Ve şiddete karşı olmak!
Bakıyorum, herkes şiddete karşı. Ne oldu, haksızlıklar karşısında bir olaya elinizle müdahale etmekten vaz mı geçtiniz, cici Müslümanlar!?
Son Cuma’da da hutbenin konusu şiddetti. Tamam hepimiz “Pasifistiz”. “Kahrool düşman, ayol”. Askerler terhis edilsin, polis teşkilatı da. Ne o “savunma sanayi filan”. Sahi o operasyonlar ne öyle, o Şehadet övgüsü!?
Kadının bedeni algı operasyonları için birilerinin elinde en iyi media. “Kadına şiddet”le başladılar ya, “çocuğa şiddet”, “hayvana şiddet”le devam ediyorlar. “Ilımlı İslamcılar” için “Cihad” çok “hard” kaçıyor. “Milli Mücadele”, “Milli Mücahede” de öyle.
Benim AK Parti ile ilgili davaya iki avukat hanım katıldı. Onlar “Kadına şiddete hayır” cemaatinden. Zulüm nitelikli bir şiddet söz konusu ise, hatta şiddet olmadan da baskı kurulabilir kişi/ler üzerinde.. Şiddetin kimden geldiği, kime yönelik olduğu önemli mi?
-Bir Müslüman bir gayri Müslümana zulmediyorsa, ben mazlumdan yanayım, Ben Müslümanım, Müslümancı değil.
-Bir insan hayvana zulmediyorsa, ben insancı değilim, hayvandan yanayım.
-Bir erkek kadına, kadın erkeğe, ya da kadın kadına, erkek erkeğe zulmediyorsa ben mazlumdan yanayım. Gelinden ya da kaynanadan, karı-kocadan yana değil, kayınpeder ya da damattan yana olmak değil haklıdan yana olabiliyor musunuz? Kürt ya da Türk olmak değil, hemşehricilik değil, ya hu insanlar için futbol taraftarlığı, partizanlık “ölümüne” bir mesele. Parti, lider, ideoloji deseniz “öl de ölelim, vur de vuralım”. Bakın bu onları İlah ve Rab edinmek demektir. Allah bizden adil şahidler olmamızı istiyor. Haklıdan yana, haksıza karşı olmamızı istiyor. Sessiz kalanları “dilsiz şeytan” olmakla suçluyor bu din. Bir kavme olan düşmanlığımızın bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemesi gerektiğini söylüyor.
Sadece açık zulüm değil, işi ehline vermemek de, istişare ve şûra yapmadan hüküm vermek de zulümdür aslında. Riba da zulümdür, enflasyon da, devalüasyon da zulümdür.
Adalet yoksa zulüm vardır.
Ben bir haksızlık gördüğümde, önce yapabiliyorsam, eminsem elimle müdahale edeceğim. Değilse olayın şiddetine uygun bir şiddetle dilimle karşı çıkacağım. Onu da yapamıyorsam kalbimle, o haksızlığa, o zulme karşı buğz edeceğim. Surat asacağım. Kaldı ki, bu imanı en zayıf olanlar içindir! Yani her zaman “Hoşgörü” yok. Hoş görmeyeceğimiz şeyler de var. “Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.” Allah yarattı diye, her yaratılanı hoş görmeyeceğiz, kendimiz açısından, hayır da, şer de, Şeytan da Allah’ın iradesi içindedir. Biz Allah’ın rızasından sorumluyuz.
Arapça’da “güç ve gayret sarf etmek, bir işi başarmak için elinden gelen bütün imkânları kullanmak” mânasındaki “cehd” kökünden türeyen “cihad” dan söz ediyoruz.
