Ya Devlet Aklı Global Statükoya Teslim Olursa
İslâm dünyası bütün çağları boyunca mezhep kavgalarına sahne oldu.
Olmadı değil…
Mezhep kavgalarının yeniden körüklendiği günümüzde İslam coğrafyasının yeniden ve yeni savaş teknikleriyle –bunlardan son zamanlarda yaygın olarak kullanılanı ise vekalet savaşları- mezhep çatışmalarına sahne olmasını temin etmek, global statükonun belli başlı amaçlarından biri haline gelmişe benziyor.
Mezhep savaşları civarımızda cereyan edecek belli…
İran ile Suudi Arabistan arasındaki siyasi ve diplomasi ötesi kriz bir büyük savaşa kapı aralar mı bilemeyiz ama böyle bir savaşın Türkiye’yi de etkilememesi düşünülemez.
Bunda bizim Alevi Sünni çatışmasının bir türlü çıkmaması temin eden sosyal psikolojik kodlarımızın etkili olduğuna kuşku yok. Türkiye elbette ki mezhep çatışmalarına sürüklenmez.
Bu 12 Eylül’de devlet aklına ve global statüko ile iş tutmuş darbecilere rağmen gerçekleşmedi.
Kafes filminde işlediğimiz gibi Eylem Planı 3 vesikasının ardında yatan gerçek buydu.
İhsan Başkan’ın hasta yatağından doğrulmaya çalışan Mehmet Sipahi’ye verdiği cevapta olduğu gibi:
Mehmet Sipahi: “Eylem Planı 3, ilk ikisi neydi peki?”
İhsan: “Onları yaşadık…”
Onlardan biri Alevi-Sünni çatışmalarının körüklendiği Maraş, Sivas ve Çorum olayları…
Handiyse iç savaş manzarası… Ama yine de halkın kültürel kodlarını kullananlar onu tam bir çatışmaya yöneltemediler.
Sadece ihtilale giden süreci hızlandırdılar.
Bazı yazarlar yazıyor, Türkiye’de mezhep çatışmaları olmaz diye…
“Hiçbir güç Türkiye’de mezhep kavgası çıkaramaz” (Kenan Akın, Yeniçağ, 11 Ocak 2016) diye…
Doğru ben de öyle ümit ediyorum.
ÖNCEKİ ACI TECRÜBELER NE SÖYLÜYOR?
Fakat devlet aklı ve global statükoya yaslanan akıldaneler onay verirse neden denenmesin?
Bu yakın zamanda da olmuştu.
Türkiye “Kürt sorununu tanıyorum, tanıyacağım”, filan lakırdıları arasında Demirel’den Özal’a, Özal’dan Mesut Yılmaz’a ve daha sonra bir kez daha Demirel’e hep Kürt sorununu tanıyorum resmi açıklamaları ile malul.
Sonunda global statükoyu ve içindeki etnik bölücüleri kandırmaya çalışan üst akıl ne yazık ki korkunç bir akıl tutulmasıyla suçluluk psikolojisinin hem devlet kademelerinde hem toplum nezdinde yayılmasına ön ayak oldu.
Sonra da Kürt sorununun çözümü babında Henri Barkey ile David Phillips’in tezlerine akıllarını devrettiler.
“Devlet sorunu tanımalıdır” çözümlemesi geçen zamanla devlet aklı olarak tebellür etti.
Devlete sorun tanıtıldıktan sonra ve devlet taraflardan biri haline geldikçe iç savaş eşiğine geldik. Hendekler, bariyerler ve sonunda Kobani gibi Diyarbakır Sur ilçesi…
Şimdi global statüko bölgesel bir çatışma ortamı hazırlıyor. Mezhep çatışması için iki simge isim Suudi ve Molla biri birine girdiriliyor.
Ne olur ki en fazla?
Diyelim İran tankları Mekke’yi işgal etti.
Bütün Sünni âlem “din elden gitti” diye bakabilir miyiz?
Niye gitsin ki?
Netice itibariyle Vahabi saltanatı yıkılacak ve onunla birlikte zaten Cenab-i Hakkın emin ilan ettiği Harem - Mekke ve Medine’deki yanlış yapılaşma yerle bir olacak. Olmasın mı? Vinçleri oraya sokan ve Kâbe’yi mahzunlaştıran, onu turistik bir meta haline getiren zihniyetin çevre bilincine erişene kadar yani Allah’ı kitabında yanlış ilan etme suçlamasından kurtarmaya kadar ne olursa zaten Allah’ın iradesi ile olmayacak mı? Kader ve külli irade niçin tahrip edilen çevrenin yeniden tanzimi için bir fırsat yaratmasın?
Ya İran’da bir rejim değişikliği…
Ne olur, kötü mü olur?
Global statüko bağnaz ve köktenci kaygıları kullanmak istiyor.
Sünni korkuları…
Alevi korkuları…
Korkak olanın daha fazla saldırgan olması gibi bir tabii refleksi…
GLOBAL STATÜKONUN TEZGAHLARINI BOŞA ÇIKARACAK BİR DEVLET HÜNERİ VAR MI?
Türkiye’de basit alışkanlıkla stratejistler ve operasyonel istihbaratçılar, her zaman alevi sünni çatışması zemininin kolaylığından dem vururlar ve gereksiz yere yerli yabancı operasyoncuları meşgul ederler, fazla mesaiye zorlarlar.
Böyle bir çatışma potansiyeli var gibi gözükse de; bugünkü Türkiye’nin sadece kendi iç zemini, söz konusu çatışmayı derin bir kavgaya dönüştürebilir mi? Yani yabancı güçler devreye girmeden bu kotarılabilir mi?
Bu asla mühim ve mümkün değildir.
Nasıl mı?
Bir kere Türkiye’deki Aleviliğin Şia ile hiçbir ünsiyeti yoktur.
Ayrıca modern Türkiye özlemleri ve kazanımları ile Alevi cemaatleri arasında gelenekselleşmiş bir altyapı vardır, kabuller vardır, yaşama biçimleri vardır, kültürel hayat vardır.
İkincisi de İslamcı diye bilinen ve daha çok da Sünni geleneği temsil eden mahfillerin, siyasilerin ve iş dünyasının aslında beklenti ve kazanımları ile bu gerçeğin örtüştüğüdür. Yani onlar da modern Türkiye özleminde ve alışkanlığındadırlar. Aşırı dini söylemler onları da rahatsız etmektedir.
Aşırı dini söylemlerden kastım dindarlıkla alakalı değil, ondan çağdaş bir sapma olan IŞİD benzeri köktencilik ve radikalizm hastalığıdır.
Evet, Türkiye’de bir mezhep çatışması potansiyeli yoktur.
Fakat 12 Eylül öncesi proje ve beklentilerle provokasyonların mercii, eğer isterse, tıpkı Kürt Sorunu çözüm sürecindeki gibi devlet aklını ve teşkilatını ‘Devlet bu sorunda taraflardan biri olmalıdır’ tezine getiren (David ve Henri) global akla payanda olmak zorunda kalabilir. İşte o zaman mezhep çatışmalarında Türkiye Suriye konusunda olduğu gibi tahmin edemeyeceği çatışma alanlarını içinde bulabilir. Sosyal psikolojik alt yapımız ve halkımızdaki barışçı temellere rağmen bu olabilir.
Bunu şimdiden bertaraf edebilmek hünerdir.
Bu hünere sahip mi devletimiz?