Sevgili Pelosi
Solcular genelde, ya kendi dışındakileri eleştirirler, ya da, başkalarını eleştirmedikleri zaman kendi arkadaşlarını eleştirirler. Hep eleştirirler.. Devrimcilikleri hiç bitmez, hep devirirler.. Ama kendilerinden birini eleştirirken, eleştirdikleri kişinin adından önce “Sevgili” diye başlarlar.
Ben solcu değilim. Solcu değilseniz sağcı’sınız demek de doğru değil, çünkü bu “iki”den birini seçmek zorunda değilsiniz. Ben sağcı da değilim. Ha, o zaman “futbolcu”sun. Gençliğimde öyle idi, biri sağcı da değil, solcu da değilse, “futbolcu”dur.
Mumcu ile bir panelde idik, birileri aradan bağırdı, “Aşırı sağa da, aşırı sola da karşıyız”. Mumcu solcu, ben de sağcı olmuş oluyorum onun gözünde! Mumcu mikrofonu aldı, “ben de aşırı ortaya karşıyım” dedi.! Ne günlerdi. “Aşırı orta” nasıl olunur, yüzde kaç sağ, yüzde kaç sol katmak gerek! Biraz Marks, biraz Adam Simith, biraz Milliyetçilik, biraz maneviyat, biraz minare gölgesi, biraz davul tozu.. Yine Mumcu, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşını tanımlarken şöyle demişti: “İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza mahkemeleri usulü yasasınca yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir.” Ne kadar “yerli” ve “Milli” değil mi?
“Bir başkadır benim memleketim” derken dilimin ucunda; müziği Ayten Alpman tarafından seslendirilen “Memleketim” şarkısı.. İşe bakar mısınız, bu şarkının müziği aslında «Rebbe Elimelech” isimli geleneksel bir Yahudi ezgisidir ve Kudüs’ü anlatır.
İngiltere’de hepsi de kraliyet yanlısı, işçiler ve patronlar parlamentonun sağ ve sol tarafına oturunca biz de sağcı ve solcu oluyoruz. Demirel fötr şapka giyiyor, Ecevit ortanın solunda ya, o da kasket giyecektir!
İşçiler solcu, köylüler sağcı olarak, fakirler solcu, zenginler sağcı, ırgatlar solcu, ağalar sağcı! Adamlar ne kralı tanır ne kraliçeyi, ne sağı bilir, ne solu. Biri ekmek derdinde, biri han hamam!
Birileri gelir, ağanın çocuğunu koleje, işçinin ve köylünün çocuğunu alır dindarsa İmam-Hatibe, değilse köy enstitüsüne. Dindarını da, Laik’ini de kendi yetiştirecek. İstediği zaman bu ikisini birbirine karşı kışkırtarak o nev-i şahsına münhasır cici demokrasiye balans ayarı yapacaklar. Yani işin Türkçesi, aynı ülkenin çocuklarını dini, etnik, ideolojik, politik, felsefi ve vicdani kanaat farklılıklarına göre ayrıştırıp, sonra onları birbirine kırdırarak, onların kanları ve gözyaşları üzerine kendilerine iktidar ve servet üretmek isteyen birileri var.
İşte “Sevgili Pelosi” burada devreye giriyor ve diyor ki; “Trump’a hatırlatıyorum: Kuzey Kore’de değilsiniz. Türkiye’de değilsiniz, Rusya’da değilsiniz, Suudi Arabistan’da değilsiniz. ABD’desiniz ve burası bir demokrasi.”
Kim bu hatun kişi, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi. Bunu niye söylüyor: Trump, seçimleri kaybetmesi halinde barışçıl bir devir teslimi taahhüdünde bulunmamış.
Şimdi Nancy Pelosi ablaya birkaç şey sormak gerek:
- Cici Demokrasiniz’in suyu mu çıktı. Hani Demokrasi kavramlar ve kurumlar rejimi idi ve demokrasilerde çözüm tükenmezdi! Biz Amerikan Demokrasi’sinin arka bahçesini de biliriz, Derin gerçeklerini de! Sahi bu işler şimdi nasıl bu noktaya geldi. Kennedy’i kim öldürmüştü. Trump “gitmeyeceğim” diyorsa kime güveniyor! Sahi Covid’i geçtik, şu bir Siyahi’nin polis tarafından öldürülmesi ile başlayan olaylar nasıl bu noktaya geldi. ANTİFA filan ne oluyor! FETÖ ile nasıl kol kola girdiniz, PKK ve PYD ile kanka oluverdiniz! Anlaşılan sizin demokrasinizde çıkarınız söz konusu olduğunda her şey mümkün!
- Kuzey Kore ve Rusya’yı geçelim de, Türkiye ve Suudi Arabistan konusunda, buralar da siz ne dediniz de olmadı. Türkiye’de on yılda bir darbe yapıyordunuz, son denemeniz 15 Temmuz’da gerçekleşti. Suudi Arabistan’da Veliahd prens, Kushner ne derse onu yapıyor! Suudilerin rejimi sizin eseriniz değil mi? Gezi’de de “sizin iyi çocuklar” iş başındaydı!
Sanırım Pelosi, “şecaat arzederken ağzından sirkatin kaçırmış”. Bu işlerin nasıl olduğunu bilmiyor olamaz. Bunlar hem suçlu, hem güçlü olunca böyle davranabiliyorlar.
Biz “Tarihin sonu”na gelirken, “Amerikan rüyasının sonu”nu da görüyoruz. “Amerikan rüyası” dedikleri, Kızılderililerin kanları, kara derililerin gözyaşları, sarı ırkın, hatta bütün mazlum halkların çalınan alın terlerinden elde edilen zenginliğin kışkırtıcı hayalleri idi aslında. Kan ve gözyaşı ile geldiler, öyle devam ettiler, arkalarında ilkini aratacak bir kan, gözyaşı bırakarak veda etmeye hazırlanıyorlar.. Kızılderili reis Seatle’nin dediği belki de bu topraklarda onlar kadar bile uzun ömürlü olamayacaklardır. Hem de arkalarında kan, gözyaşı ve bir enkaz bırakarak. Zira bu dünya etme bulma dünyasıdır. “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” denmiştir. “Zulm ile abad olunmaz” denmiştir. Ve “zalimlere yardım etmeyin, sonra o ateş size de dokunur” denmiştir.
“Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir” ve “Bir insanı dirilten, bütün insanlığı diriltmiş gibidir. Ölen insanla birlikte, onun gözünde bütün insanlıkta ölmüştür zira. Hayata doğan her canlının o bakışında canlanır hayat yeniden ve bir kez daha!
“Haksızlıklar karşısında susanlardan olmayalım” diye, selam ve dua ile!