biliniyor ki, doğru söyleyeni dokuz köyden kovuyorlar. Bu hal, kanıksandı artık. Gerçekten de doğru söyleyen kişi, toplumsal düzeni bozan, huzursuzluk çıkaran olarak görülüyor.
Herkesin bu yapı içinde kendini daha iyi bir yerde konumlandırma beklentisi ve çabası olduğu sürece, bu sistem düzelecek gibi değil.
Malesef, bu yapıda zincirin en son halkası, sistem icinde her zaman pasif konumda yer alanlar, menfaat paylaşıminda kendilerine hiçbir zaman sıra gelmeyecek olanlar bile bu savurganlık ve hukuksuzluk sisteminin en ateşli savunucuları olabilmektedirler.
Herşeye rağmen, kral çıplak, diyebilecek cesareti olanlar, dokuz köyden kovulacağını bilerek doğruyu söylemeye devam edenler azımsanmayacak sayıda...
İşte onlara selam olsun.
Onların sayesinde, insanlık ateşi ve adil bir ülke ümidi hiç sönmeyecek.
O zaman geleceğimiz için, ülkemiz için, çocuklarımız için haydi hep beraber söyleyelim; "Kral çıplak! Bütün savurganlıkların, hukuksuzlukların canı cehenneme!
Peki, bunu başaramazsak ne olacak?
Ne olsun, böyle geldi, böyle gidecek.