Önce fiyat sonra sağlık diyoruz
Dünya kaynaklarını hızla tükettiğimiz gerçeğini düşünürsek tüketici (!) olarak kendimize gelme zamanı geldi de geçiyor bile!
Yemek tarifleri paylaşmak, yemek kültürlerinden bahsetmek, yapıp afiyetle yemek... Hayatın odak noktalarından biri yemek yemek. Peki yerken ne kadar ahlaklıyız? Yediklerimizi nasıl seçiyor, malzemeleri nereden ve hangi kriterlere göre satın alıyoruz? Sadece kendimizi mi düşünüyoruz, yoksa dünya kaynaklarına hassas mıyız? Doğduğu andan itibaren hormonla şişirilen, gün yüzü görmemiş tavukları mı tüketiyoruz, yoksa özgürce çiftliklerde dolaşanları mı? Kimyasalı sebzesine basan, kar için gözü körleşmiş Hasan Bey’in domatesini mi tüketiyoruz? Yoksa mevsiminde üretim yapan, sabırla hasadını bekleyen Ali Bey’in domateslerini mi?
Yapılan bir araştırma sonucuna göre Türkiye’de tüketici sağlıklı ürünlere karşı oldukça hassas. Ancak aynı araştırmaya göre ilginç olan satın alırken bu hassasiyet devre dışı kalıyor. Devletin; et, balık, sebze gibi ürünlerle ilgili yeni yasa düzenlemeleri umut veriyor ama asıl iş yine tüketicide! Nasıl mı? Geçen hafta Unilever’in merkezi Heilborn’daydık. Knorr markası olarak bize ‘sürdürülebilir tarım’ ile ilgili yol haritalarından bahsettiler.
Endüstriyel ve teknolojik üretim, hava, su ve toprakta meydana gelen tahribatta büyük paya sahip. Daha fazla büyümek, daha fazla kar etmek için, gıda sektöründe de birçok işlenmiş ürün zaman içinde üretimde, pazarda yerini aldı. Gıda sektöründeki firmalar, ‘Palm yağı’ gibi kullanmayı düşünmeyeceğimiz hatta varlığını bile bilmediğimiz yağları hidrojenize tekniğiyle margarin haline getirdi. Piyasaya çıktıktan seneler sonra da zararlarını görüp, doğada var olmayan bu yapay ürünün sağlıklı olması için yeni teknolojiler geliştirdi. Bu anlattığım hikaye elbette devede kulak ama gıda endüstrisinin yaşadığı süreci anlatması açısından güzel bir örnek. Özellikle de tereyağı ve zeytinyağı cenneti olan Türkiye’de en çok kullanılan yağın margarin olduğunu düşünürsek...
Gıda sektörünün aktörleri şimdilerde sürdürülebilir tarımdan bahsediyor. Bu çok önemli ve dikkate alınması gereken bir gelişme, ayrıca umut verici. Peki sürdürülebilir tarım nedir? Kısaca çevrenin, tarım yapılan toprağın, çiftçilerin, doğal tarım kaynaklarının korunmasını geliştirecek bir uygulama zinciri. Böylelikle tarım yapılan araziden daha fazla ürünü, daha az kaynak kullanarak sağlamış oluyorsunuz. 2010 senesinde rotasını bu yöne çeviren Unilever, bu konuda sivil toplum kuruluşları, kamu kuruluşları ve çiftçilerle hatta rakipleriyle ortak bir çalışma yapılması gerekliliğini savunuyor.
ÖNCE FİYAT SONRA LEZZET DİYORUZ
Raflarındaki ürünler arasında seçim yaparken, doğal kaynaklara özen göstererek üretilmiş olanları tercih etmek, biz tüketicilerin çok hassas olması gereken bir konu. Ayakta kalan, güçlenen şirketlerin bu ahlaka sahip şirketler olması, bırakın bizleri, gelecek nesiller için hayati bir mesele.
