Misgale zerretin hayran / şerran yerah!
Derin Gerçekler
“Zaferden değil, seferden sorumluyuz” diyor da “dil”imiz, sanki “nefs”imiz başka bir şey söylüyor. Kimin dili ne söylüyor, aklından ve kalbinden ne geçiyor, ayakları nereye gidiyor, Allah görüyor ve biliyor.
Sahi, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kadar bin avukat, İsrail hakkında Suç duyurusunda bulunduk diyor da, neden bu suç duyurusunun metninden bizim haberimiz olmuyor? Sonradan öğrendim ki, bu iş devletin değil, İstanbul 2. No’lu barosunun bir suç duyurusu. Yasin Şamlı ve arkadaşları yapmış bu işi. Tebrikler de, keşke aynı suç duyurusu konusunda, Türkiye’den suç duyurusunda bulunanlar tarafından ayrıca Türkiye’deki yargı makamlarına da suç duyurusunda bulunsalardı ne iyi ederlerdi.
Şimdi başka bir grub avukat konuyu iç hukuka taşıma hazırlığı yapıyor.
Madem ABD’de Temsilciler Meclisi, AntiSemitizm ve AntiSiyonizm’i eşitleyen bir karar alıyor, hani TBMM başkanı, TBMM İnsan Hakları Başkanlığına çağrı yapsın, TBMM İnsan Hakları Başkanlığı da, hem dünya parlamentolarına bir çağrı yapsın ve onlar da UCM’ye ve BM İnsan Hakları Komiserliğine suç duyurusunda bulunsunlar. İstanbul 2 Nolu Barosu, bu konuda Barolar Birliğine de çağrı yapsın, BM İnsan Hakları Komiserliğine de. AB aday üyesiyiz ya, Hadi Avrupa Merkezli diğer ittifaklara da çağrı yapsın Başkanlık. Akdeniz Ülkeleri, Karadeniz ülkelerine de çağrı yapalım. DSÖ ye UNICEF’e çağrı yapalım. UNESCO’ya, ILO’ya, BM çerçevesinde onlarca örgüt var, UNHCR’ye. Niye dünyayı ayağa kaldırmıyoruz.
Tabi bunu yapacak olursak, onlar da bize dönüp, “siz ne yaptınız, ne yapıyorsunuz” derse ne diyeceğiz. Biz seçime gidiyoruz, ekonomik durum malum, seçimden sonra bakarız mı diyeceğiz.
Başkanlık İnsan Hakları kurumu var. Orada onlarca akredite STK var. Neden STK’lar yargı yoluyla hem ulusal hem de Uluslararası kurullara başvuruda bulunmuyorlar? Onlar eğer bir başvuruda bulunurlarsa, savcılar harekete geçmek için tereddüt etmeyeceklerdir. İsrail’e giden gemilerin sahipleri ve yükleri konusunda gümrüklerden, bilgi alacaklardır.
“Eli ayağı boş değil, duttuğu iş değil” kabilinden, algı oluşturmaya yönelik, “dostlar alışverişte görsün” türünden “Mavi boncuk”, “avare kasnak” benzeri işlerle sadece vakit değil, kan kaybediyoruz ve korkarım bu gidişle bu işin sonunda dünyevi ve uhrevi helaka sebeb olacak gazab devşireceğiz. Kimi cemaatleri, ilahiyatçıları geçtim. Onlar Allah’ın davetine uyma konusunda bu kadar gaflette iken onlara ne diyeceğim. Barı Diyanet tüm dünyadaki dini kuruluşların dini önderlerine genel bir çağrı yapabilir.
Mesela bizim Sendikalarımız, Meslek odaları, uluslararası üyelikleri olan ve şubeleri olan kuruluşlar neden bu çerçevede bir eylem, girişim, çağrı, etkinlik, konferans vs bir şey yapmıyorlar? Ölü toprağı mı serpildi üstlerine? Kimden ve niçin işaret bekliyorlar?
Allah’ın, Resulü’nün ve mazlumların çağrısı yetmiyor mu?
Gözünüz var görmüyor musunuz, kulağınız var duymuyor musunuz, kalbiniz var hissetmiyor musunuz! : (Nisa 75): “Size ne oluyor da Allah yolunda, yani, o ezilen erkekler, kadınlar, yavrular uğrunda savaşmıyorsunuz! Baksanıza! Ey bizim Rabbimiz, halkı zalim olan bu memleketten kurtar, bize yiğit bir bahadır gönder diye yalvarıp duruyorlar.”
Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olmayanlar, Allah’ın gazabının vesilesi olacaklar. Mazlumları yakan ateş gün gelecek onları da yakacak, onların dua ile istedikleri, uğruna bahaneler uydurarak kendilerinden istenen görevlerinden kaçtıkları güç, servet ve makamlar, dua ile istenen belaya dönüşecek!
Sahi bizim sevgili KADEM’imiz ne yapıyor, Gazze’li kadınlar ve çocuklar için, kınama ve yazılı açıklamalar dışında?
İstanbul Sözleşmesini ve Lanzarote’yi sahiplendikleri kadar Gazzeyi sahiplendiler mi?