Cihad Kur’ân-ı Kerîm’de isim olarak dört, bundan türeyen fiil şeklinde yirmi dört yerde geçmektedir; “cihad eden” anlamındaki mücahid ise iki âyette zikredilmiştir
Cihat, çeşitli türevleriyle Kur’an’da ve Hz. Peygamber’in hadislerinde sık kullanılan bir kelimedir. Kur’ân-ı Kerîm’de isim olarak 4 yerde, 76 bundan türeyen fiil olarak yirmiden fazla yerde, 77 cihat eden anlamındaki mücahid 78 ise iki yerde geçmektedir.
“Bin yılların dilemması tüm haşmetiyle sürüyor.. İslam dışında öbür tüm dinler şiddet sorununu çözdü.. İslam dışında tüm dinler şiddeti dışladı ve İslam dışında tüm dinler kamusal alandan çekilmeyi kabullendi. Toplum laikleşti, devlet düzeni de sekülerleşti.. Önce DİNDE REFORM, sonra Bilimsel devrimler ve AYDINLANMA yaşandı. Sorun kimin, sorun kimde ve nasıl çözülecek??” Şimdi sıra “Tanrıyı tedavülden kaldırma”ya geldi.
“İslam barış dini, hoşgörü/Hüsnü zan/Tahammül, Sabır ve savaş dinidir de. Şehidlik ne oluyor. İslam sadece “barış dini” ise, Kur’ân-ı Kerim’deki “savaş ve cihad ayetleri”ne oluyor?. İslam tek başına “savaş dini” de değil elbette. İslam en temelinde, Adalet, Barış ve Hürriyeti yücelten bir dindir. Ama bunların, her konuda olduğu gibi İslam’a göre bir anlamı ve çerçevesi vardır. Evet “(…) sormak istiyorum: Müslüman Kur’an’ın tamamına muhatapken, savaşmayan bir Müslüman tipi, Kur’an’ın önerdiği bir Müslüman tipi olabilir mi? Bu Kur’ani gerçeklerin yanında, “Ben rahmet ve savaş peygamberiyim” buyuran Rasulullah (sav)’in, 10 yıllık Medine hayatında 25 kez bizzat savaşa iştirak ettiği, 50 de seriyye gönderdiği biliniyor.
İslam, SLM kökünden “Barışa giden yol” anlamına geliyor. “Selam” da, Cenab-ı Allah (cc)’ın bir diğer adı. O da selam demek. Allah’la barışa giden yol, insanın aklı ile vijdanının barışı ile başlar. İlk barış budur. İkinci barış, insanın insanla barışıdır. 3. barış yaratılış gayesine uygun yaşaması, yani fıtratla, tabiatla, hava, su, toprakla barışması ile sonuçlanır. Bu 3 barış, insanı Allah’la barışa götürecektir. Değilse insan Allah’la savaştadır.
Hiç olmazsa hutbelerde kelimeler, kavramlar, kurumlar konusunda daha dikkatli olsak.
Camilerde, inşallah şu maske zulmüne de bir son verilir. İnsanlar hâlâ saflarda normal düzene geçemediler. Zaten herkes kendi seccadesini kendi getirmiş, üstünde bir yere gitmek istemiyor. Bu tür baskılara karşı cami cemaati daha hassas ve dinamik olması gerekirken, maalesef bu baskılar karşısında en ılımlı, uysal kesim cami cemaati oldu.
Hani Hakkın ve halkın, gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olacaktık. Yanlış bir “itaat kültü” isyanda da itaatte de olmamız gereken, vahyin çerçevesini çizdiği yerin dışına savuruyor. Usul ve esasa uygun olmayan hiçbir söz ve iş bizi bağlamaz. Hukuka uygun olmayan bir emre itaat, emri verenle suç ortağı olmak demektir. Bu anlamda hukuka uygun olmayan yasa da suç aletidir. Masiyette itaat yoktur. Zalimler karşısında hakkı söylemek cihaddır. Allah cahil ve zalim bir topluluğa yardım etmez. O zaman biz onlardan olmayalım inşallah.
Selâm ve dua ile.