Tüketim çılgınlığının doruk noktasındayız. Tüketmek var olmanın amaçlarından biri haline gelmiş durumda. Tüketici ise piyasanın en büyük gücü. Ürünlere yön veren her zaman talepler. Bu talebin nasıl yaratıldığı ayrı bir tartışma konusu ancak tersinden bir okumayla bu güç olumlu olarak da kullanılabilir yani bilinçli tüketen bireyler olarak daha duyarlı alışveriş yapmamız gerekli. Biliniyor ki marketten bir ürüne elimizi uzatırken dört kriter bizi etkiliyor: Ürünün doğallığı, kolay olması, lezzeti ve fiyatı. Yapılan bir araştırmaya göre tüketici kriteri öncelikli olarak her zaman ‘fiyat’. Ardından lezzet, kolaylık ve maalesef en sonunda sağlıklı ve doğal olması geliyor. Kendi sağlığımıza önem vermiyor olmayı anlamak zor ama mesele sadece biz de değiliz ki. Gelecek nesillerden de sorumluyuz.
Unilever’in politikası tüm markalarıyla artık bu eksendeymiş. 2020 yılına kadar ürünlerinin çevresel ayak izini yarı yarıya azaltmak ve tarımsal hammaddelerinin yüzde 100’ünü sürdürülebilir kaynaklardan tedarik etmek hedefleri. Sürdürülebilir tarım uygulamaları için çiftçinin eğitimine de destek veriyorlar. Her yıl dünyada 1.2 milyon ton sebze ve meyve alımı yaparak yılda 12 milyar paket ürün satan bir markadan bahsediyoruz. 65 bin hektar tarım arazisiyle dünyanın en büyük sebze alıcıları arasında yer alan ve 40 ülkede pazar lideri olan Knorr’un sürdürülebilirlik zincirinde başı çekiyor olması bir şeylerin doğru gitmesi konusunda doğaya büyük bir güç sağlayacak gibi.
BALIK YEMESEK ÖLÜR MÜYÜZ?
Sadece yumurtasını bırakmayanlardan bahsediyorum elbette. Yoksa mümkün mü “Yeme” demek! Geçtiğimiz hafta avlanma yasağı bitti ama yeni yönetmelikler bazı balıkçıları mutsuz etti. Kazan kaynadı, kaynamaya da devam edecek gibi. Kısa sürede talan etmek, yiyip, bitirmek işte böyle bir şey.
Bu yasaya olumlu bakan eski balıkçılar asla konumuz değil. Onlar memnun çünkü denizin kadrini kıymetini biliyorlar. Mutsuz olanlar büyük yatırım yapan firmalar. Neden? Çünkü daha sığ denizde, daha küçük balıkları yakalamak dururken 24 metreye çıkan derinlikte büyük balık bulamıyorlar. Balık mı kaldı ki bulacaksınız? Bu yasa düzenlenmemiş olsaydı şu ana kadar serbest olan 14 metre derinlikte de zaten birkaç sene içinde balık malık kalmayacaktı. Bindiğin dalı kesmek bu değildir de nedir?
Bu körlüğü engellemek ve açgözlülüğü kendine getirmek de tamamen tüketicinin elinde. Devlet, sivil toplum kuruluşlarının da bastırmasıyla doğru adımlar atıyor ama onu desteklemek tüketicinin elinde. Tüketici doğru tüketirse, aldığı balıkların yasal büyükte olmasına dikkat ederse, denizlerimiz üç-dört sene sonra kendini toparlayabilecek. İstenilen fazla bir şey değil, sadece biraz sabır ve akıl... İhbarcılığı sevmem ama sürdürülebilir balıkçılığa tüketici ekseninin katkısı için ALO 174 ihbar hattını aramaktan çekinmeyin!
TARIM ALANLARI AZALIYOR DÜNYA NÜFUSU ARTIYOR
Ekolojik ayak izi ölçümlerine göre dünyadaki herkes bir Kuzey Amerikalı kadar tüketse beş, bir Avrupalı kadar tüketse üç, Türkiye’deki insanlar gibi yaşarsa iki gezegene ihtiyaç olacak.
Gıda üretimimiz, çeşitli biçimlerde gezegenin doğal kaynakları üzerinde baskı yaratıyor. Son otuz yılda dünya üzerindeki doğal kaynakların üçte biri insanlar tarafından tüketildi.
Tarım alanları azalırken dünya nüfusu hızla artıyor: Üç yılda bir Endonezya gibi bir ülke, altı haftada ise Pekin nüfusu kadar bir nüfus dünyaya dahil oluyor.
Denizlerdeki balıklar, atmosferdeki karbondioksiti yok eden ormanlar ve temiz su kaynakları hızla tüketiliyor. Raporun bulgularına göre 350 memeli, kuş, balık ve sürüngen türü de soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya.
Dünya su kaynaklarının yüzde 70’i tarımda kullanılıyor.