81 yaşında nafakasını ödeyemediği için hapse atılan amcanın derdine derman olabildiler mi?
Ülkemizde bu sözleşmenin sebeb olduğu ailedeki yıkım sonucu, fuhuş ve uyuşturucu bataklığında “Canlı cenazeye dönen genç” sayısı Gazze’de Şehid olanların sayısından daha fazla değil mi?Yıkılan aile sayısı da öyle. Bizde mRNA’dan ölen insan sayısı Gazze’de cephede ölen erkek ve kadınlardan daha fazla. Şehid olanlar ölümsüz oldular.
Manen İsrail, dünya ölçekli bir psikolojik savaşta, bugünden kaybeden taraf oldu. Ve bu yenilgi onların yakasını bir daha bırakmayacak. Varlıkları meşruiyetini kaybetti vicdanlarda, istedikleri kadar bu yaraya media ve siyaset üzerinden estetik ameliyatı yapsınlar. Kaybettiler, kazanan İzzeddin Kassam’ın İzzed’li torunları, Müslümanların iftiharı, göz aydınlığı olan Gazze’liler oldu. Gazze’de her şehid karşılığı, yüzlerce ve belki hatta binlerce insan İslam’la şereflendi. Bir kişi olarak çıktıkları gökten binlerce hidayet nuru indi insanların beynine ve kalbine ve onlar İslam’la şereflendiler ve dirildiler. Her biri dünyanın dört bir yanına dağılmış Gazze’li oldu.
Herkesin bir planı var, Allah’ınsa bir hükmü. Galib olacak olan Allah’ın hükmüdür. Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Gazze’dekiler Şehidlik şerbetini içerek ölümsüz oldular. Bizde Allahın ipi’ni bırakanlar ise “canlı cenaze”ye dönüştü. Şair şöyle der: “Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek!”.. Bu “ifritten sual”in kılını çekecek bir akıl gerek bize. Evet evet, “Nefes alıp vermekle canlı mı sayılır sanki şerir / Demirci körüğü de hava alır ve verir”
Zelzeleden bahseden (Zilzal 7-8)’de ne deniyordu: “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu (karşılığını) görür”.
Sadece yer kabuğunda plakalar ve fay hatları yok. O plakalar ve fay hatları kalbimize, beynimizde de var ve manevi fay hatları, coğrafi sınırlardaki fay hatlarını da unutmamak gerek.
Dünyanın herhangi bir yerindeki zulüm orada bir fay hattı oluşturur ve zulüm sebebi ile o fay hattı gökten meteor çeker. O fay hattı üzerinde fırtınalar eser, o fay hattı bazen suları yutar, bazen kusar ve bazen depreşir, volkanları patlatır, toprak şehirleri yutar.
Bu, iktidarın hala sahiplenmeye çalıştığı İstanbul sözleşmesi ya da hala sorumlularını sorgulamadığı mRNA, maske, Mesafe, PCR ve HES rezaleti sebebi ile aileler dağılmaya ve toprak insanları yutmaya devam ediyor.
Unutmamak gerekir ki “Ameller niyetlere göre” olduğu gibi , usul ve esasa uyulmadan yapılan cahilce işler sonucu, çoğu zaman “cehenneme giden yollar iyi niyet taşları ile döşenmektedir”.. O “iklim yalanı” konusunda, “İstanbul sözleşmesi”, mRNA aşısı, CoVID yalanı konusunda olduğu gibi, bu kimin aklı ise, nerede kimler tarafından örgütlendi, Meclis'te buna kim oy verdi, bunları kim uyguladı ve bunlara destek verdi ise, bunlar olurken, gerçeği bildikleri halde, sustularsa, bu zulümlerin sonuçları hala devam ederken susmaya devam ediyorlarsa, bu dünyada başlarına bir felaket gelirse ya da öbür dünyada amal defterleri ellerine verildiğinde hanelerine yazılan günahları gördüklerinde bugün sebep oldukları acıları hatırlayacaklar ve o sebep oldukları acılar kendilerine misli ile tattıracaklar.
O gün orada o işlere fetva veren hocalarını, güvendikleri liderlerini, sözde bilim adamlarını yanlarında bulamayacaklar.
O servetleri, makamları, imkanları o gün orada bulamayacaklar, sığınacakları bir yer de olmayacak!
Sonuçta herkes için yaptığının (iyilik olsun, kötülük olsun) bir karşılığı vardır. Ve tabi, yapması gerekirken yapmadıklarının, söylemesi gerekirken söylemediklerinin de.
Hiç kimse dünyada olup-bitenleri, görmezden, duymazdan bilmezden gelme hakkına sahip değildir. Bütün insanlığın hayrına olmayan bir çözüm önerisi bizim önerimiz olmayacağı gibi, bir topluluğa olan öfkemizde bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemeli.
Çünkü biz alemlere rahmet olarak gönderilen, ahir zaman peygamberinin ümmetiyiz.
Bizi öldürmeye gelenler, biz dirilsinler, İsra’nın makamı Kudüs’ün Fatihi Hz. Yuşa ve Hz. Ömer’in ruhaniyetinin bereketi olan bir dokunuşla kardeş olalım.
Selam ve dua ile.