Barzani-Şivan Perwer ve Diyarbakır barışı..
Türkiye ile yakın komşuları arasında yeni bir barış, ortaklık, yükseliş, güç birliği havası oluştu. Sanki; Suriye krizi öncesi dönem yeniden başlatılıyor. İki yıldır esen sert rüzgarlar yumuşuyor, işbirliği alanları yeniden öne çıkarılıyor, tartışmalı konular hafifletiliyor.
Sadece siyasi ilişkiler ya da ekonomik ortaklıklar değil, özellikle kimlikler üzerinden devam eden ayrışmaya karşı ön alma mücadelesi yürütülüyor. Dile getirilmesi bile ürpertici olan ancak ne yazık ki, son yıllarda alabildiğine yayılan mezhep eksenli çatışmaya karşı ortak tavır geliştirmenin yolları aranıyor.
Unutmayalım ki, mezhep eksenli kimlik çatışmasını bir proje olarak Türkiye'de de başlatma yönünde alabildiğine bir çaba var.
Yumuşama sadece Türkiye'de değil.. Irak ve İran'da da kendini hissettiriyor. Suriye meselesi ile ayrışan, adeta düşman ülke olmaya doğru sürüklenen bu ülkeler, büyük felaketin eşiğinden dönmek istercesine 'tehlikenin farkında' olduklarına dair bir görüntü sergiliyor.
ABD-İran yakınlaşması, Türkiye Irak yakınlaşması şu an için en fazla öne çıkan iki alan. Muhtemelen devamı gelecek ve yakınlaşmanın alanı genişletilecek. Eğilim bu yönde seyrediyor.
Aslında bu süreç çok daha ileri düzeydeydi. Suriye krizinin hemen öncesine bakalım: Türkiye ile Irak ve Suriye arasında hiç olmadığı kadar yakınlaşma vardı ve bu ülkeler her alanda ortaklığa doğru gidiyordu. Benzer ortaklıklar Türkiye-Ürdün ve Lübnan arasında da söz konusuydu. Hatta bölge olarak Kuzey Afrika ile de aynı süreç yürütülüyordu. Neredeyse ikili ilişkilerin ötesinde bir 'bölgesel ortaklığın temeli' atılıyordu.
Türk dış politikası açısından tarihin en kapsamlı, en yapıcı girişimlerine tanık oluyorduk. Türkiye, Osmanlı sonrası ilk kez, yakın çevresindeki ülkelerle siyasi ve ekonomik entegrasyona gidiyor, inanılmaz bir güç devşiriyordu.
Ne olduysa Arap Baharı sonrası oldu. Süreç Tunus'ta, Libya'da, Mısır'da başladı. Ardından Suriye'de bölgenin en kanlı savaşlarından biri halini aldı. Türkiye ile Ortadoğu-Kuzey Afrika arasındaki entegrasyon projeleri sıfırlandı, bitti.
Belki de bitirildi. Amacı değilse bile Arap Baharı'nın en önemli sonuçlarından biri; Türkiye'yi yeniden Anadolu'ya hapsedecek, bölge ile bütün ilişkilerini koparacak bölge için cepheler oluşturmasıydı.
Şimdi, Türkiye-Irak ilişkilerindeki yeni hareketliliği bu yüzden heyecanla karşılıyoruz. İlişkilerin mezhepsel ayrışma tehlikesinden ve bu yönde çaba harcayanların elinden kurtarılması yakınlaşmanın ilk adımı olmalıydı ve öyle de oluyor.
Irak Başbakanı Nuri El Maliki'nin Türkiye'ye yakın görünme çabasının arkasında, yaklaşan seçimlerin de etkisi elbette var. Ama sanki bundan daha ileri düzeyde bir arayış söz konusu. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Bağdat, Necef, Kerbela ziyaretleri, Maliki'nin Ankara'ya gelecek olması ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Bağdat ziyareti hızlı bir tempoyu işaret ediyor.
Ankara'nın Kuzey Irak'la ilişkileri uzunca bir süredir sorunsuz gidiyor. Hatta ekonomik ilişkiler olağanüstü boyutlarda. Ankara-Bağdat yakınlaşmasını Ankara-Erbil yakınlığını bozacak bir girişim olarak görmek ya da sunmak talihsizce olur. Tam tersine, bu ikili yakınlaşmaların Erbil-Bağdat arasındaki ilişkilere katkıda bulunması neden mümkün olmasın?
Erdoğan ile Mesut Barzani'nin aralarındaki görüşmeyi Cumartesi günü Diyarbakır'da yapacak olmalarının sembolik anlamı büyük. Görüşmenin İbrahim Tatlıses ve Şivan Perwer'li kutlamaya dönüşmesi, Bağdat'a rağmen bir gösteri değil. Çünkü aynı süreç Bağdat'la da devam ediyor. Bence Erdoğan, Irak'a yapacağı ziyarette, Barzani'yi de alarak Bağdat'a gitmeli ve Maliki ile üçlü bir görüntü vermeli. Türkiye'nin bölgeye bakışındaki esaslı perspektif ancak böyle gösterilebilir.
Barış sürecini boşa çıkarmaya dönük arayışların yoğunluk kazandığı bir dönemde hem barış sürecini güçlendirmek, hem K.Irak ve Bağdat'la yakınlaşmak son derece anlamlı. Şunu bilmeliyiz ki, Türkiye'nin iç barışı sadece Türkiye'de değil, bölgede de yakınlaşmaya kapı aralayacaktır. Aksinin ne olacağını yıllardır hepimiz biliyoruz.
Diyarbakır, aslında barış şehri, kadim kültür ve medeniyet merkezlerinden biri olmasına rağmen hep çatışma ve ayrışma şehri olarak gölgelenmişti. Milliyetçilik, PKK ve çatışmacı politikalar üzerinden şekillenen bu talihsiz algı aslında bu coğrafyanın ruhuna tersti. Çünkü bizim şehirlerimiz her zaman kuşatıcı, kucaklayıcı, birleştirici olmuştu.
Devletlerimiz, ideolojilerimiz, politik görüşlerimiz ayrıştırsa da şehirlerimiz buna ısrarla direnmiş, bu konjonktürel çatışma hallerine son vermeyi ya da onu etkisizleştirmeyi bilmiştir.
Eminim, Şam da bugün Suriye'nin içinde bulunduğu hazin duruma son vermeyi bilecektir. Bütün tarihsel gururuyla, gücüyle, vakarıyla Suriye'nin kurbanlarına ağıtlar yakacak, gerekirse bu ağıtlarla Suriye'yi yeniden birleştirecektir.
Bağdat üzerinden, Diyarbakır üzerinden barış kalıcı olacaktır. Etnik ve mezhep kimliği üzerinden kavgayı tarihe gömecek şekilde, Kardeş Şehirler üzerinden barışa hatta ortaklığa ulaştığımız anda tarihi tersine çevirmeyi başaracağız.
Hep birlikte…