Cüneyt Ülsevere dolaylı cevap
Pazartesi (17 Mart 2009) günkü hürriyet gazetesinin 26. sahifesinde eski arkadaşım (bugün arkadaşlığımız sürmüyor anlamına değil) Cüneyt Ülsever Eser Karakaşa açık mektup başlıklı bir yazı yayınladı.
Cüneyt benle konuşmak istiyorsa İstanbulda olduğum bir akşam beni Boğaz kenarinda bir yere davet eder, bol bol sohbet eder, istediği kadar da tartışırız; eski arkadaşlarımla basın üzerinden konuşmak bana çok anlamlı gelmiyor.
Ancak, Cüneyt basın üzerinden bana açık mektup yazmayı tercih etti ise, bu tercihinin kökeninde herhalde konunun kamusal boyut içermesi yatıyor; ben de bu nedenden, meselenin gerçekten kamusal bir önem taşımasından, aynı konuya bir kez daha girmek durumunda kalıyorum.
Cüneyte mültefit ifadeleri için teşekkür ediyorum ve Boğaz davetini bekliyorum.
Cüneyt Ülseveri kızdırdığını gördüğüm yazıyı 15 Mart Pazar günü Star gazetesinde yayınlamışım.
Yazı Şırnak-Silopi kuyularına merkez medyanın ilgisizliğini konu alıyordu; bu yazıda merkez medya olarak Hürriyet ve Milliyet gazetelerine gönderme yapıyordum ama esas muradım, en azından bir senedir bu konuda yazıyorum, bu iki çok önemli ve köklü gazetenin her geçen gün merkez medya niteliğini yitirmesi idi.
Her üniversite öğretim üyesi, daha doğrusu konuları daha ciddi tartışmak isteyen herkes gibi ben de tanımlara meraklıyım; bu çerçevede merkez medya kavramının da bir tanıma muhtaç olduğunu düşünüyorum.
Günlük tirajın yüksek olması tek başına merkez medya olmak için yeterli değil, olamaz; Hürriyet, Milliyet, Sabah, Posta, Zaman çok okunan gazeteler ama bu özellik merkez medya tanımlaması için olsa olsa gerekli koşul olabilir.
Yeterli koşul ise (bu tartışmaya burada girmeyeceğim) çağın ruhunu bir ölçüde yakalamak olmalı.
2009 Türkiyesinde, NATO üyesi, AB ile katılım müzakerelerini sürdüren, Avrupa Konseyi üyesi bir Türkiyede çağın ruhu, demokrasi, laiklik ve hukuk devleti ilkelerine birlikte, eşanlı ve bir ilkeyi diğerinden daha önemli saymadan, birinden diğeri lehine feragat etmeden savunmak olmalıdır.
Merkez medya diye adlandırılabilecek bir kurumsallaşma varsa bu kurumsallaşmanın parçası olacak basın organları, hem çağdaş bir laiklik anlayış ve uygulamasını ödünsüz savunurken, silahlı kuvvetlerin siyasi sürece her düzeyde ve her nedenden müdahalesine kategorik olarak karşı çıkmak zorundalar; bu iki ayaktan biri aksarsa söz konusu basın organını, tirajı ya da ratingi ne olursa olsun merkez medya diye tanımlamak olanaksızdır.
Bu konulara en azından benim kadar hassas olduğunu bildiğim sevgili Cüneyt Ülsever bu konuda kötü bir örnek görmek istiyorsa 27 Nisan 2007 muhtırasını izleyen günlerde Hürriyet gazetesiyle özdeşleşen yazarlarının sürece ilişkin yorumlarını internetten bir kez daha okusun; doğrudur, köşe yazarları yorumlarında hürdür ama Türkiyede bile muhtıra vermek suçtur, bu suçu açıkça övmek de yine suç olmalıdır ve kendine merkez medya diyen bir yayın organında burada örneklerini vermek istemediğim yazıların yazılmış olması kabul edilebilir bir konu değildir.
Amacım asla Hürriyete, Milliyete çatmak (C.Ü.) değildir ama açıkça söylemek istediğim de bu yazıların, bir darbe girişimine, bir muhtıraya (normal bir ülkede yargının işidir) övgüler düzmenin merkezde konumlanma isteğiyle asla uyuşmadığıdır.