Batı uygarlığının altı hapishanesi
Koronavirüs âfetini derinlemesine anlayabilmek ve âfet sonrasına iyi hazırlanabilmek için, dünya nasıl oldu da bütün insanlığı, tabiatı bir düğmeye basarak yok edecek silahlar üretecek cehennemin eşiğine sürüklendi, sorusunun izini sürmek zorundayız.
Cevabı verilmesi gereken asıl soru bu. Bu soruya hakkıyla cevap verebilmek için Batı uygarlığının ürettiği cehennemi, altı ayrı hapishane metaforuyla açıklayabileceğimizi düşünüyorum.
KİLİSE HAPİSHANESİ’NDEN HÜMANİZM HAPİSHANESİ’NE...
Batı uygarlığının antikitelerden sonra ürettiği ilk hapishane, kilise hapishanesi; ikinci hapishane hümanizm hapishanesi.
Önce şu: Hümanizm, sanıldığı gibi, “insancıllık”, “insan sevgisi” filan değil; insanın tanrılaştırılması. Ve Batı’da hümanizmi zorunlu olarak doğuran şey, Batı’da insanın olmaması, insanın özgür iradesinin kilise tarafından ipotek altına alınmasıydı.
Batı uygarlığı, insanlık düşmanıdır. Hem kilise çağlarında hem de sonrasında.
Doğru; başlangıçta, insanı insanın özgür iradesini ipotek altına alan kiliseden ve kilisenin tanrısından özgürleştirmek için muazzam bir çaba ortaya konuldu.
İnsanın izi sürüldü, antiktelerde. Hümanizm yolculuğunun kökeni de, varlık nedeni de buydu.
Fakat şunu unutmayalım: Modern Batı uygarlığı, hümanizm yolculuğuyla kurulmaya başladı. Hümanizm, insanın özgür iradesini harekete geçirebilmesini mümkün kılan tek yoldu.
Hümanizm yolculuğu, Avrupa insanını kilise hapishanesinden kurtarmak için yola çıkmıştı ama hümanizm hapishanesine tıkamıştı: Bu kez insan tanrılaştırılmıştı; insanın azmanlaşması, dünyayı cehenneme çevirmesi kaçınılmazdı bu sürecin sonuncuda.
SİYASET HAPİSHANESİ’NDEN BİLİM HAPİSHANESİ’NE...
Batı uygarlığının ürettiği üçüncü hapishane, siyaset hapishanesiydi. Batı uygarlığını siyaset hapishanesine dönüştüren şey, ölçüp-biçen, ruhu yok eden, kalbi hiçe sayan aklı kutsamasıydı. Oysa Kant’ı silkeleyip kendine getiren cins adam David Hume’un da dikkat çektiği gibi akıl, tutkuların kölesi’ydi.
Her şeyi akılla açıklama çabası olan bütün akılcılık çabaları, mevcut söylemleri, düzen ve düzenekleri aklamakla sonuçlanır. Modern Batı tarihinde olan tam da budur.
O yüzden Batı uygarlığı, bir soykırım uygarlığı olmuştur: Bütün kıtaları işgal etmiş, bütün medeniyetlerin kökünü kazımış, kendisinden başkasına hayat hakkı tanımamış, tabiatı delik deşik etmiştir. Batı uygarlığı şiddete dayalı bir uygarlık üretti; ontolojik şiddete dayalı, niceliğin ve araçların niteliği ve amaçları devre dışı bıraktığı ruhsuz bir uygarlık.
Bu nedenle Tanrı fikri yok edildi, önce tabiat sonra insan kontrol altına alındı; insan sadece güce, güç üreten araçları üretmeye odaklandı, sonunda gücün ve güç üreten araçların kölesi olup çıktı.
Batı uygarlığı, insanlığın birikimine dolayısıyla insanlığın ortaya koyduğu bu birikimi üreten aklına, kalbine, ruhuna, kısaca insana bir saldırıdır.
ARAÇLAR HAPİSHANESİ’NDEN HAZLAR HAPİSHANESİ’NE...
Bilimin kutsanmasıyla birlikte, sanayi devrimlerinin, insanı “ekonomik insan / homo economicus” olarak tanımlayarak ekonomiye indirgeyen, nesneleştiren saldırısı geldi. Sonuç, insanın araçların kölesine dönüşmesi ve araçlar hapishanesine tıkılması oldu. Bilim, kapitalizme motor oldu, yakıt oldu ama sonunda bu insanlığa çok pahalıya mal oldu!
Batı uygarlığı bu ruhsuz bilimle uzaylara ulaştı ama insana ulaşmayı başaramadı. Tanrısız ve insansız araziye fırlattı insanı: Nihilizm çukuruna kaldırıp attı, gözünün yaşına bakmadan...
Anlam anlamını yitirdi, değer değersizleşti, insan ruhsuzlaştı.
Beşinci hapishane, tüketim hapishanesi oldu. İnsana tükettikçe özgürleşeceği, tükettikçe mutluluğa erişeceği söylendi. Ama yalan söylenmişti insana: İnsan, tükettikçe tükeniyordu; tükettikçe tüketen köleye dönüşüyordu.
Batı uygarlığının neo-liberal kapitalist “peygamberleri” insanın tükettikçe tükendiğini görmekte zorlanmadılar. Bu sürecin sonu, insanın her şeye ama öncelikle de kapitalist Batı hegemonyasına başkaldırması olabilirdi.
Bu görüldü; yeni nesil devrimlerin sosyal başkaldırılar, sosyal hareketler üzerinden, dolayısıyla tabandan geleceği farkedilince, süreci kontrol altına alacak bir narkoz keşfedildi: Dromokrasi. Hız, haz ve ayartının pornografisi, insanı hazlar hapishanesine tıkadı.
Batı uygarlığının sadece kendisini değil bütün insanlığı tıkadığı son hapishane, hazlar hapishanesi, insanı hem algılar imparatorluğunun hem de ertelenemeyen hazlar, arzular ve baştançıkarıcı ayartılar dünyasının azad kabul etmez kölelerine dönüştürdü!
Hümanizm yolculuğuyla başlayan demokratik haklar rejimi, dört insanlık hapishanesi üretti ve sonunda yerini dromokratik hazlar rejimine terketti: İnsanın tanrılaşmasıyla sonuçlanan hümanizm ifratının (abartısının) yerini insanı da, tanrıyı da, tabiatı da devre dışı bırakan, tanrısız, insansız ve ruhsuz bir tür, posthuman tefriti (ayartısı) aldı.
Modern Batı uygarlığı, sadece kendisini değil bütün insanlığı bu beş hapishaneye tıkadı art arda; sonra da sadece insanlığı değil kendisini de tam bir çıkmaz sokağın eşiğine getirip bıraktı.
Çıkış yolu ne?
İslâm’ın önü açık; ama biz tıkıyoruz önünü...
“Nasıl” mı? Bu da, sonraki yazıya artık.