NATO mu dediniz?
NATO zirvesinde herkes söyleyeceğini söyledi. Gözler, Erdoğan, Boris Johnson, Trump ve Macron’daydı. Zirve Londra’da gerçekleştiriliyordu, yani Kraliçenin ülkesinde, yani Rothschild’in ülkesinde.
NATO bitkisel hayatta mı? Avrupa kendi güvenlik sistemini kuracak mı? NATO AB gibi bir Hristiyan kulübü yani bir “Neo Haçlı İttifakı” mı göreceğiz.
NATO zirvesinde, Suriye krizinden göçmen sorununa, ABD’nin İngiliz inisiyatif bölgesinde tek başına hareket etmesine, üye ülkelerinin mali sorumluluklarını yerine getirip getirmemesine, NATO ülkelerinin Türkiye’ye karşı darbecilere ve terör örgütlerini himaye etmesine kadar, can sıkıcı bir sürü sorun var. Patriot, S400, F35, Türkiye’ye yönelik tehditler konusunda müttefiklerin tavrı, Rusya ile ilişkiler, ABD’nin İran’a uygulamaya çalıştığı ambargo, ittifak üyelerinin, ittifak dışı ülkelerle kurdukları stratejik ortakların herhangi bir NATO ülkesi ile kriz yaşaması durumunda yaşanacak sorunların nasıl aşılacağı gibi cevabını arayan bir sürü soru var.
Bakalım “Yüzyılın projesi”, “Arap NATO’su” da bu toplantıda konuşulacak mı? Çin, Rusya, İsrail, Mısır, Yemen, Körfezdeki durum, Irak gündem olacak mı? Kendilerini “Dünyanın jandarması” olarak gördüklerine göre, Afrika, Asya, Latin Amerika’yı da konuşacaklar demektir.
SSCB’nin dağılmasından sonra “İslamofobi” denilen şey ilk NATO toplantısında Margaret Thatcher tarafından dile getirilmişti. Komünizm dağıldığına göre, tehlikenin rengi de değişmeliydi. Ve tehlikenin rengi belli idi: Yeşil. Yani İslam.. İlk işaret fişeği, Selman Rüşti’nin “Şeytan Ayetleri” ile başladı. Hedefte “İran devrimi” vardı. Aslında hedefte İran’ın şahsında İslam dünyası hedef alınıyordu.
Afganistan’da Rusya’ya karşı direnen mücahid hareketi, Rusların Laden ve El Kaide üzerinden yenilgiye uğratılmalarının ardından, diğer İslami direniş hareketleri hedef gösterildi ve ardından Selefi-Sufi ayrışması yaşandı.
El Kaide “Made in CIA” idi, zamanla DAEŞ’e dönüşürken “Made in England” oldu. İran ve Irak operasyonu başta “Made in EU” iken, Halkın Mücahidleri üzerinden İran’da ve İkiz Kulelerin vurulması ile Irak’ta ABD fiilen sürece müdahale etti.
ABD dur durak bilmedi, NATO içinde “Batı değerler sistemini korumak ve geliştirmek” için ve Batı değerlerine yönelik tehditlere karşı savaşmak üzere, MI6’in öncülüğünde NATO içinde “BÇG” türü yapılar oluşturuldu. İslamofobi bir “Derin NATO” projesidir. CIA ise “İslam’a karşı havuç” politikası ile kaleyi içeriden fethetmek ve batı değerler sistemi ile uyumlu bir İslam anlayışını hayata geçirmek üzere, “eski elemanları” Fetullah Gülen üzerinden bugün FETÖ diye bildiğimiz yapıyı örgütledi. Demokrasiye giden yolda önce “Medeniyetlerarası çatışma”yı durdurmak ve “Tarihin sonu”na kadar uzayacak yeni bir medeniyetin inşası için kolları sıvamak gerekiyordu. Bu sürecin siyasi ve askeri ayağında ise BOP olacaktı! Bu proje çerçevesinde ilk etapta, içinde bulunduğumuz bölgede 22 ülkenin sınır, rejim ve iktidar yapıları değiştirilecekti.
