“ALLAH” İNANCIMIZI TAZELEYİP GÜNCELLİYOR MUYUZ?
Beş vakit namazın her gün 24 saatin içine belli aralıklarla niçin serpiştirildiğini hiç düşündük mü? Beşini birden akşama halletsek olur mu? Acaba niçin olmaz! Düşünmeye değmez mi?
Atalarımız ne güzel sözler bırakmışlar bizlere! “İşleyen demir pas tutmaz” veya “ İşleyen demir ışıldar” diye…
Biz bazen sanki Müslüman olarak öleceğimiz garanti gibi düşünüyoruz. Hâlbuki öyle bir şey yok. Hiç kimsenin yok.
Yani şöyle diyebiliriz: Şu anda gayr-ı Müslim olan biri dönüp Müslüman olarak Cennet’e girerken, Müslüman olan bizler dinden çıkıp Cehennem’e girebiliriz. Bu korku ve endişeyi her zaman muhafaza etmeliyiz ki, beş vakit namazın bir hikmetini anlamış olalım.
Konuyla ilgili Hz. Ömer’in şu sözü çok manidardır. Diyor ki Hz. Ömer “Deseler ki, dünyada bir kişi Cehennem’e gidecek, korkuyorum ki ben o olabilirim. Yine deseler ki dünyada bir kişi Cennet’e girecek, yine ümidim var ki, o ben olabilirim.”
İşte insanı “İMAN” konusunda uyanık tutan ve devamlı araştırmaya ve ibadete sevk eden müthiş bir denge! Bu ölçüye dinimizde HAVF ve RECA dengesi denir. Yani insan her zaman Havf(Korku) ve Reca(Ümit) arasında bulunmak durumundadır. Kim olursak olalım, hangi makamda bulunursak bulunalım böyledir. Yoksa “biz zaten Allah’a inanıyoruz” deyip de marifetullah (Allah’ı tanımak) yolculuğunda geri kalmak büyük tehlikedir.
Hele de Allah inancı, devamlı yenilemeye ihtiyacı olan ve her an sönmeye müsait bir inanıştır. Bu inancımızı devamlı diri ve canlı tutmak durumundayız. Allah korusun sinemizden çıkar gider, farkında bile olmayız.
Allah inancımızı nasıl diri ve canlı tutabiliriz? İşte ibadet ve tefekkürün önemi bu noktada ortaya çıkıyor. HAVF ve RECA dengesini korumaz isek, sık sık karşımıza çıkan ibadetlerimize bir anlam veremeyiz. Anlam yükleyemediğimiz bir konuya da önem vermeyiz. Dolayısıyla yolculukta yakıt ikmali yapmayan sürücü gibi yolda kalır ve pişmanlık bile fayda vermeyecek noktalara gelebiliriz.
Bizleri yaratıp bütün kâinattaki nimetlerin odak noktasına koyan ve her an bu nimetleri bize sunmaya devam eden Allah’a karşı inancımız, işlemeyen demir gibi pas tutmaya meyleder. İbadetler de artık bizlere zevk vermemeye başlar. Tabii ki buna şu yaşadığımız dünyadaki hayat şartları da eklenince artık çok çok tehlikeli bir yola girmiş oluruz.
Şöyle de düşünebiliriz. Bizleri ve her şeyi Allah’ın yaratığını ve her şeyi O’nun kontrol ettiğini bir daha iyice düşünmeli, O’nun izni olmadan ağaçtan bir yaprağın bile düşmeyeceğini çok iyi hazmetmeliyiz. Zaman zaman maddi gıdalar aldığımız gibi, manevi vücudumuzun gıdalarını da geciktirmemeliyiz. Onların zamanını da tabii ki bizi yaratan Allah belirliyor. Başka kim belirleyebilir ki…
İşte dünyada bulunmamızın gayesi budur. Bu gayeyi unutmaz isek, dünyevi iş ve meşguliyetler o yolculukta bizlere köstek değil, destek bile olur. Böylece ölümün de, ömürün de hoş olduğunu idrak etmiş oluruz.
Her an bu idrak üzere yaşamayı Cenab-ı Hak hepimize nasip eylesin!