Bunlar bilinmeyen şeyler değil. Türkiye’nin NATO ile ilişkileri başından beri hep sorunlu olmuştur. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “NATO ideallerine ve devam etmekte olan misyonlarına inanıyoruz” dese de bunlar diplomatik sözler. Kore’ye nasıl gittik, Domuzlar Körfezi çıkarmasında Türkiye ile Küba nasıl takas edildi, TSK nasıl batının “ucuz asker deposu” olarak kullanıldı. Türkiye nasıl bir savaş paratoneri, sıçrama tahtası olarak kullanılmak istendi, bunlar gizli şeyler değil artık. NATO ülkelerinin PKK-PYD, DHKP-C ve FETÖ’ye verdikleri destek de sır değil. Altun, zirve öncesi açıklamasında, “Türkiye’nin 1952’de NATO’ya katılarak dünyanın birçok kritik noktasında görev yaptığını, 70 yıla yakındır Batı için vazgeçilmez bir müttefik olduğunu ve buna devam edeceğini” söylerken, Beştepe sözcüsü İbrahim Kalın, “Türkiye’nin NATO’nun 2. büyük ordusu olduğuna atıfta bulunarak, AB’ye tam üyelik arzusunu dile getirse de, “Müttefikler, Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik tehditleri ciddiye almalı ve bu tehditlerin üstesinden gelmek için ortaklaşa çalışmalıdır” dese de, “diplomatik nezaket” kurallarına uygun hareket etse de, gerçek apaçık ortada: FETÖ de, PKK da, BÇG de, DAEŞ de aslında NATO’nun bilgisi, desteği dışındaki yapılar değildir. Gerçek aslında bunlardan ibaret de değildir. Kalkancı’nın izini sürerseniz ya da Evrenesoğlu’nun, kimi cemaat, siyaset, bürokrat, işadamı, STK yöneticisi, terör örgütü lideri ya da gazeteci, sanatçının ayak izlerini takip ederseniz yolunuz sonunda Washington’a, Londra’ya, Paris’e, Berlin’e, Roma’ya, Tel Aviv’e çıkacaktır. Bunlar bilinmeyen şeyler değildir.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Türkiye hakkındaki sözleri aslında diğer üyelerin gizledikleri niyetlerini açıklamaktadır. Tek fark, Macron; Altun ve Kalın gibi diplomatik bir dil kullanmamıştır. Aksi bir dil “haddini aşan açıklamalar” olarak anlaşıldığı için “gerçek dışılık” itibar vesilesi olmaktadır.
Öte yandan; Altun’un son açıklamaları, ılımlı mesajların arkasında Ankara’nın beklentilerinin ne olduğunu gözler önüne sermektedir: “NATO’nun üye devletlerin endişelerine çözüm üretmesi gerektiğini “belirten Altun, “Üye ülkelerin endişelerinin kabul edilmediği takdirde ittifakın zayıflayacağını ve NATO’ya olan güvenin azalacağını” ifade etmektedir.
Bu zirvede Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları da tartışıldı, Ege de, Kıbrıs konusunda gündeme gelmiş olmalıdır. Türkiye’nin sınır güvenliği tartışmalarının gölgesinde bir NATO zirvesi gerçekleştiriliyor. İlk gelen haberler 4’lü zirvede çatışmaların durdurulması yönünde bir karar alındığını gösteriyor. Tabii önemli olan bunun alana nasıl yansıyacağı..
NATO Londra Deklarasyonu yayınlandı. Deklarasyona göre her şey yolunda. İlk gelen bilgiler şöyle: Terörizm bütün türleri ve tezahürleriyle hepimiz için tehdit olmaya devam ediyor. Ama öte yandan Pentagon PYD’yi terör örgütü olarak görmediklerini açıklıyor. Çin’in artan nüfuzu ve uluslararası politikalarının ortaya çıkardığı fırsat ve riskleri ittifak olarak birlikte değerlendirip ortak politikalar gerçekleştirecekler. ABD dışındaki müttefiklerin savunma harcamaları 5 yıldır artıyor. Savunmaya 130 milyar dolardan fazla yatırım yapıldı. Bu çerçevede NATO’nun da güçlendirilmeye ihtiyacı var. Erdoğan’ın NATO liderler zirvesinde Trump’la görüşmesi de olumlu geçmiş. “Türkiye’nin NATO’daki taahhütlerini yerine getirmesinin önemi, ticaret hacmini 100 milyar dolara çıkararak ticari ilişkilerin güçlendirilmesi, bölgesel güvenlik sorunları ve enerji güvenliği” konularında görüş alışverişinde bulunulmuş. Yazıyı gazeteye gönderirken deklarasyonun tamamı henüz gelmemişti. Son durum böyle idi. Selâm ve dua ile.